Punchdrunk: Londra’da farklı bir tiyatro macerası
Abone olİngiliz tiyatro grubu Punchdrunk, Londra’daki en yeni oyunları ‘Drowned Man’ ile katılımcıları dört katlı bir binanın içinde dolaştırırken 19’uncu yüzyılla Hollywood, hayal ile gerçeğin arasında gidip gelen bir deneyime sürüklüyor.
“Bayanlar ve Baylar! Temple Stüdyoları’na hoşgeldiniz! Mümkünse, arkadaşlarınızdan ayrılıp stüdyolarımızda yalnız bir yolculuğa çıkın! Maskenizi takın, kimseyle konuşmayın ve bambaşka bir tiyatro deneyiminin tadına varın!”
Londra’da İngiliz tiyatro topluluğu Punchdrunk’ın bu yaz sahneye koyduğu “The Drowned Man, Türkçesiyle “Boğulan Adam”, katılımcıları Hollywood’un arka sokaklarını keşfetmeye davet ediyor.
Katılımcı diyorum, çünkü izleyici demek pek doğru gelmiyor.
Punchdrunk, size üç saat boyunca dört katlı bir binanın içinde
dolaşmayı, deyim yerindeyse oyunu keşfetmeyi vaat ediyor, çünkü.
Söz verdiğini de fazlasıyla sunuyor.
Punchdrunk çok da yeni bir topluluk değil; 2000 yılından beri kentin değişik yerlerinde çoğu zaman terkedilmiş ya da pek göze çarpmayan yerleri elden geçirip oyunlarını bu mekanlarda sergiliyorlar. İngiltere Ulusal Tiyatrosu ile işbirliği içinde hazırlandığından, grubun en iddialı oyunu da bu olsa gerek.
Bu kez seçtikleri yer, kentin göbeğindeki Paddington İstasyonu’nun hemen arkasında, dört katlı eski bir posta binası. Bu mekanı bulabilmek için tam altı yıl beklemişler.
Kapıdan içeri adım attıktan sonra karanlık koridorlardan geçerek her birinde başka bir dünyanın yer aldığı odalara adım atıyorsunuz. Bazen yere iğne atsanız duyulacak kadar sessiz, bazen de müziğin çok yüksek olması ve yine karanlık yüzünden yön duygunuzu dahi kaybettiğiniz odalar, bunlar. Siz dolaşırken oyun sizin etrafınızda canlanıyor, şekilleniyor ve her katılımcının deneyimi de beraber dolaşmadıkları takdirde farklı oluyor, haliyle.
Takmanız istenen bir hayli korkutucu olan maskeyi kullanması çok rahat olmasa da sizi deyim yerindeyse, tam havaya sokuyor. Hatta katılımcıları da oyunun parçası kılıyor. Ama uyaralım, etrafınızı onlarca maskeli katılımcının çevirdiği karanlık bir salonda içiniz korkuyla da dolabilir, ya da bir önceki salonda, onlarca korkulukla yapayalnız kaldığınızdan bu duruma sevinebilirsiniz bile.
Kendinizi kimi zaman Los Angeles’ta sinemanın altın çağındaki şöhret ve ağır mobilyalarla kaplı gösterişe boğulurken, kimi zaman da gözden düşmüş bir Hollywood oyuncusunun hüznüne tanık olurken bulabilirsiniz. Bir sinema salonunda ya da bir Amerikan filminin içinde, dans eden kovboylarla çevriliyken umutsuz bir aşk, hemen yanı başınızda, tozu dumana katan bir dansa dönüşebilir.
Punchdrunk topluluğu bu oyun için George Büchner’in 19’uncu yüzyılda yazdığı Woyzeck eserinden ilham alıyor. Yoksulluk ve umutsuzluk içinde eski bir askerin kıskançlığın pençesine düşüp aşkı için yavaş yavaş bir katile dönüşmesinin anlatıldığı bu eser, 1960’lı yıllarda Hollywood’da da yer bulmuştu. “The Drowned Man” bu iki öğeyi aynı potada eritiyor ve katılımcıya yepyeni bir deneyim sunuyor.
Hayal ile gerçeğin iç içe geçtiği, oyunun içinde oyun diyebileceğimiz bu deneyimi Punchdrunk topluluğu, bir tür ‘immersive theatre’ diye tanımlıyor. Buna ‘katılımcı’ ya da ‘sarmalayan tiyatro’ demek mümkün. Bu tarz, yani izleyicinin devamlı hareket halinde olduğu “promenad” türü oyunlar, son on yılda Londra’da bir hayli yaygınlaştı. Yine bu yıl başında Thames Nehri’ne bakan Somerset House’da sergilenen “The Beginning was the End” prodüksiyonu, sizi bu 16’ıncı yüzyıldan kalma binanın bodrum katında dolaştırıyor, çeşitli gösterilerle insanın teknolojiyle olan ilişkisini sorguluyordu.
Bu tarzın bir başka örneği de gizli sinema. Aynı şekilde filme ilişkin çeşitli tüyolarla nasıl giyinmeniz gerektiği, filmin sergileneceği mekan, hep son dakikada açıklanıyor. Yine çeşitli odalarda dolaşarak filmin çeşitli sahnelerini keşfediyor, gecenin sonunda da filmin ne olduğunu öğreniyorsunuz, tabii yine göz alıcı bir performansla. Bu etkinliklerden birinde, bin binbeş yüz kadar takım elbiseli seyirci-katılımcı, Terry Gilliam’ın bürokrasi ve totaliter düzeni eleştiren, kara komedi türündeki filmi Brazil’i izlemişti.
Bu tür etkinliklerin en önemli özelliği kulaktan kulağa yayılıyor olmaları. Bu da talebi artırıyor. Çok da ucuz olmayan biletinizi çoğu zaman aylar öncesinden ayırtmak durumunda kalıyorsunuz. Bileti aldığınızda konusunu saklı tuttuklarından, bilmediğiniz dahi oluyor.
Buna rağmen Punchdrunk topluluğu, bağışlarla ayakta duruyor. 30 sterlin, yani yaklaşık 93 Türk lirası karşılığı “Keyholder- anahtarcı” olursanız grubun en yeni etkinliklerinden herkesten önce haberdar olma fırsatı elde ediyorsunuz. Daha çok bağış yaparsanız, oyunlardan birinde beklemediğiniz bir anda size özel bir tiyatro performansıyla dahi karşılaşabiliyorsunuz.
“The Drowned Man” 31 Aralık 2013’e dek Londra’da izlenebilir.