Racon kesen abi!
Abone olPeki bu kavga neden başladı? Hıncal Uluç, Ahmet Hakan'a niye racon kesti? Kavganın hikayesini Ahmet Hakan yazıyor.
Herşey Ahmet Hakan'ın Fazıl Say'ın kitabıyla ilgili
yazdıklarıyla başladı. Bu bizim iddiamız tabii.. Ama
www.haberciler.com sitesinde yeralan bir haber, kavganın çok
önceden başladığını, Hıncal Uluç'un Ahmet Hakan'a karşı olduğunu
belirtiyor. İddia ne kadar doğru bilmiyoruz ama, bu kavganın
büyüyeceği bir gerçek. Kavganın ne kadar büyüyeceği ise şimdilik
belli değil. Ahmet Hakan'ın yazısıyla başlamıştı iki yazarın
arasındaki polemik. Hıncal Uluç, "Dur orada Ahmet dur!" yazısıyla
sert bir yazı almıştı dünkü köşesinde: Orada dur, Ahmet Hakan..
Orada dur!.. "... öğrenelim bakalım Konser sırasında cep telefonu
çalanlara fırça atan, sponsorunu dinleyicilere tercih eden, klasik
müzik sanatçısı olmasına karşın popüler olmak için her fırsatı
değerlendiren bir kişilik nasıl olurmuş.." Herhalde kulaktan dolma
laflarla köşe yazısı yapıp, bu ülkenin, ülkenin de değil, dünyanın
önde gelen sanatçılarını popülist olmakla suçlarken, asıl kendisi
popülizm tuzaklarına paldır küldür düşenlerinkinden daha ilginç
değildir.. Ahmet Hakan, bu gazetenin yeni yazarlarından..
Fikirlerine aşinayım.. Beni fena halde rahatsız ettiği halde saygı
gösteririm.. Benim fikre saygım vardır. Kimse de benimle ayni
fikirde olmak zorunda değildir. Sabah okurları arasında Ahmet
Hakan'ın fikirlerini alkışlayanlar da var, benimkileri de.. Çok
fikirlilik bu.. Amma.. İş fikir değil de, gerçekleri değerlendirmek
olunca, orada çok ama çok dikkatli olmak gerek.. Gerçeği analiz
diyorsanız o zaman o gerçeği çok iyi araştırmak ve bilmek
durumundasınızdır. Gerçeği yanlış bilirseniz, o zaman nasıl analiz
yaparsınız ki.. Ahmet Hakan'ın ne Fazıl Say'dan, ne de onun
misyonundan zerre haberi yok.. Belli hiçbir konserini izlememiş..
Hatta belli, herhangi bir ciddi klasik konser izlememiş.. Eğer
izleseydi, bir piyano resitalinde, yani piyanist sahnede tek başına
çalarken ve salonda sinek uçsa duyulacak bir "Huşu içinde" dinleme
sessizliği varken ve de piyanist, notalarla beynindeki yorumu hamur
etmiş, dalmış gitmişken çalan bir telefon sesinin ne anlama
geldiğini bilmese de hissederdi.. Fazıl Say'ın o konserinde Aya
İrini'de ben de vardım.. Konser öncesi defalarca uyarı anonsu
yapılmasına rağmen, o münasebetsiz telefonunu kapama zahmetine
katlanmamıştı. Ses, Aya İrini'nin, hele o kutsal Aya İrini'nin
atmosferinde nasıl iğrenç patladı.. Fazıl irkildi.. Daldığı o rüya
aleminden, bu dünyanın çirkinliklerine döndü ve bir daha kendisine
gelemedi. O andan itibaren de konser monser kalmadı. Şimdi herkesin
o andaki Fazıl'ı anlayabilmesini isteyemezsiniz tabii.. Ama sanata
ve sanatçıya saygının bu kadar ayaklar altına alınmasına, bir
konserin katledilmesine, önemli paralar ödeyip ta oralara
gelmişlerin haklarının gaspına bir gazetecinin en azından destek
çıkmamasını istemek ve beklemek hakkımız.. Sen Fazıl'ı, klasik
müziği taşıdığı, yaydığı ilkokul, Anadolu kentleri, hatta
köylerinde, ülkenin bir ucundaki okullarda çalarken izledin mi hiç
Ahmet.. Oralarda seyircinin hem de nasıl gürültüler çıkarmasına
nasıl hoşgörü ve sevgi ile yaklaştığını izledin mi?.. Zemin ve
zaman.. En önemli şey bu ikisini iyi değerlendirmektir Ahmet..
Olayları kendi zemin ve zamanları içinde ele almazsan, o zaman çok
açığa düşersin.. Bir uluslar arası sanatçının Aya İrini
seyircisinden beklediği farklıdır, Sıvas'ta Veysel'in köyünde
çalarken etrafına toplananlardan başka.. Sponsorunu, protesto eden
seyircilere tercih etmiş.. Biliyor musun?.. Olayı biliyor musun?..
Sponsoru biliyor musun Ahmet?.. Dünya sanat tarihini, hele hele
eserlerini ressam ve heykeltraş gibi sergiye koyup satamayan
müzisyenleri incelersen Ahmet, bunların hemen hepsinin arkasında
bir koruyucu zengin olduğunu görürsün.. Krallar, dükler, beyler,
ağalar, aşık esrarengiz kadınlar.. Çünkü müzik para getirmez.. Oysa
o müziğin yazılması, yapılması için başka işle uğraşmamak gerekir..
Nasıl yaşayacaktır o zaman?.. O zamanın asilleri, zenginleri,
aşıkları, işte bugünün sponsorları.. Ad değişti, işlev ayni.. Bak
Ahmet.. Günümüzde durum üstelik az biraz farklı.. Sanatçı, hele
Fazıl gibi uluslar arası aranan biri ise, kazanıyor.. İyi de
kazanıyor.. Yani.. Yani ille de sponsora ihtiyacı yok.. Peki
Fazıl'ın niye var?.. Onlar Fazıl'ın değil, bu ülke insanının
sponsorları da ondan.. Ne demek istediğimi anlayabildin mi?..
Anlatayım.. Bu ülkede üst düzey klasik müzik İstanbul'da,
Ankara'da, biraz da İstanbul'da çalınır.. Şimdilerde, devletin
gayretleri ile, buna bir iki Anadolu kenti daha eklendi.. Ama
genelde Anadolu halkı, klasik müziği bilmez.. Çok uzak durur.. Onun
büyük kentlerin sosyetesine ait bir şey olduğunu sanır, iyice
sakınır.. Bir Anadolu kentinde üst düzey bir klasikçinin çaldığı
görülmemiştir.. Zaten, Anadolu ve klasik müzik deyince hemen o ünlü
anekdotu naklederler.. "Sivas Sivas olalı böyle zulüm görmedi.."
Fazıl Say, bir müzik misyoneri Ahmet.. Onu tanısan, onu izlesen
bilirdin.. Bu "Öcü" sanılan müziği, bak söyledim, önce çocuklara,
ilkokul çocuklarına götürüyor.. Onların arasında, onlar için,
onlara anlatarak çalmaktan gocunmuyor. Gocunmak ne kelime.. Dedim
ya misyoner.. İş edinmiş.. "Daha dün annemizin" diye ezbere
bildikleri şarkının aslında bir Mozart klasiği olduğunu göstererek,
yıkıyor çocuğun kafasındaki duvarları.. Klasik müziğin, duvarların
ardında, tepelerin doruklarında değil, aralarında, içlerinde
olduğunu gösterip sevdiriyor.. Anadolu'nun kentlerine dağılıyor..
Edirne'den Antep'e.. Samsun'dan Sivas'a.. Halka ve öğrencilere
çalıyor.. Nasıl çalıyor?.. Aya İrini'deki ayin havasında değil..
Klasik müziğin en hafif, en popüler parçalarını seçerek.. Zaten
kulaklarında izi olanları seslendirerek.. Bu müzikle Anadolu insanı
arasındaki yabancılığın aslında yapay olduğunu kanıtlayarak..
Çalarken izah ediyor, izah ederken çalıyor.. Hayatında klasik müzik
dinlememiş, ama "Ben bu müziği sevmem" diye şartlanmış olanların
beyinlerinin yerli yerine oturmasını sağlıyor.. Peki bu büyük
Anadolu turnesinin tüm masraflarını kim karşılıyor?.. İşte o
aşağıladığın sponsor.. Fazıl'a değil, Anadolu insanına sponsor..
Anladın mı şimdi.. Fazıl'ın bu kadar önemli bir görevi, hem de
beklentisiz gerçekleştirenleri, uğradıkları bir haksız tepki
karşısında savunması asıl doğru ve alkışlanacak tavır değil miydi?.
..Ve de Ahmet dostum.. "Klasik müzik sanatçısı olmasına karşın,
popüler olmak için her fırsatı değerlendiren" deyişin, işte asıl o
tam ucuz popülizm.. Klasik müziği geniş halk kitlelerine tanıtmak
ve sevdirmeyi sen eğer "Popüler olmak" diye yorumluyorsan, senin
öteki yorumlarına da artık dikkatle bakmak gerek.. Klasik müzik
ille de ayrıcalıklıların, seçkinlerin müziği olarak mı kalacak?..
Anadolu insanının bu müziği tanımaya, en üst kalite düzeyinde
dinlemeye ve sevmeye hakkı yok mu?.. Bir misyoner gibi sırf bunu
yapmak için kendisini Anadolu yollarına atanların elini mi öpmek
gerek, yoksa böyle müstehzi, böyle iğneli yazılarla aşağılamak mı?.
Klasik müziği halka tanıtmak ve sevdirmek misyonunu "Popüler olmak
için her fırsat" diye değerlendirmen, yarın Fazıl'ı küstürürse..
Sponsorluk bütçesi milyarlarca lirayı, çok daha popüler bir alana
yatırıp, çok daha başarılı tanıtımlar sağlama imkanı varken, klasik
müzik gibi getirisi hiç de belli olmayan bir ideale yatıranları
"Lanet olsun" diye vazgeçirirse.. Bu olağanüstü Anadolu programı
yarım kalırsa.. Çok mu mutlu olursun Ahmet?.. Önce dur.. Önce dur..
Öğren.. Gerçeği öğren.. Düşün.. Sonra vur.. "Halkın hoşuna gider"
diye aklına her geleni, aklına geldiği gibi yazmak, işte asıl o,
popüler olmak için hiçbir fırsatı kaçırmamak, işte asıl o, popülizm
bataklığına, hem de tepeden dalmaktır, dostum!.." Hıncal Uluç'un bu
yazısı, Ahmet Hakan'ı çileden çıkarmaya yetti. Ahmet Hakan herşeyi
göze aldı. (Hadi bana eyvallah diyebilir) ve başlığı attı: Racon
kesen abi! Fazıl Say'ın annesinin kitabını konu eden yazım üzerine
Hıncal Uluç, tam yarım sayfalık bir 'uyarı' kaleme almış... Attığı
başlık şu "Orada dur Ahmet Hakan, orada dur!..". Hemen söyleyeyim
En hafif deyişle üslubunu çok abartılı buldum... Öncelikle Ne ben
mahallede top oynarken cam kırmış çocuğum, ne de Hıncal Uluç
mahallenin racon kesen abisi!.. Uluç, daha önceki bir yazım
dolayısıyla da bir eleştiri yazmıştı... Ben o zaman işi iyiye
yormayı tercih etmiştim... Çünkü Hıncal Uluç'un üslubuna ilişkin
yaygın antipatiyi paylaşmıyordum.. Üslubunu ve düşündüklerini
benimsediğim, çok hoşlandığım için değil; medyada her üsluptan, her
renkten insanın yer alması gerektiğini, bunun yaşamımıza çeşni
kattığını düşündüğüm için... Ancak her şeyin bir sınırı var!.....
"Bak Ahmet!", "şimdi anladın mı?", "klasik müzik konserine gittin
mi?" diye sürüp giden ve neredeyse "sabahları dişlerini fırçaladın
mı? Göster bakalım mendilin nerede?" noktasına varması muhtemel bir
üslubu kimseye yakıştırmam... Bunu yapan kişi, 'abilik rolü'
üstlendiğini düşünse de! **** Klasik müzik konserine giderim ya da
gitmem... Klasik müzikten hoşlanırım ya da hoşlanmam.. Bu sadece
beni ve hayatı benimle paylaşan yakın çevremi ilgilendirir...
Ayrıca nedir şu "klasik müzik dinlemenin, sevmenin insanın medeni
seviyesini belirleyeceği" kompleksi? Ben de klasik müzik seven ve
dinleyen biriyim, ama yaşamım boyunca hiçbir zaman bunun bir seviye
tayin ettiğini düşünmedim. Tüm yüksek sanat dallarının ve
ürünlerinin belli bir birikim sonucu değerlendirilebileceğini ve
keyfine varılacağını inkâr etmem tabii ki mümkün değil... Ancak bu
durum, yüksek sanat dallarıyla ucundan bucağından ilgisi olan bir
konuda en küçük bir imada bile bulunamayacağız, 'orada duracağız'
anlamına gelmez.. Kaldı ki ben ne Fazıl Say'ın sanatını eleştirdim,
ne de genel olarak klasik müziğe ilişkin bir eleştiri yaptım...
İşin erbabı olsam yapardım... Bir de şu var Yüksek sanat
dallarından keyif almak belli bir birikimi gerektiriyor diye, her
sanat hamiliğine soyunanı 'birikim sahibi' olarak göremeyiz.. Belki
de 'klasik müziğe ne kadar toz kondurmazsanız o kadar birikimli
olduğunuzu kanıtlamış olursunuz' anlayışına sığınılıyordur, ne
dersiniz? **** Hıncal Uluç, yazısında 'popüler' ve 'popülist'
terimlerini birbirine karıştırarak kullanmış.. Ben Fazıl Say için
'popülist' demedim ki! 'Popüler olmaya çalışıyor' dedim... Fazıl
Say'ın popüler olma gayretini de 'Anadolu yollarına düşmesi'ne
bağlamadım.. Onun yarattığı 'cep telefonu krizleri', Orhan
Gencebay'lı, Orhan Pamuk'lu yorumları, iki de bir polemiklerin
ortasına düşmesini anımsayalım... Bunlar yüksek sanatın
gerektirdiği ufuk açıcı olaylar mı, yoksa 'popüler olma
gayretleri'nin ürünü mü? **** Son olarak Ben klasik müziğe laf
etmiş değilim ama diyelim ki ettim... Bundan dolayı neden popülist
olayım ki? Sanki klasik müzik üzerine çok popüler bir tartışma var
da, halk 'biri klasik müziğe laf etsin' diye bekliyor ve ben de bu
'hedef kitle'nin sempatisi için çırpınıyorum