Popüler kültür, beyni geliştiriyor
Abone olUzmanların büyük bir çoğunluğu "Popüler kültür"ün beyni yok ettiğini savundu. Fakat buna karşı bir görüş ortaya atıldı. Özellikle bilgisayarın beyni geliştirdiği söylendi..
Wired ve Discover isimli bilim dergileri köşe yazarı Steven
Johnson, "Kötü Olan Her şey Sizin için Yararlı" isimli son
kitabıyla, bilinen tezlere karşı çıkıyor ve ‘Bilgisayar oyunları
beynin gelişiminde en önemli rolü oynuyor’ diyor.
Günümüzde anne babalar bilgisayar oyunlarının şiddeti körüklediği,
televizyon dizilerinin ahlaki değerleri yerle bir ettiği endişesi
ile çocuklarını bunlardan uzak tutmaya çalışıyor.
Popüler kültürün temelini oluşturan bilgisayar oyunları ve
televizyon dizileri gerçekten zararlı mı?
Bazı akademisyen ve eğitim uzmanları bu oyunların beyindeki
sinirsel devrelerin gelişimini körükleyerek öğrenme konusunda
yepyeni bir sayfanın açıldığını söylüyorlar.
Ayrıca günümüzde eleştiri oklarının hedef tahtası haline gelen
televizyon dizilerinin de karmaşık insan ilişkilerini daha iyi
kavramamızı sağladığı için yararlı olduğunu savunuyorlar.
Bilgisayar oyunları ve TV dizilerinin yön verdiği popüler kültürün
savunucularından biri de Steven Johnson. Wired ve Discover isimli
bilim dergilerinde köşe yazarlığı yapan Johnson, "Kötü Olan Her şey
Sizin için Yararlı" isimli son kitabında, popüler kültürün
sanıldığı gibi toplumsal çürümeye yol açmadığını, tam tersi
toplumların entelektüel açıdan gelişmesine katkı sağladığını ileri
sürüyor.
Steven Johnson, New Scientist dergisinin son sayısında yer alan
söyleşisinde, popüler kültüre farklı bir perspektiften bakıyor:
Çoğunluk popüler kültür konusunda ne düşünüyor?
Steven Johnson- Şu anda toplumlar bu konuda iki kampa ayrılmış
durumda. Bu ikisinin arasında çok şiddetli bir çekişme hüküm
sürüyor. Biri popüler kültürün, hükümetlerin müdahalesini gerekli
kılacak kadar zararlı olduğunu düşünürken, bir diğeri sadece kötü
olduğunu savunuyor.
Bu tartışmaların temelinde kültürün ahláki açıdan ne tür bir model
oluşturması gerektiği sorusu yatıyor: Kültür çocuklara tartışmasız,
pozitif mesajlar mı iletmeli? Ben bu soruya farklı bir açıdan
yaklaşıyorum ve çocukların kültürden bir anlam çıkartmaları için
harcayacakları bilişsel gayretin daha önemli olduğunu
düşünüyorum.
Karmaşık sorunların çözümünde, uzun vadeli insan ilişkilerinin
oluşturulmasında kültürel formlar çok önemli bir rol oynar. Genel
olarak yaşam giderek daha karmaşık bir hale geliyor.
Kültürün de benzer şekilde karmaşıklık açısından artış gösteren bir
trend izlediğini düşünüyorum. Sözgelimi "Sopranolar" bu
karmaşıklığın tipik bir örneği. Bu dizide aynı olayı farklı
kişilerin ağzından dinlerken, olaylara farklı açılardan bakmayı
öğreniyoruz.
Siz popüler kültürü "okurken" veya bilgisayar oyunlarını çözerken
insanların beyinlerinin geliştiğini mi söylemek istiyorsunuz? Bunu
nasıl başarıyor?
-Bana kalırsa bilgisayar oyunları ve etkileşimli medya beynin
gelişiminde en önemli rolü oynuyor. Eğer bugüne dek hiç bilgisayar
oyunu oynamadıysanız, hemen oynayın. Sim City’yi öneririm; bu tüm
zamanların en popüler oyunu.
Háttá "Grand Theft Auto" gibi yoğun şiddet içeren senaryolar bile
beyninizin kapasitesini zorladığı için yararlı. İnsanlar bilgisayar
oyunlarının çocukları şiddete alıştıran ucuz bir eğlence olduğu
gerekçesiyle kaygı duyuyor.
Ancak oyuncular, oyunun sonuna kadar olayları izlemek ve
karşılaştıkları engellerle baş edebilmek için müthiş bir efor sarf
ediyor. Oyunu oynamak için kuralları öğrenmek bile beyni
çalıştırıyor.
Roman okumak da aynı şekilde beyni çalıştırmaz mı?
-Roman okumak gibi geleneksel entelektüel egzersizler büyük bir
psikolojik derinlik, neden-sonuç ilişkisini anlamak için kavrama,
dil zenginliği gibi yetenekleri geliştirir. Ancak bu egzersizlerde
kararları hep başkaları verir. Oysa video oyunlarının her
saniyesinde, durumu anında değerlendirip, doğru ve hızlı kararlar
almanız gerekir. Doğru stratejiyi belirlerken, doğru yolu seçerken
daha kıvrak bir zekáya sahip oluyorsunuz.
Bu söylediklerinizin Flynn etkisi olarak bilinen olguyla bir
bağlantısı var mı? Biliyorsunuz Yeni zelanda’da çalışan politik
bilimci James Flynn, zeká katsayısının son yüzyılda arttığı tezini
savunuyor. Flynn, farklı ülkelerde yapılan zeká testlerinden yola
çıkarak, son yüzyılda ortalama IQ puanının her 10 yılda bir 3 puan
arttığını ileri sürüyor (Bilgi için: www.pespmc1.vub.ac.be)
-Belki. Flynn’a bilgisayar oyunları hakkındaki görüşlerini sordum.
Bana yanıt olarak babasının her gece işten eve gelip neler
yaptığını anlattı. Yorgun argın eve gelen babanın tek arzusu akşam
yemeğini yiyip yatağına uzanmakmış. Televizyonda karmaşık olayların
arap saçına döndüğü filmleri izlemek veya bilgisayar oyunları
oynamak gibi alışkanlıklar söz konusu bile değilmiş.
Eskiden farklı olarak, ayrıca, her geçen gün arayüzlerin
(interfaces) çoğaldığı bir dünyada yaşıyoruz. TV izlemek için
yalnızca oturuyorsunuz. TV’nin bir uzaktan kumandası var. Şimdi
insanlar bilgiye erişmek için bu arayüzleri nasıl kullanacaklarını
da öğrenmek zorundalar.
Zamane çocukları yepyeni bir teknolojinin önüne oturup, kullanma
kılavuzlarına bile bakmadan, teknolojiyi kullanma becerisini
gösteriyor. Bu yepyeni bir zekánın ortaya çıkışını haber veriyor.
İşte bilgisayar oyunları çocukları böyle bir dünyaya
hazırlıyor.
Bu arada başka zekáları yitirme tehlikesi söz konusu değil mi?
-Evet. Oyunlardan elde ettiğimiz deneyimlerin sosyal ve duygusal
zekálarımıza katkısı olduğunu söyleyemeyiz. Ama şekil tanıma, sorun
çözme ve görsel zeká bu oyunlardan çok büyük fayda sağlıyor.
İnternet evriminin son üç-dört yıl içinde yol açtığı gelişmeler
genellikle toplumsal açıdan önem kazanıyor. İnsanların birbiriyle
tanışmalarını sağlayan siteler var. İnternet üzerinden çeşitli
tartışma gurupları kuruluyor. İnsanlar aralarında forumlar
düzenliyorlar.
7 yaşındaki yeğeninizin Sim City’den etkilenerek "sanayiden alınan
vergileri niçin düşürmüyoruz?" gibi ilginç sorular sorduğunu
anlatıyorsunuz. Bu tür mesajları oyunun altyapısı içine
yerleştiriyorlar. Sizce bu sinsi bir taktik değil mi?
Evet, Sim City gibi oyunlara dünyanın nasıl olması gerektiğine
ilişkin kuramlar yerleştirilmiş. Doğal olarak oyuncular bu
kuramları içselleştiriyor. Eleştirmenler bunları değerlendirmek
zorunda. Ancak yeğenimde beni şaşırtan, kentlerin nasıl olması
gerektiği konusundaki düşünceleri değil. Bu oyunların kurallarını
30 dakika gibi kısa bir süre içinde, dışarıdan yardım almadan
çözmesi. Satrancın beynin gelişimi için yararlı olduğuna inanırız.
Bunun nedeni, satrancın insanlara yaşam dersleri veya ahlaki
öğütler vermesi değildir. Satrancın yararı insanlara birkaç aşama
ötesini düşünme alışkanlığını kazandırmasıdır.
Oyunları cazip kılan nedir?
Sinir bilimci Jaak Panksepp’in beyindeki "arayış devresi" kavramına
katılıyorum. Bu devre büyük ölçüde dopamin ödül sistemiyle
ilgilidir. Eğer elde ettiğiniz ödül beklediğinizin altındaysa,
arayış devresi tetiklenir ve siz çevrenizi daha iyi keşfetmeye
çabalarsınız. Bana kalırsa insanları oyunlara çeken bu ödül ve
keşfetme arzusunun birleşimidir.
Siz çocukken kendi uyarıcılarınızı kağıt ve kalem kullanarak
kendiniz yaratmaya çalışıyordunuz. Bunun beyindeki etkisi
nasıldı?
-Sanıyorum ki bunun nöroloji ile fazla bir ilgisi yok. Büyük bir
olasılıkla, beyin "güven sınırları" içinde çalıştığımız sürece
öğrenmeye odaklanıyor. Güven sınırları şu anlama geliyor: Çok zor
değil ama çok kolay da değil; tam sınırda. İşte oyunlar tam bu
sınır üzerinde çalışır.
Şu anda hangi oyunu oynamayı tercih ediyorsunuz?
-Uzun bir süre saatlerce Sim City oynadım. Şimdi artık iki küçük
çocuğum var ve yoğun bir iş temposu içindeyim. Bu nedenle ancak
haftada 2-4 saat oynayabiliyorum.
Peki 10 yıl önce ne kadar oynuyordunuz?
-Galiba 5-6 saat
Kaynak: www.hurriyetim.com.tr