Ancak, kaynağa ilişkin adı açıkça verildiği takdirde herhangi
bir tehlike veya tehdit yok ise kaynağı gizli tutmak, açıklamamak
veya gizem uyandırmak maksatlı böyle bir yolu tercih etmek de ayrı
bir etik sorundur.
Madem ki kaynağa güveniyorsunuz, güvendiğiniz kaynaktan gelen
bilginin de doğru olduğundan yüzde yüz eminsiniz 5 N 1 K
unsurlarını okuyucunuza tam olarak verebilmek için kaynağı da
belirtmeniz gerekir.
“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir CHP’li ile gizli
kapaklı bir görüşme yaptığını, ona CHP liderliğini önerdiğini,
böyle bir yola çıkarsa her türlü desteği vaad ettiğini yazdı” çok
deneyimli bir gazeteci olan Rahmi Turan. Kim bu isim açıkla
baskıları karşısında “Kaynağından emin olduğunu, görüşmeyi yapan
ismi asla vermeyeceğini, unutacağını da” belirtti.
Tartışmalar başladı, olası isimler arasında sayılan Muharrem
İnce ve Haluk Pekşen Cumhurbaşkanı ile konuşan kişinin kendileri
olmadığını ama Rahmi Turan’ın bildiğini açıklaması gerektiğini çok
haklı olarak söylediler. Metin Feyzioğlu, “CHP üyesi bile değilim,
niye alınayım” diyor. Mustafa Sarıgül ve İlhan Kesici isimleri
ortaya atılıyor ve bu isimler de kendileri ile konunun ilgisi
olmadığını söylüyor.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Rahmi Turan’ın yazdığı
yazıya inandığını, olabileceğini, Recep Tayyip Erdoğan’ın da bunu
yalanlamadığını söyledi…
Buraya kadar amenna, siyasetçilerin okların kendilerine
çevrildiği bir anda açıklama yapmaları ve kendileri ile ilgili
durumu netleştirmeleri, üzerlerindeki şüpheyi dağıtmaları normal
de, Genel Başkan olarak Sayın Kılıçdaroğlu’nun olaya yaklaşımı da
en az Rahmi Turan kadar sorunlu.
Şunun için, tüm partidaşlarını hedefe oturtuyor. Şüphe altında
bırakıyor. Partililerinin Cumhurbaşkanı ile böyle bir görüşme
yapabilecek, tesir altında kalacak kadar parti bağı zayıf,
ihtirasları yüksek insanlar olabileceklerini ima ediyor. Tüm
CHP’liler açısından, özellikle parti kademelerinde görev alanlar
bakımından bu yaklaşımın bir şekilde irkiltici olması lazım.
Rahmi Turan’a gelince, “açıklamam, unutacağım” diyor. CHP’nin
tam da göbeğine attı bir fitili yanmış bomba. Söndüren de yok.
Herkes kendisinin olmadığını söylüyor, kendisini şaibeden
arındırmaya uğraşıyor.
Topu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a atıyorlar. Konuşup
konuşmadığını açıklasın, diyorlar. İddia sahibi iddiasını
açıklamakla mükelleftir. Hakkında iddiada bulunulanın yapacağı
açıklamaya işi havale etmenin etik bir tarafı olabilir mi?
Cumhurbaşkanlığı hiç de böyle bir açıklama zorunluluğu yokken,
makamın yıpratılmaması için “kesinlikle böyle bir görüşmenin
olmadığını” açıklıyor.
“Karnından konuşmak, işkembeden atmak” tam da bu durumlar için
geçerli bir nitelendirmedir. Madem bu kadar doğru, bu kadar
eminsiniz, neden çıkıp o ismi açıklamıyorsunuz? Herkesi zan altında
bırakıyor ve konuyu aydınlatması için topu hakkında iddialarda
bulunduğunuz Cumhurbaşkanı’na bırakıyorsunuz?
Benzer iddialar zaman zaman çok daha seviye düşürülerek diğer
parti liderleri ve partilerin kurumsal kimlikleri için de
yapılıyor. Ankara’dan sağlam kaynaklara dayanılarak, kulislerde
konuşulan vs diye, ağza alınmayacak, akla hayale sığmayacak iftira
ve isnatlar, yalanlar servis edilebiliyor.
Kuşkusuz ki bu türden iftiralara en sıklıkla uğrayan liderlerin
başında Devlet Bahçeli geliyor. Grip olduğunda yakıştırılan çok
seviyesiz haberlere ilişkin olarak önceki gün gazetecilerle
konuşurken fevkalade ironik bir cümle kurdu: “Sağlığımız için dua
edenler ölmemizi isteyenlerden fazla olduğu için şükürler olsun”
dedi.
İnsanların sağlığı ile ilgili olarak dahi son derece seviyesiz,
merhametsiz olabilenlerin bulunduğu, gazeteciliğin piri olan
isimlerin de böylesine etik ilkelerle bağdaşmayan bir anlayışa
kapıldığı bir iklimde iletişim eğitiminin temeline etiği koyabilmek
gittikçe güçleşiyor…