Radikal'de Şeyh Nazım Kıbrisi için iddialı tez!
Abone ol"Şeyh Nazım, Nakşibendiliği küreselleştiren isimdir." diyen Radikal yazarı Tayfun Atay, Kıbrisi ve Nakşibendilik üzerine gözlemlerini yazdı...
İNTERNETHABER.COM
Geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Nakşibedi
tarikatı lideri Şeyh Nazım Kıbrisi'nin bıraktığı
dini mirası köşesinde yorumlayan Radikalsi yazarı
Tayfun Atay "Şeyh Nazım, Nakşibendiliği küreselleştiren
isimdir." dedi.
Nakşibendi çevresinin söylem ve pratiğinin betimleme ve çözümlemesi üzerine Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Çalışmaları Okulu’nda bir antropoloji tezi yazmış olan Tayfun Atay, hem Nakşibedilik hem de Nazim Kıbrisi üzerindeki gözlemlerini köşesinde paylaştı.
İşte Atay'ın yazısındaki ilgili bölüm:
NAKŞİBENDİLİĞİ KÜRESELLEŞTİREN
İSİM
Şeyh Nazım, Nakşibendiliği küreselleştiren isimdir.
Kendi tarikat terbiyesini aldığı Şam’daki şeyhi Abdullah Dağıstani,
bu Kıbrıslı gözde talebesini hem İngilizce yetkinliğini, hem de
İngiliz (Batı) görgü ve adabına aşinalığını bildiği için Batı’ya
yönlendirdi. 1970’lerin başında Kıbrıs’tan tanıdığı, İngiltere’ye
göç etmiş arkadaşlarının yanında kalarak başladığı mürşitlik
serüveninde Şeyh Nazım çok geçmeden karizmatik kişiliğinin de bir
sonucu olarak etkinlik alanını Batı Avrupa’dan hem Atlantik ötesine
hem de Pasifik kıyılarına kadar yaygınlaştırdı. Genelde müritlerini
bir tekkede kabul eden ‘klasik’ şeyhlerin aksine o, deyiş
yerindeyse müritlerinin ayağına kendisi giden bir ‘Şeyh
üs-Seyyah’tı. Dünyanın bir ucundan öbürüne durmaksızın gezerek her
dilden, dinden, milletten, kimlikten insanı çekim alanına sokan bir
strateji geliştirdi.
NAKŞİBENDİLİK İÇİN EN AZAMİ ESNEKLİK VE
TOLERANS
Bu süreçte kaçınılmaz olarak Nakşibendilik gibi sıkı disiplinli bir
tasavvufi ekolün ilke, kural ve talepleri açısından olabilecek en
azami esneklik, tolerans ve anlayışı benimsedi. Bu, onu diğer
İslâmî gruplar, hatta diğer Nakşibendi çevrelerin rahatsızlık ve
husumetiyle karşı karşıya bırakmıştır. Bu çevreler onun İslâm’a
yarardan çok zarar getirdiğini öne sürmüştür. Ama bunların hiçbiri
de Şeyh Nazım kadar ‘heterojen’, yani zengin bir çeşitlilik
içindeki bir insan topluluğunu ‘barışçı’ bir motivasyonla etrafında
toplamayı başaramamıştır. Çalışmamı yaptığım dönemde Londra’da
Türkiye kökenli ve dönemin önde gelen diğer Nakşî çevrelerinden
oluşumlar da vardı. Onların da hatırı sayılır bir takipçi kitlesi
vardı ama bunların hemen hepsi göçmen vatandaşlarımızdan
oluşmaktaydı. Şeyh Nazım’ın bir zikir meclisine ilk katıldığımdaysa
kendimi kozmopolit bir dünya metropolünün işlek mekânlarından
birinde gibi hissetmiştim! Zaten beni çalışma yapmaya en fazla
kışkırtan da bu tabloydu.
NAKŞİBENDLİĞİ POPÜLERLEŞTİREN
KİŞİ
Şeyh Nazım, Nakşibendiliği küreselleştirmeyle bağlantılı şekilde
popülerleştiren de figürdür. İslâm ve popüler kültür üzerine bir
değerlendirmeye gidilse ilk elde üzerinde durulması gereken kişi,
Şeyh Nazım olabilir. O, çok eğlenceli (‘entertainer’ anlamında) bir
insandı ve onun dini takdiminde neşe ön plândaydı. Bu, çok kritik
bir noktadır, çünkü Batı’da özellikle benim çalışmayı yaptığım
dönemde İslâm deyince İmam Humeyni’nin sert ve çatık kaşlı çehresi
üzerinden şekillenen bir imaj hâkimdi. O dönemden bir karikatür
hatırlıyorum; Ayetullah’ın gayet ciddi çehresine bakan iki kişiden
birinin diğerine “Ne olurdu bir parça mizah duyusu (sense of
humour’) olsaydı” dediği!..
NUNİS, MUZİP, MİZAH DUYGUSU OLAN BİR
İNSANDI
Şeyh Nazım, munis, muzip ve mizah duyusu olan bir insandı. Sanırım
Batı’nın elit, entelektüel, burjuva ve dahi aristokrat (Lordlar
Kamarası’ndan müritleri vardı!) insanlarını ona çeken en önemli
özelliklerinden biri buydu: ‘Sense of humour’!..
İSLAM'IN ÖNEMLİ KOŞULU "RIFK"I ONDAN
ÖĞRENDİM
Bir ikincisi de hiç kuşkusuz ‘rıfk’tır! Yani yumuşaklıkla,
tatlılıkla insanlara yaklaşmayı benimsemiş olması… Ben,
Müslümanlığın en önemli koşulunun ‘rıfk’ olduğunu ondan öğrendim.
Yaptığım kişisel görüşmede belirttiği üzere: “Peygamber ‘Rıfk ile
muamele eden kazanmıştır’ buyurmuştur. Sertlikle yola çıkan
kaybetmiştir, kaybettirmiştir. Rıfk, maksada ulaştırır, ‘huşunet’
[kabalık, sertlik] kaybettirir. … Hikmetsiz, ‘hikmet’ bilmeyen
adamlar, toplayacaklarına dağıtıyorlar, sevdireceklerine nefret
uyandırıyorlar, alıştıracaklarına ürkütüyorlar, yaklaştıracaklarına
uzaklaştırıyorlar, İslâm’ı sevdireceklerine yerdiriyorlar.”
İSLAMİ SİYASETİN
ALACAKARANLIĞI
Şeyh Nazım’ın bu sözlerinin değerini şimdi bu memlekette toplumun
bir yarısını kendine yakın sayıp diğer yarısına huşunetle, ondan
öte nefretle, geçmiş yaşanmışlıkların hıncını alma arzusuyla
yaklaşan bir İslâmî siyasetin alacakaranlığında çok daha iyi
anlıyorum!..
Tabii ki Şeyh Nazım bir Nakşibendi olarak Türkiye’de Cumhuriyet
dönümüyle birlikte yaşananlar, laiklik-İslâm ikilik ve çatışması,
saltanatın-hilafetin ilgası, vb. meseleler karşısında kayıtsız
değildi. Evet, Kemalizm’e de, laikliği de, Cumhuriyet’e de,
bunlardan öte ateizm, komünizm ve hatta demokrasiye de kendi İslâmi
zaviyesinden en sert eleştirileri getirmekteydi. Onun bu görüşleri
ayrıntılı olarak tezimde başlı başına bir bölüm içerisinde yer
alır. Ancak Şeyh Nazım, bu düşünceleri doğrultusunda, karşısına
çıkan ve kendisiyle taban tabana zıt görüşteki insanlara bile
‘rıfk’ ile muamele etmekten kaçınmayan bir insandı. Sokak
serserilerinden uyuşturucu müptelalarına, punk’lara, sosyalist,
komünist, anarşistlere kadar herkesin soru ve sorunlarına kapısı,
sohbeti açık ‘medeni’ bir insandı.
ÖMRÜMÜN EN ZOR
DÖNEMİ
‘Seküler’ bir hayatın içinden çıkıp bir yılı aşkın süre nabzı dinî
atan bir başka hayatın içinde ne olup bittiğini öğrenmeye çalışmak,
ömrümün en zor dönemiydi. Ama şurası bir gerçek ki yaşadığım,
yeryüzünü bir de ‘farklı olan’ın gözüyle görebilme yolunda muhteşem
bir deneyimin de sahibi yaptı beni. Bu deneyimi akademik
duyarlılıkla paylaşma ‘cüret’i gösterdiğimde kendimi ait
hissettiğim hayatın içinden acımasız ve korkunç bir ‘lanetlenme’yle
karşı karşıya buldum. Burada bunları uzun uzadıya anlatmak yersiz
olur (merak eden, kitabımın ikinci baskısına bakabilir), fakat
mevzubahis etmemin nedeni başka… Acısıyla-tatlısıyla ortaya çıkmış
bu çalışmanın en önde gelen ‘özne’si artık yok. Biliyorum ki
müntesipleri, sevenleri ve yakınları için ‘Şeyh Baba’nın kaybı çok
büyük bir acı… Ben de büyük bir hüzün içindeyim ama gariptir bir
‘baba’yı kaybetmiş olmaktan ziyade bir evlâdı kaybetmiş gibi
hissediyorum! Dilerim bir ‘araçsallaştırma’ örneği olarak
değerlendirilmez, meşakkatli bir sürecin sonunda ortaya çıkardığım
eserin kahramanını, bir bakıma benim ‘öznel yaratım’ olduğu da
söylenebilecek bir karakteri kaybetmiş gibi hissediyorum! Kendimden
kopan, eksilen bir parça gibi!..
SON SÖZÜ KAHRAMANA
BIRAKALIM
Bitirirken sözü o kahramana bırakalım! Batılı müritlere yönelik bir
sohbetinde onları alabildiğine heyecan dalgasına sevk eden
(kendisine ait olup olmadığı bilmiyorum) bir söz sarf etmişti ölüm
üzerine; “Ölüm, yağmur damlasının okyanusla buluşmasıdır”
şeklinde…
Hayatını bu buluşmaya vakfetmiş Şeyh Nazım Kıbrısî’ye selâm olsun!
Mürit ve yakınlarına içtenlikle baş sağlığı diliyorum! Ben, onu
‘iyi’ bildim! Umarım o da hakkını helâl etmiştir!..