Rimbaud’nun şiiri Türkçede
Abone olTürkçe şiirde bir boşluk daha doldu, Rimbaud’nun bütün şiirleri ilk kez tek basımda yayımlandı.
Daha önce Erdoğan Alkan çevirisiyle Baudelaire’in tüm şiirlerini
de yayınlayan Varlık Yayınları, bu kez, yine özenli bir basımla,
Arthur Rimbaud’nun yapıtını yayınlayarak bir açığı kapatmış oluyor.
Her şiir çevirisinin aslında bir eksiltme olmasına, Erdoğan
Alkan’ın, şiirin büyüsünden taviz vermek pahasına vazgeçmediği “öz”
Türkçe ısrarına ve şairin sözdizimde yaptığı köklü değişimin
yalnızca kendi dilinde anlaşılabilir olmasına rağmen bu kitap,
dilimizdeki en yetkin Rimbaud kitabı olarak kabul edilebilir. Şair
hakkındaki inceleme ve yorumların bu kitapta tadımlık olmasını
yadsımamak gerekir; zira Alkan, önceden Rimbaud’yu seçme
şiirleriyle birlikte yaşamı ve yapıtıyla inceleyen bir çalışma
yayımlamıştı. On yedi yaşında bir şairin dehasına kuşkuyla
bakılabilir; fakat bu fışkıran deha bize şunu söyler: Bu, hiçbir
edebî ortamın hazırlamadığı keskin dâhinin şiirlerini okumak bir
yerde, 19. yüzyılın acıklı macerasını okumaktır. Charlevilleli
çocuk, dört yıla sığdırdığı sarsıcı yapıtı ve çoğunlukla yanlış
anlaşılmış yaşamıyla, farkında olmadan bizi yaşadığı çağın
hayaletiyle tanıştırmıştır. Rimbaud’nun ortaya çıktığı dönemin
yapısı düşünüldüğünde bu, anlaşılabilir bir şey: Paul Claudel’in
deyişiyle, “maddesel ve ruhsal bir çöküş, pozitivist bir şaşkınlık
sırasında” belirmiştir o... Yaşamda da, şiirde olduğu gibi,
kısıtlanmış bir özgürlüğü reddetmiştir. Bunu ancak, “bir
başkası”nın yaşadıklarını ve yazdıklarını kavrayabildiğimiz kadar
anlarız. Öyle ki, arayış ve dehanın kendisinde zamansız
fışkırmasıyla bu tuhaf çocuk, erken yaşlarda, “Tanrı’ya ölüm” diye
bağırmış, ardından o yok saydığı Tanrı’ya akılla gideceğini sanmış
ve sonunda, kaçıp gittiği Doğu’da, “Tanrı’ya tin’le gidileceğini”
anlamıştır. Kuşkusuz, 19. yüzyılın bu temel ve yakıcı sorunu,
hiçbir şeyin farkında olmaksızın her şeyin farkında olan
Rimbaud’nun da öncelikli meselesiydi. Claudel’e de Rimbaud için,
“ilksel bir mistik” dedirten şey, bu olsa gerek; bu ve şiirinin
mucizevî yapısı... Eski biçimlerin yaşamda ve edebiyatta ortadan
kalkmasına duyulan arzu: Nedensiz bir can sıkıntısının şaşırtıcı
ifadesi olan şiiri, böylelikle, sıra dışı yaşamını bütünlemiştir.
Öyle olsa da, bir bakıma, bu çabucak yaşanmış ömür, olağanüstü bir
yapıtı tamamlaması için abartılmıştır. Camus, boşuna, Rimbaud’nun
yaşamının gereksizce efsaneleştirildiğini söylemiyordu. Rimbaud’yu
sevmemiz için bir başka neden, onun, uygar dünyayı bir tuzak, bir
engel saymasıdır. Bu kanısı, on sekiz yaşındaki büyük bunalımından,
Marsilya’daki bir hastanede ölümü beklediği anlara dek değişmedi.
Ruhun düzensizliğini kutsal saydığını söylese de, onu Habeşistan’a
götüren şey aslında, bir dinginlik arayışıydı. Her has sanatçıda
bulunan bu arayış, ona Paris’i, Londra’yı ve Verlaine’i terk
ettirmiş ve Rimbaud kendini denizlerce ve millerce ötede, küçük
çocuklara Kur’an–ı Kerim öğretirken bulmuştur. Şiirimizde Rimbaud,
adı en çok anılan Batılı şairlerden olsa da, bu yakınlık,
yazdıklarından çok adına ve yaşamınadır. Zira bugün, Arthur Rimbaud
adının belli kavramları ve tanımları işaret etmede kullanıldığını
söylemek hiç de yanlış olmaz. Henry Miller, “Geleceğin dünyasında
Rimbaud tipi, Hamlet tipinin ve Faust tipinin yerine geçecek.”
demişti ve kısmen haklı çıktı. Günümüzde, Türkçe şiirde de böyle
bir tipten ve herkesin kendine göre kullandığı bir “Rimbaud”dan söz
edilebilir. Örneğin, gençliğe ya da eşcinselliğe vurgu yapılırken
kullanılıp matlaştırılan bu isim, konu, Müslüman olup olmamasına
gelince –yalnızca Sezai Karakoç yazmıştı– kimsenin ilgisini çekmez.
Rimbaud’nun, her şeyi baştan inşa etmeye duyduğu sınırsız tutku,
insanın sınırlı yapısı elverdiğince gerçekleşebilirdi. Aradığını
bulmak için unvanından vazgeçmesi hem ürkütücü hem üzücüdür. O,
şiire yaşamını bağışlamıştı. Böylesine büyük bir yapıt için bu
bedel çok sayılmamalı.