Prof. Dr. Zafer Karaer gündemi yorumladı
Abone olAnkara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Parazitoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zafer Karaer gündemi yorumladı.
İNTERNETHABER.COM/NİYAZİ
SOLAK: Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi
Parazitoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zafer Karaer'in
gündemi yorumlar nitelikteki o enfes yazısı;
DEĞERLİ OKUR,
Bağımsızlık noktasında ortak paydada bir araya getirdiğim 95.
Yılında andığımız “Amasya Genelgesi” ile ülkemizde üniversite ve
akademik anlayış üzerine 2004 yılında yazdığım ve "Penceremden
Üniversite Gerçekleri ve Ülkem" adlı kitabımda 2008 yılında “İlim,
ilim bilmektir; İlim, kendin bilmektir...” başlıkla yayımladığım
yazımı, güncelleştirerek sizlerle paylaşmak istedim..
Saygılarımla... Zafer KARAER
BİR ÜLKENİN BAĞIMSIZLIK-ÖZGÜRLÜK YÜRÜYÜŞÜ
“AMASYA GENELGESİ”
Kurtuluş, Bağımsızlık, İstiklal Savaşının başlangıcı ve Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yolda ilk belgeli adım olan;
Mustafa Kemal tarafından aydınlığın, karanlığa, gündüzün geceye en
uzun olduğu gün 1919’da 21’i 22 Haziran’a bağlayan gece “Aydınlık
Türkiye” için yaveri Cevat Abbas Bey’e yazdırdığı (8 karardan ilk
4’ü Esas olup; 1.Vatanın bütünlüğü milletin bağımsızlığı
tehlikededir. 2. İstanbul hükümeti aldığı sorumluluğun gereğini
yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gösteriyor.
3. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı
kurtaracaktır. 4. Milletin içinde bulunduğu durum ve şartların
gereğini yerine getirmek ve haklarını gür sesle cihana duyurmak
için, her türlü baskı ve kontrolden uzak milli bir heyetin varlığı
zaruridir…) Amasya Genelgesinin 95. Yılında başta Gazi Mustafa
Kemal ATATÜRK olmak üzere tüm fikir ve silah arkadaşlarını, bu
uğurda gazi ve şehit olanları, tabii ki genelgenin 3’üncü
maddesinde ifade edildiği gibi (Milletin bağımsızlığını, yine
milletin azim ve kararı kurtaracaktır.) bağımsızlığa inanan ve
uğruna her şeyini feda eden milleti minnet, şükran ve rahmetle
anıyorum.
NOT: Amasya Genelgesi ile ilgili yazım gecikmeli olduğu için özür
dilerim…
BİLİMSEL BAĞIMSIZLIK-ÖZGÜRLÜK YÜRÜYÜŞÜ
“İLİM, İLİM BİLMEKTİR; İLİM, KENDİN
BİLMEKTİR...”
“Bilime Hizmet Etmek; Bilimin Hizmetkârı Olmak!” başlıklı
yazımda; Bilim yoluna dünyayı, evreni kâinatı tanıma,
bilinmeyenlerini ortaya koyma ve hükmetme adına herkesin
girebileceğini, bu yolun genellikle çok uzun, zaman zaman çetin ve
sarp olduğunu: birçok engellerle ve bilinmeyenlerle dolu
olabileceğini; Bu yüzden bilim yolunda sabır, sebat, sadakat, sevgi
ve saygıya ve de tabii ki bilgiye ihtiyaç olduğunu; Yolun her mili,
hatta nano metresi bu bileşkelerle uzun zaman diliminde kat
edilebileceğini; Çoğu kez bir insanın ömrünün buna yetmediğini;
Mutlak surette refakatçilerin, takım arkadaşlarının, yol
arkadaşlarının el ele, omuz omuza olması gerektiğini ifade
etmiştim.
Türkiye’de bilim yolu özellikle YÖK’le (1982) birlikte getirilen
2547 sayılı kanunun Yükseltilme ve Atanma ile ilgili maddelerine
göre; sadece ve sadece “PUAN” almak için girilen ve yürünen bir yol
olmuştur. Çünkü ülkemizde bilim yoluna genellikle akademik kariyer
yapmak; yani yardımcı doçent, doçent, sonunda profesör olmak için
girilmekte ve hedeflenen her bir unvan için çalışmalardan belirli
sayıda puan toplanması gerekmektedir. Burada çalışmaların ülkeye ve
dünyaya katma değeri ya da özgünlüğü dikkate alınmamakta, sadece
rakamsal, sayısal toplam değer önemli olmaktadır. Yani
araştırmalarda nicelik değil, nitelik esas alınmaktadır. İşte bu
durum gerçek bilim yolundan sapmalara, bilimsel özgürlük ve
özgünlüğün engellenmesine ve de bilimsel sömürüye zemin
hazırlamaktadır.
Bu noktada; sapkın bilim yolunda, bilimsel bağımsızlık, özgürlük ve
özgünlük nasıl engellenmekte ve de bilimsel sömürü nasıl
gerçekleşmektedir? YÖK’ün ilk yıllarından son birkaç yılına kadar
atanma ve yükseltilme için gerekli olan puan, genellikle nasıl
kategorize edildiği anlaşılmayan, yurt dışı kökenli tekel olmuş,
çoğu paralı dergilerde çalışmaların yayımlanması ile alınmaktadır…
Bu dergilerde yayın anlayışı ise; genellikle direkt ülke
problemlerine yönelik çalışmalar; sadece Türkiye’yi ilgilendirdiği
gerekçesiyle yayımlanmamakta, buna karşılık ülkeye katma değeri
olmayan veya ithal moda-magazin türden çalışma konuları çok fazla
irdelenmeden hemen yayına kabul edilmektedir. Bu suretle ülkedeki
araştırıcılar farkında olmadan memleket sorunlarını çözümlemekten
ve özgün çalışma yapmaktan uzaklaştırılarak moda-magazin türden
ithal çalışma konularına yönlendirilmektedirler. Böylece bilim
ihracatçısı gelişmiş ülkeler dolaylı olarak ülkedeki çalışmaları ve
tabii ki düşünen beyinleri de ele geçirmektedirler. Yani yüklenmiş
programla eylemleri sınırlı bir robot veya işlem hacmi belirli bir
bilgisayar gibi ülke bilim insanlarını kontrolleri altında
tutmaktadırlar. Bu durum akademisyenleri bilimsel özgürlükten ve
ülkenin problemlerini çözümü noktasından uzaklaştırmaktadır.
Diğer taraftan moda-magazin türden çalışma konusu ihraç eden
gelişmiş ülkeler, bu çalışma konularında kullanılacak materyallerin
de (makine teçhizat, laboratuar sarf malzemeleri, teşhis kitleri,
ilaç v.b…) genellikle pazarlayıcısı olduklarından, aynı zamanda
ülkeyi Pazar olarak ta ele geçirmektedirler. Böylece bilim yolu
puan için kategorize dergi yayını üzerinden sömürü yoluna
dönüştürülmektedir..
Son yıllarda hangi amaçla olduğu pek bilinmeyen bir şekilde
ülkemizdeki yerli dergilerden bazıları İngilizce (!)
yayınlattırılarak puan kazandıran kategorize dergi sınıfına
alındılar. Bir an! bu dergilerle özgün ve ülkeye katma değer
sağlayan çalışmaların önü açılacak, böylece bilimsel özgürlüğe
kavuşulacak düşüncesiyle ümitlendik!.. Ama ne gezer; hedef yine
bilim yerine kısa sürede unvan ve bunun için de gerekli olan puan
olduğundan; daha uzun süreli ve bilhassa proje kökenli özgür, özgün
ve ülke sorunlarına çözüm getiren çalışmalar düşünülmediğinden
bilimsel özgürlük kazanımı ve bilimsel sömürüden kurtuluş da hayal
olmuştur.
Ülkemizde bilim yolunda “PROFESÖRLÜK” dönemi; hedefte unvan
olmadığı için puan ve takvimin aranmadığı, bu yüzden bilimsel
özgürlük ve bilimsel sömürüden kurtuluş ilanının en kolay
yapılacağı dönem olarak akla gelebilir. Ancak! Sonuç yine hayal
kırıklığı olmuştur. Çünkü bu dönemde profesörlerin büyük bir kısmı
profesörlüğün üstünde kazanılacak bir unvan olmadığından “Unumuzu
eledik…” anlayışı yüzünden ve bir kısmı da yıllarca ülke
gerçeklerinden uzak sadece unvan almak için puana yönelik çalışma
alışkanlıklarını terk edemediklerinden bilimsel özgürlüğe
kavuşamazlar ve bilimsel sömürüye alet olmaktan kurtularak bilimsel
devrimi gerçekleştiremezler.
Peki! Öyle ise; Bilimsel bağımsızlığa, özgürlüğe nasıl kavuşulur?
Ya da bilim yolunda çalışma gündemi ülke ve dünya gerçeklerine göre
özgür ve özgün olarak nasıl belirlenebilir? Tüm bu soruların cevabı
büyük Türk düşünürü Yunus EMRE’ nin “İlim, ilim bilmektir; İlim,
kendin bilmektir; Sen kendin bilmezsen, ya nice okumaktır….”
sözlerindeki satır aralarında aranmalıdır. Burada ilmin dolayısı
ile bilimin kendini tanımaktan geçtiğini, kendini tanımayanın ilim
yapamayacağını, bunun için önce“Ben kimim ve insani görevlerim,
sorumluluklarım neler?”. Kimliğime bağlı olarak “insanlık için,
dünya için ne yapabilirim?” gibi belki de hayatta ki en zor sorunun
cevabı aranmalıdır. Aslında zor olan bu sorunun cevabını düşünce
insanı Hz. Mevlana’nın “Okumayı öğrendim, okuma yazmayı öğretti,
yazma da kendimi öğretti bana” sözlerinde arayarak, kolaylıkla
bulabilir. Görüldüğü gibi insanın kendine, özüne giden yol okuma ve
yazmakla kat edilmekte ve bu şekilde kimlik ve kişilik
kazanılmakta; şahsiyet sahibi olunmaktadır,
…Ve İşte! O zaman; kazanılan kimlik ve kişilikle görev anlayışı ve
yol haritası belirlenebilir. İşte! O zaman; bilim yolunda sahte
hedefleri görmek mümkündür. İşte! O zaman; ipotek altındaki
zincirlenmiş, sınırlanmış düşüncelerden kurtulmak mümkündür. İşte!
O zaman; özgün, direkt ülke ve dünya sorunlarını çözümleyen
çalışmalar yapmak mümkündür. İşte! O zaman; fikri ve vicdanı hür
bilim insanları olmak mümkündür. İşte! O zaman; bizzat özdeyiş
olarak ifade ettiğim “Bilim ve ilimde hedef günceli yakalamak
değil, gündemi oluşturmak olmalıdır!” sözünde ki gündemi oluşturmak
mümkündür. Sonuç olarak; işte! O zaman bilimsel bağımsızlığa
özgürlüğe kavuşmak, bilimsel sömürüden kurtulmak mümkündür…
Bütün “…Ve İşte! O zaman” ları yaşama, hayata geçirmek için; 2547
sayılı kanunun Yükseltilme ve Atanma ile ilgili maddelerinin acilen
tekrar ele alınarak; bilim yolunun sadece ve sadece “PUAN” almak
için girilen ve yürünen yol anlayışının, kimlik ve kişilik
kazanılan; şahsiyet sahibi olunan bir yol anlayışına dönüştürülmesi
gerekmektedir. Yoksa! Bugüne kadar geçen her yıl bir önceki yılı
aradığımız gibi bugünleri de ararız…
Bütün bunları sağlıklı, özgür düşünen, ülkesini seven ve ülke
menfaatlerini kendi menfaatlerinden öncelikli tutan genç bilim
insanlarının çoğalması amacıyla yazıyorum.
Tüm okuyuculara saygılarımla... (2004-2014)