Post-modern Türkiye'de ne değişti?
Abone olEngin Ardıç'tan post-modern Türkiye'ye geniş bir bakış. Ardıç, bugünkü yazısında Türkiye'nin içinde bulunduğu post-modern süreci değerlendirdi.
Akşam Gazetesi yazarlarından Engin Ardıç, Türkiye'nin liberal
ekonomiyle girdiği post-modern süreci değerlendirdi. Bir gazeteci
gözüyle olaylara bakan Ardıç, başlıklı yazısıyla Türkiye'nin
geçirdiği evrimleri şöyle sıraladı:
Serdar lafı bitirdi: Türkiye, modern olamadan post-modern olmuş bir
ülkedir. Üstelik bir yanıyla öyle, bir yanıyla son derece
ilkel.
Modern olmak, aynı zamanda birey olmak demektir. Önce birey
olacaksınız ki, post-modern aşamada ('post' demek 'sonrası' demek,
koyun postuyla ilgisi yok) bireyciliğin iyice bokunu çıkarıp uçuk
kaçık serserilik edebilesiniz.
Ne oluyor? Böyle bir ülkede kızını bir çocukla elele tutuştuğu için
öldüren babayla, uyuşturucu kullanan eşcinsel fahişe yanyana rahat
rahat yaşayabiliyor.
Tıpkı son model araba kullanan sıkmabaş hatun gibi, kimisi kaldırım
kenarında kasap bıçağıyla koyun boğazlarken kimisi de Internet'ten
'tıklama' yöntemiyle sanal kurban kesiyor, yani keser gibi
yapıyor.
Ziraat Bankası kuyruğunda sürünen emeklilerle bankanın sitesinden
'sanal kredi kartı' kullananlar gibi yani.
Biri geride kalmış, öteki fazla ileri gitmiş iki örnek. Birey olan
'kurban murban kesmiyorum ulan' diyebilir ancak.
Birey, bir yandan başını örtüp bir yandan göbeğini açmaz.
İncil dağıtılmasına karşı çıkıp Kuran dağıtmak gibi tepkiler de
göstermez.
Devrimcilik oynayan çocukların birbirleriyle sevişebilmek için
örgüt yöneticisine 'devrim nikahı' kıydırmaları da ancak Türkiye
gibi bir yanıyla çok gerilerde kalmış, bir yanıyla fazla uçmuş
ülkelerde mümkündür. Birey, gönlü isteyince, canı çekince nikahsız
da yatar.
'Çelişkiler ülkesi' tanımı hem toplumun bu 'iki gerçeği birlikte
yaşama' garabetinden, hem de insanların bu iki gerçeği
'içselleştirmiş' olmalarından, kafalarının bir köşesiyle öyle, bir
ucuyla böyle durumda kalmalarından kaynaklanıyor.
Birey, kara çarşafın içine meme uçları ve apışarası deliği açıkta
bırakılmış iç çamaşırı giymez.
Çarşaf giyen de sinema karanlığında konuştuğu çocukla yiyişmez.
Noel çamını yılbaşında dikmez, ikisinin arasında bir hafta süre
vardır.
Aslına bakarsanız, Müslüman da Hristiyan yılbaşını kutlamaz. Ama
biz bu saçmalığı 'zarar yok, maksat gülmek eğlenmek' teranesiyle
gazete sayfalarından da pompalarız. Madem öyle, 9 Şubat'ta da
Budist yılı başlıyor (Maymun yılı bitiyor, Horoz yılına giriyoruz),
onu niçin kutlamıyorsunuz?
Hummer cipinin arkasında ekmek arası köfte ve çöp şiş satmak
gibilerden bir çelişki...
Bu kültür çorbası, hem yüzde yüz doğulu ya da yüzde yüz batılı
olamamakla, hem de modern olmadan post-modern 'takılmakla'
mümkündür.
Orhan Kemal okumadan Perihan Mağden, Oğuz Atay okumadan Ahmet Altan
okunmaz.
Nefi ya da Baki okurken birdenbire Küçük İskender'e ya da Murathan
Mungan'a da atlanmaz. Arada aşamalar vardır.
Türkiye bir yanıyla çok direndi ve çok geç kaldı, öbür yanıyla yeni
çağa kayıtsız şartsız tam teslim oldu.
Onun için okuma yazma bilmeyen ninelerle bilgisayar çökerten
bacaksızlar yanyana...
Bu bir 'kültürel şizofrenidir', çift kişilikli toplum. Daha doğrusu
'kimliği parçalanmış, kırılmış' toplum. Hem doğulu hem batılı, ne
doğulu ne batılı. Hem köylü hem şehirli, ne köylü ne şehirli. Hem
ilkel hem çağdaş, ne ilkel ne çağdaş. Latince terimi ben uydurdum,
telif hakkı istemem.
Kiminizin el öpme turlarıyla ve 'kabristan ziyaretinde', kiminizin
Avrupa'da kumar oynayarak, kiminizin namaz kılarak kiminizin rakı
içerek, kiminizin hac seferinde kiminizin cici mama peşinde
geçireceği bayramınızı kutlarım.
YAZI:Engin ARDIÇ