Popstar'ı kazanan pavyona düşer
Abone olÜnsal Oskay, yarışmayı yerden yere vururken şu sözleri söyledi: "Popstar'ı kazanan aday pavyona düşer.."
Radikal gazetesinden Neşe Düzel, Toplum, iletişim ve medya
konularındaki araştırmalarıyla bilinen Ünsal Oskay ile Popstar
yarışmasını, bu yarışmanın toplumla ilişkisini, nasıl star
olunduğunu, toplumların şöhret çıkarma ihtiyacını ve medyanın
şöhreti yaymadaki payını konuştu. Popstar yarışmasını seyrediyor
musunuz? -- Zaman zaman seyrediyorum. Yazı da yazdım bu konuda. Bu
yarışma entelektüel çevrelerde de taraftarlarını ve muhaliflerini
yarattı. Olumlu ya da olumsuz, bu çevrelerin de ilgisini çekiyor
Popstar yarışması. Bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz? -- Entelektüel
dediğiniz insan türü 24 saat entelektüel değildir. Hatta
entelektüel dediğiniz insan türü, tarihin bazı dönemlerinde
entelektüel gibi yaşar, bazı dönemlerinde de soytarı gibi. İnsan
ömrü yalıtılmış bir gerçeklik değil ki. Yaşadığınız dönemle
etkileşim halinde olan bir hayata sahipsiniz. Eğer dünya bugün
ciddiyetten uzaklaşıyorsa, insanı daha mutlu ve daha özgür kılacak
bir politik aksiyon, bir tefekkür kalmamışsa, entelektüel dediğiniz
insan kategorisi de dünya ne haldeyse onu taban alır ve o da
gündelik ekmeğinin peşinden koşar. Öyle ki, bugün artık güzel
lafları savunmak, dünyadan keyif almayan hasta ruhlu bir aydın
olmak sanki. Anlamadım... -- Bugün güzel düşünceleri savunduğumuz
zaman `boring` (sıkıcı) oluyorsunuz. Ama piyasanın yaygın laflarını
konuştuğunuz zaman boring olmuyorsunuz. O zaman hayatı seven,
insanlara tepeden bakmayan bir aydın sayılıyorsunuz. Bence insana
tepeden bakmanın en namussuz biçimi, insanı bugünkü zelil durumunda
ele alıp, sırtını okşamaktır. Oysa insanoğlu daha iyi bir yaşama
sahip olabilir, daha iyi bir sofrada yemek yiyebilir, daha iyi bir
iş sahibi olabilir, gelirini artırabilir ve daha temiz bir şehirde
yaşayabilir. Marx, `Bizim amacımız işçi sınıfını sevmek değil`
diyor. `Biz insanoğlunu seviyoruz. Bizim amacımız, işçi sınıfını
bugünkü zelil durumundan bir an evvel kurtarmak...` Bunun Popstar
yarışmasıyla bağlantısı nedir? -- Popstar yarışması gibi
programları fazlasıyla beğenen aydınlar, hayatlarını Marlon
Brando`nun, Bertolucci`nin filmleriyle zenginleştirmiş insanlar.
Eğlence olsun diye Popstar yarışmasını ve buna benzer programları
beğeniyor olabilirler ya da bunlara tolerans gösterebilirler.
Yalnız şu var ki, onlar televizyonu açıp o programları bir saat
izliyorlar, iki gün sonra da bir tiyatroya gidiyorlar. Diğer
insanlar gibi hayatları bütünüyle bu tür şeylerden oluşmaya
başlamadı. Entelektüeller, hangi açılardan ilgileniyorlar bu
konularla? -- Eğer entelektüel ciddi bir entelektüelse
kalabalıkların beğenisini horlamaz. O, kalabalıkların beğenisini
değiştirmesini ister. Peki bu konularla ilgilenmek ya da
ilgilenmemek, entelektüelliğin bir göstergesi olabilir mi? -- İyi
ya da kötü entelektüelin göstergesi olur bu. Biz bazı kavramların
içini boşalttık. entelektüel hayat karşısında sorumluluğu olan
insandır. Bu sorumluluk da, daha çok sayıda insanın iyiyle ve
güzelle tanışmasını istemektir. Buradaki hayat felsefi anlamda bir
kavramdır. Hayat, shopping center ya da life style gibi şeyler
değildir. Öğrencilerimden biri geçenlerde bana, `Hocam biriyle
ilişkim var` dedi. `Şikâyetin nedir peki` dedim. Neymiş? -- Bir
sürü şey saydı. Ben de, `Peki onun yanında niye hâlâ duruyorsun`
diye sordum. `Jipi büyük` dedi. Ben jip düşmanı değilim.
Sevgilisinin inşallah kamyonu da olur ama, insan bir aşkta jipten
önce başka şeyler de ister. Kendi hayatına sahip çıkmaya daha fazla
özenir. Aşkın tam olması için, sevgilisi aynı müzikten, aynı
şiirden hoşlanıyor mu, buna da bakar. İşte entelektüellik burada
devreye girer. Ama dünyada bugünkü yaşama biçimi öyle irrasyonel
ki, insanı mutlu kılmıyor, aklını özgürleştirmiyor. Oysa rasyonel
olan, insanın rahat etmesidir, korkusuz yaşamasıdır ve jipi var
diye değil, sevmek istediği için doyasıya sevmesidir. Biz aileler
olarak dünya kadar emek verip çocuklarımızı okutuyoruz. Sonra ne
oluyorlar? Ne oluyorlar? -- Bir büyük holdingde abuk sabuk bir işte
oturuyorlar. 20 sene sonra da onlara, `Senin artık bilgilerin out
of date oldu. Öyle geçici bir master programıyla da bu bilgilerini
geliştiremezsin. Onun için seni artık Filipinler`e sürelim. Üçüncü,
beşinci derecede yerlere gönderelim` diyorlar. Siz artık, dünyada
bugünkü sistemde 45 yaşında bir süprüntüsünüz. İnsanın adına hayat
diyeceği şey bu mudur? Bunun entelektüellikle bağlantısı nedir? --
Entelektüel olmak bu sorunu fark etmek demektir. Bu sorunu fark
etmeyen de entelektüel değildir. O, olsa olsa `literati` olur.
Okuryazarlığı olanlara `literati` denir. Literatiden noter olur.
Sütun yazarı olur. Formatı 36 ülkede geçerli olan bir televizyon
programını buraya getiren organizatör olur. Literati dil bilir, iyi
giyinmesini bilir, şakalaşmasını bilir. Ama ben neyim gibi
düşünceleri aptallara mahsus şeyler zanneder. Bugün dünyanın 36
ülkesinde popstar yarışması yayımlanıyor. Master denilen kalıp
dışarıdan getirilip aynı program bizde de yapılıyor. Dünya artık
tek bir modelde insan üretmeye başladı. Popstar yarışması hangi
nedenlerle toplumun böylesine büyük ilgisini çekti? -- Televizyon,
içimizdeki arzuları, deneyemediğimiz şeyleri, kamu adına olumlayan
bir nevi etik şifre oluyor. İnsanlara, `Sen de yapabilirsin. Müzik
eğitimi görmeden, ortaya çıkıp sen de hayatını şarkıyla
değiştirmeyi düşünebilirsin. Eğitim almadan dansçı, baleci, sütun
yazarı olabilirsin` dedirtiyor. Ayrıca bir de yabancılaşma diye
evrensel bir olgu var. İnsanlar yere saçılmış civa taneleri
gibiler. Toplumun işleyişi, herkesi tek başına bırakma, önemsiz
kılma, aynı sorunları paylaşsa bile o sorunları çözmek için bir
araya gelmeyi düşünmeme mantığına dayanıyor. Bu yüzden de böyle bir
toplumda herkes bilinmek, fark edilmek, görünmek için çırpınıyor.
Giyim, kuşam merakımız da buradan geliyor. Farklı olalım, birey
olalım, birileri bizi görsün... Günümüzde bütün dünya bir
yabancılaşma içinde. Akıllısı da yabancılaşma içinde, akılsızı da.
En çok yabancılaşan da literati dediğimiz meslek edinmek için
okumuş yazmış olanlar. Popstar yarışmacılarından Bayhan`ın cinayet
işlemiş olması bu yarışmaya ilgiyi artırdı mı sizce? -- Bunu
cevaplamak çok ayıp Neşe hanım. O, programa renk kazandırıyor.
Bayhan olmasa bu yarışma bu kadar ilgi çeker miydi? Bunu bilemeyiz.
Bayhan`la işin dramatik yönü patladı ve bu da algılamayı
kolaylaştırdı. Dramatik boyut yüzünden, izleyici programın içinde
daha çok yer aldı. Bayhan elenirse bu yarışmaya ilgi azalır mı?
Sanmıyorum. Çünkü şu yargıya varıldı. Bu toplum artık cinayeti
ebedi bir suç, ebedi bir leke saymıyor. Bir tarafta başarılı bir iş
yaparsan, cinayet falan hoş görülebilir. Toplum bu mesajı aldı.
Zaten herkes de bunu istiyor. İşlediği cinayetlerden sonra bir
yerlere gelmesine, toplumun hoşgörüyle bakmasını istiyor. Bu
hoşgörü öyle insanları yücelten bir hoşgörü değil. Şair Ece
Ayhan`ın dediği gibi, ortalama insanın kendi bataklığı içindeki
hoşgörüsü bu. Ece Ayhan, `Bir toplumun içinde sen ne kadar
çabalarsan çabala, nereye gidileceğini toplumdaki ortalama insanın
baskısı belirler` diyor. Bu tür yarışmalarda seyirciler
yarışmacılarla özdeşlik kurar mı? -- Kurar. Buradaki özdeşleşme
aynı kültürü ve geleneği paylaşan halkın kendi içindeki
hatırlatmalardır. Bu kültürün içinde kalırsanız günün birinde albay
ya da general olursunuz. Bu kültürün dışına çıkarsanız uzatmalı
çavuş olursunuz. Bayhan, yarışmanın başından beri en çok ilgiyi
çeken yarışmacı oldu. Sadece şarkı söyleme biçimi değil, sahnede
duruşu, bakışı da diğerlerine benzemiyordu. Onda hep bir yabancı
hali vardı. Sanki o, ne yarışmaya ne de başka bir yere aitmiş
gibi... Onun bu hali seyirciyi nasıl etkiledi? -- Cevabı çok basit.
O, hepimiz gibi yersiz ve yurtsuz biri. Böyle yersiz ve yurtsuzken,
şimdi Kaf Dağı`nın ardında peri padişahının ülkesinde bulunuyor.
Televizyonda yarışmaya katılıyor. Yarışmayı kazanırsa, padişah
kızına bunu koca olarak seçecek. Herkes işte buna imreniyor. Onun
yırtıcılığı, yabanıllığı, görgüsüzlüğü, duruşu, insanlara şunu
söylüyor: `Senin de şansın var. Niye olmasın?` Bu, sıradan insanın
sırtının farklı bir şekilde sıvazlanmasıdır. Sıradan insana,
`Hiçbir kusurun fazla değil. Bütün bu kusurlarla birlikte pekâlâ
Kaf Dağı`nın arkasında iyi sultanın açtığı yarışmaya
katılabilirsin. Kız orada seni bekliyor` deniyor. Bu yarışma bir
ses yarışması değil. Çok daha iddialı hedefi olan bir yarışma. Bir
star aranıyor bu yarışmada. Starı nasıl tarif ederiz? -- Günümüzde
star diye bir şey yok. Starlık geçici. Bu yarışmayı kazanan adam da
çok kısa bir süre içinde basit bir kaset çarşısına, oradan da
pavyonlara düşer. Zaten burada starın kendisi önemli değil. Bir
star bitecek sonra başka bir star çıkacak. Burada, birçok
kusurlarına rağmen, star olma sürecini görmek önemli. Bu programla
onu gördük biz. Biz star olma sürecine bakıyoruz ve star olma yolu
bize de açıkmış gibi geliyor. Peki starı star yapan temel özellik
nedir? -- Zamana göre değişiyor. Daha önceleri çok çalışmak, sebat
etmek, yıllara dayanmaya çabalamakken, şimdi starlık işi rastlantı
ve talihle açıklanmaya çalışılıyor. Aslında rastlantı, talih
yoktur. Talih, doğru zamanda doğru yerde olmayı bilmektir. O doğru
yer ise bir metrekare. Oraya 55 bin tane adam girmek için mücadele
ediyor. Peki içlerinden sadece biri nasıl oluyor da doğru zamanda
doğru yerde olabiliyor? Doğru yerde olabilmek için kaç kişiye çelme
takıyor, kaç kişiye ihanet ediyor, kaç kişinin elini eteğini
öpüyor? Bütün bunları yaptıktan sonra işte bir star olarak
keşfedilmiş oluyor. Tabii ben burada hak edilmemiş bir starlıktan
söz ediyorum. Yoksa idil Biret, Suna Kan`a bu anlamda kim söz
söyleyebilir ki. Onların emsali yok. Onları medya yapmadı. Şöhretin
yayılmasında medyanın rolü nedir peki? -- Medya sistemin hem
yaratıcısı, hem ürünü. Artık bugün aile yok, medya var. Okul yok,
medya var. Kilise yok, medya var. İnsanın doğumundan erişkin yaşına
kadarki sosyalleşme süreci eskiden aile, arkadaş grubuyla olurdu.
Şimdi ölünceye kadar bizi medya sosyalize ediyor. Sistemin uygun
gördüklerini kabullendiriyor, uygun görmediklerini
dışsallaştırıyor. Peki medya kimi şöhrete taşıyacağına nasıl karar
verir? Seyirciler ve okuyucular mı medyanın tercihini belirler
yoksa medya mı seyircilerle okuyucuların tercihini? -- Günümüz
toplumunun en iyi sosyal bilimcileri medyada çalışanlardır. İnsanı
en iyi onlar tanıyor. Türk halkı tuzlanmış et mi, pastırma mı yoksa
sucuk mu sever? Siz istediğiniz kadar bu konuda bilimsel araştırma
yapın, hiçbir zaman bunu günü gününe saptayamazsınız. Ama halkın
nabzını elinde tutan medyacılar, halkın nereye gittiğini, ne
olduğunu sezinler. Medya hiçbir şeyi rastlantısal olarak tercih
etmez. Bir şeyin tutup tutmayacağını sezer o. Sonra da tutacağını
hissettiği o anlayış, o yaklaşım, medya istese de istemese de bir
anda toplumda güçlenir. Medya hiçbir zaman tek başına günahkâr
değildir. Ama günahsız da değildir. Deniz Seki, benim hayatımda
medya aracılığıyla yer alan biri. Deniz Seki hayatımda çok yer
aldığı zaman ne oluyor biliyor musunuz? Ne oluyor? -- Kızımın
hayatta olmak istediği şeyde, belirleyici faktörlerden biri olmaya
başlıyor. Oğlumu da ne olacağı konusunda bir başka medyatik tip
etkiliyor. Bütün ömrünü yazmaya okumaya harcayan benim, bir baba
olarak çocuklarıma katkım artık eskisi gibi olmuyor. Ben
üniversitede öğrencilerimin kafalarını geliştirmeye çalışıyorum.
Bana, güzelce olan bir kız öğrencim, `Hocam Marx kim? İyi bir şey
mi` diye soruyor. Marx`ı artık okumuyorlar. Marx`ı master, doktora
öğrencileri de okumuyor. Şöhretlerin toplumdaki işlevi nedir? Niye
toplumlar içlerinden şöhret çıkarma ihtiyacı hisseder? --
Aristotoles, `İnsanların bir kısmının özgür olması için kölelere
ihtiyaç var` diyordu. Gerçi gelişmiş makinalar dönemine geçildi
ama, mülkiyet sistemi değişmediği için, kölelik toplumun bir
bölümünün sözüm ona özgür olması için hâlâ gerekiyor. Biz işte bu
görüntüden sıkılıyoruz ve yılda bir, iki kez Popstar gibi yollarla
kölelerden birkaçını yukarılarda bir yerlere çıkarıyoruz. Böylece
bizim de bir gün o yerlere gelebileceğimizi düşünüyoruz. Bu
özgürlük bizi rahatlatıyor. Ama bu yolda kaç genç kızın, kaç genç
erkeğin hayatının heder olduğunu düşünmüyoruz. Hiç yoktan, bir
insanı belki şöhret yapabilirsiniz. Peki temeli olmayan bir şöhreti
sürdürmek mümkün müdür? -- İsim vermeyeyim ama... İdil Biret mi
daha şöhretli yoksa adını ve resmini her gün medyada gördüğümüz
bilmem ne artist ya da şarkıcı mı? Biz toplum olarak çok değerli
porselenlerimizi müzeye kaldırdık. Onları hayatın bütün
alanlarından çıkardık. Yaşadığımız hayatta artık ucuz porselenler
var. Sorarım size, böyle mi olmalı hayat?