Reha Mağdenin Paşası

Abone ol

Onun ki ince bir salınıştı kendi yazgısına...Gazeteci Yazar Reha Mağden'le yaşama ilişkin nefis bir yazı...

Türkiye’nin siyasi gündeminde askerler var ya, gazeteciler her gün emekli veya muazzaf bir paşanın apoletinden manşet çıkartmak için koşuşturup duruyorlar. Bizim cenahın usta gazetecisi Reha Mağden de kendisine uygun bir paşa buldu, bir süreliğine Süreyyapaşa’nın karargahına takılacak!

Maltepe Kavşağı’ndan çıkıp “Süreyyapaşa” tabelalarını takip ederek hafif rampada tırmanıyorum. Eskiden büyük bir orman içinde saklanmış gibi duran Süreyyapaşa Sanatoryumu, tıbbi ve teknik olarak geliştikçe sanki gizemli görkemini de yitiriyor. Orman alanı giderek boğazı sıkılan bir canlı gibi kıvranıyor. Öte yandan da bağrına bastığı “gönlü zengin” insanlara da hayat vermeye çalışıyor.

Artık adı Göğüs Kalp ve Damar Hastalıkları Eğitim Hastanesi olan “Süreyyapaşa Sanatoryumu”nun B Blok binasının kapısından giriyorum. Ağızlarında basit kağıt maske olan hastalar asansörün önünde tedavi maliyeti konusunda fikir alış verişinde bulunuyorlar:
“Bana bir senet imzalattılar. Her hafta 125 milyon lira verecekmişim. Eğer veremezsem diye bu senedi sigorta olarak alıyor.”
Diğeri “ayda 300 milyon ha, iyi para” diyerek sağlığın önemini vurguluyor.
Benim göreceğim, gönlü zengin insan B Blok’un 8. katında… Asansör 8. kata çıkıyor, şimdi sıra 809 numaralı odayı bulmada. Hah, işte hemen şurada. Açık kapıdan içeri girer girmez ilk yatakta koca yürekli bir adam yatıyor: Reha Mağden!

GENÇLİK KİLOSU
Yarı baygınlık ile hafif kestirme arasında kolan vuran Reha’yı, sevgili eşi Rânâ, telefondan onun sağlık haberlerini verirken, eliyle dizlerini okşayarak uyandırmaya çalışıyor. Reha’nın hayal - meyal gözleri birden kocaman oluyor:
“Oooo Nazım…”
Doğrulup yastığını sırtına hizalıyor. Her zamanki gibi kendisini bir kenara çekip, benimle ilgileniyor:
“Nasılsın, ne yapıyorsun?”
“Esas sen nasılsın?”
Tokalaşmak için uzattığım elim onun yanan avucunda duruyor. Ateşi var. Reha bunu hayatındaki diğer “normal şeyler” gibi değerlendiriyor:
“Doktorlar bir türlü düşüremiyorlar. Serum veriyorlar, düşüyor. Sonra birden yine yükseliyor.”
Reha, iştahsız yaklaşık 10 kilo zayıflamış. Ama morali yerinde. Yeni kilosunu eski bakışla takdim ediyor:
“Nazım, 75 kilo oldum, tam 21 yaşımdaki gençlik kilom bu benim!”
“Harika, desene 12 Eylül öncesine döndün.”
Gülüşüyoruz. Bir kere bu yola girdik ya, Reha kendince bedenindeki gelişmeler hakkında öykü tadında bilgiler aktarıyor:
“Şimdi karaciğer diyor ki, ulan bıktım seninle uğraşmaktan… Bu kararı verince ilk olarak kendi görevini yemek borusundaki damarlara havale ediyor. Kendini korumak için yapıyor bunu. O zaman yemek borusu üzerindeki damarlarda varis oluşuyor.”
Acaba karaciğer üzerindeki tıbbi tahribat bundan daha fazla halk diliyle anlatılabilir mi? Reha Mağden’in enfes dili, hasta halini “sempozyum tebliği” haline getirebiliyor:
“Eğer o varisler bir kanamaya başlarsa kurtuluş yok. Doktorlar müdahale edemiyorlar. Leğenler dolusu kan kusuyorsun… Ve öyle de gidiyorsun! Bende de yemek borusu varisi oluşmuş. Abi dedim kendi kendime ben karaciğerden gideceğim herhalde…”
Reha burada duruyor, “köylünün biri” diyor:
“Kağnı arabasını yüklemiş gidiyor. Tekerlekler biri sağlam, diğeriyle gitti,gidecek. Tellerle bağlanmış, çatlak yerleri çivilerle tutturulmuş, anca ayakta durabiliyor. Köylü yolu yarılamış ki, tekerlek kırılmış, araba çökmüş. Adam dönüp arabasının yanına gelmiş. Bir de ne görsün, çürük olan yerli yerinde, sağlam görünen tekerlek ortadan ikiye ayrılmış. Köylü çürük olan tekerleğe doğru seslenmiş, “Yaşasın ince yanı, bak sen direndin bu ‘sağlam salak’ dayanamadı.”
Reha kıssayı böylece tamamladıktan sonra geliyor hisseye:
“Benim ince yanım karaciğerdi, kurtardı kendini!.. Sağlam dediğim akciğerim bela çıkardı.”


RANA’NIN IŞIKLARI
Ankara’da SSK Dış Kapı Hastanesinde doktorlar karaciğer ile uğraşırlarken akciğer üzerinde bir kitle tespit ediyorlar. İşte bu Reha’nın sağlam tekerleği. Doktorlar cerrahi müdahaleyi uygun bulmuyorlar. Belli bir bakım onarımın ardından ileri tıp tekniklerinden istifade ederek mücadeleye başlayacaklar, sağlam tekerlek ile…
Reha’nın Süreyyapaşa’nın karagahındaki destek kıtaları komutanı eşi Rana Mağden, yakın arkadaşlarından oluşan operasyonel bir “moral birliğinin” önemine dikkat çekiyor:
“Ziyaretçileri gelince morali yükseliyor, kendisini iyi hissediyor.”
Rana geceleri doktorların tavsiyesine uyarak eve dönüyor. Ertesi sabah gelene kadar Reha yalnızlığın içinden geçerek uyumaya çalışıyor. Hafif yüksek ateşle gözlerini kapatınca, rüyaları da kaleme gelecek kıvamda görmeye başlıyor:
“İki pencere açılıyor önümde… Biri ahşap diğeri metal… Ahşap pencere içinde özel hayatım geçiyor kare kare… Sonra hızlanıyor film şeridine dönüşüyor… Metal pencere içinde ise iş hayatımı görüyorum. Kızıyorum, bağırıyorum, çağırıyorum… Kabuslar içinde uyuyorum.”
Sabah olduğunda ise Rana’nın ışıklarıyla uyanıyor. Rana çok uzun yıllar sonra bulduğu sevgilisini, Süreyyapaşa’daki karargahtan “taburcu ettirip” Burgazada’da 14 kediden oluşan “mırnav ordusunun” başına götürmek istiyor.
Ama şimdilik Rana ve Reha Mağden Süreyyapaşa’da dostlarına bir çiçek uzaklıkta, minik bir dilekle direniyorlar:

“Sağlık olsun!”

Nazım ALPMAN
Fotoğraflar: Orçun GÖNEN




 

Günün Önemli Haberleri