Uzun bir yurt dışı seyahati nedeniyle Çağan Irmak’ın “Issız
Adam”ını ancak vizyondaki 7. haftasında izleyebildim. Film
çıkışında ise Ahmet Güneştekin’in Çırağan Sarayı’nda açılan “İksir”
adlı resim sergisine buldum kendimi…
Çağan Irmak senaryolarını kendisinin yazdığı filmler çekiyor.
Seçtiği hikayeler anlatıyor. Filmlerindeki ortak yan, “Aaa ben bunu
biliyorum” dedirtiyor olması. Herkesin bildiği şeyleri
anlatıyor.
Peki o halde insanlar bildikleri şeyleri izleyince neden
şaşırıyorlar?
Özelde Çağan Irmak’ın genelde de sanatçının sırrı burada:
-Nasıl anlatıyor?
Sadık bir izleyicisi olarak diyebilirim ki, Çağan Irmak güzel
anlatıyor. Onun filmlerini izlerken insan, bütün “insan olma”
hallerini yaşıyor: Gülüyor, ağlıyor, içi burkuluyor, nefesi
kesiliyor, yutkunması boğazında düğümleniyor, derin düşüncelere
dalıp, kahkahalarla geri dönüyor.
Bir rejisör, bir filmde bundan fazla daha ne yapabilir ki?
Çağan Irmak’ın Çağan Irmak olacağı daha öğrencilik döneminde
belliymiş. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki arkadaşları
seyyar satıcı, balıkçı, çiçekçi belgeselleri çekerken Çağan, kendi
yazdığı drama filmlerini “ödev çalışması” olarak hocalarının önüne
koyarmış.
Çağan Irmak’ın sınıf arkadaşı televizyon gazetecisi Bilge Egemen
anlatmıştı:
-Eski konaklar bulur, bizlere kostümler giydirip ne olduğunu tam
olarak anlamadığımız sahneler çekerdi. Çağan’ın hepimizden çok
farklı olacağını daha o yıllarda hissediyorduk.
Irmak’la “Yol Arkadaşım” dizisinde çalışan gazeteci-senaryo
yazarı Emine Algan ile konuşurken “Çağan röportaj vermiyor”
dedi.
Bu da güzel! Adam zaten yaptığı ile ortada. Söylemek
istediklerini eserleriyle söylüyor. Daha ne anlatsın ki?
Issız Adam’daki kareler onu ele veriyor zaten. Eski kitaplar,
plaklar arasında özel bir bahçe yaratan, büyük kentin göbeğinde
kimsenin dikkatini çekmeden sıradan kalabalığın arasında sahici bir
insan olarak dolaşan, vefalı, saygılı, sevgili bir insan.
Kültürel iklim bakımından “avara kasnağa” oturmuş gibi yerinde
sayan bir ülkede, Çağan Irmak varlığıyla umut veriyor!
Tıpkı sarı, yeşil, kırmızı, mavi, turuncu, mor gibi bir alay göz
alıcı rengi tuvallerine yansıtan Ahmet Güneştekin gibi… Türkiye’nin
petrol kenti Batman’ın Garzan İşçi Kampı’nda dünyaya gelen
Güneştekin, ancak Kürt kadınların düğünlerde ve bayramlardaki
giysilerine görebileceğiniz canlı, neşeli, içi içine sığmayan
olağanüstü Güneydoğu renklerini tablolarına yansıtabiliyor.
Ahmet’in resimlerindeki renk cümbüşüne bakarak, bir soru
işaretinin çengelinde dünya turuna çıkabiliyorsunuz:
-Acaba bu resimler nereli?
Himalayalı, Afrikalı, Latin Amerikalı?
Hepsi olabilir, ama değil… Ahmet’in resimleri öncelikle
Batmanlı, sonra Anadolulu, sonra Mezopotamyalı giderek çok fazla
güneşle haşır neşir olan dünyanın “öteki” ülkeleri, bölgeleri,
ulusları, insanlarına ait izler taşıyor.
Belki de bu yüzden onun bu başlık altında toplanıyor:
-Güneşin izinde!
Ahmet’i ilk sergisinden beri izleyen öğretmen Serpil Ergüney’in
tespitiyle “Hollywood aktörlerini sollayan bir yakışıklılığa sahip”
Güneştekin’in resimlerindeki teknik üstünlük Anadolu efsanelerinin
izlerini taşıyor.
Sergi kitabının metin yazarı Yalçın Sadak, tablolardaki yaratım
sırrı için ipucu veriyor:
“Önce çılgınca ayrıntı imgeleri birkaç renk olarak iç içe
geçiyor. Sonra da incelik darbelerle taranıyor. Kazınan darbenin
dibine yığılan boya ışıkla bütünleşiyor.”
Ahmet Güneştekin de tıpkı Çağan Irmak gibi içimizi ısıtıyor.
“Issız Adam” seçilmiş yalnızlığında olağanüstü tatlar ikram
ederek ilerlerken, “Renkli Adam” boyaların coşkusuyla efsanelere
doğru kanat çırpıyor.