Politikayı iki kurum belirliyor
Abone olEski Savunma Bakanlarından Zeki Yavuztürk sivil, bürokat ve asker arasındaki ilişkiyi anlattı. Eski bakan Türkiye'de savunma politikasını kimlerin oluşturduğunu yazdı.
Eski Savuma Bakanı Zeki Yavuztürk Radikal'den Neşe Düzel'in
konuğu oldu. Düzel'in sorularını cevaplayan Yavuztürk, Savunma
Bakanlığı'nın iç yapısı hakkında önemli açıklamlarda bulundu. Eski
bakan ayrıca Cumhurbaşkanlığı seçimlerine de değindi.
Türkiye nedense 'cumhurbaşkanlığı seçimi' sözünü her duyduğunda bir
tür sinir krizine tutuluyor. Ortalık gerginleşiyor. Daha
cumhurbaşkanlığı seçimine iki yıl olmasına rağmen gerginlik
şimdiden başladı. Turgut Özal cumhurbaşkanı seçildiğinde siz onun
en yakınlarından biriydiniz. O zamanları hatırlıyor musunuz?
Hatırlıyorum. O zaman da cumhurbaşkanlığı tartışmaları bir, bir
buçuk sene öncesinden başlamıştı. Herkes gibi Turgut bey de 'Hele o
gün gelsin, düşünürüz. Adaylığı henüz düşünmedim' diye konuyu
geçiştiriyordu. Aday olacağını son günlere kadar söylemedi.
Özal, dindar bir insan olarak tanınıyordu. Hatta Devlet Planlama'da
çalışırken kardeşiyle birlikte ona 'takunyalı biraderler' dedikleri
de söylenir. Bu dindar kimliği bir tedirginlik yaratmadı mı?
Bazı çevreleri rahatsız etmiş olabilir ama Turgut beyin dindarlığı
bugünkülerle kıyaslanmayacak kadar bireysel bir dindarlıktı. Semra
hanımın varlığı bu tedirginliği azalttı zaten. Semra Hanım en
başından sonuna dek rejim açısından ANAP'a büyük rahatlık getirdi.
Aslında Turgut beyin cumhurbaşkanlığıyla ilgili tedirginlik
dindarlığıyla değil de, onun şortla bir birliği ziyaret etmesiyle
ilgiliydi. 'Onun dindarlığına, cuma namazlarına gitmesine
alışamadım' diyen çıkmadı da, 'merasime şortla katılmasına
alışamadım' diyen çıktı.
Cumhurbaşkanlığı neden bu kadar önemli Türkiye'de?
Çankaya'nın yetkileri ve bu yetkilerin kullanılması meselesidir bu.
Bizim sistemde cumhurbaşkanı çok yetkilidir ama yaptığı
işlerdenAnayasa'ya göre sorumsuzdur. Bir noktada padişah demek bu.
Temsil gücü en yüksek bir makamdır cumhurbaşkanlığı. İstediğinde
kabineye başkanlık yapabilir. Kararnamelerin çıkarılmasında
görüşünü kabul ettirebilir. Oysa kararname dediğiniz yürütmenin ta
kendisidir. Silahlı Kuvvetler'in komutanından Anayasa Mahkemesi'ne,
Danıştay'dan Yargıtay'a devletin önemli makamlarına atamaları
yapar. Demirel'in cumhurbaşkanlığının uzatılmasına niye karşı
çıkılmıştı?
Niye?
Süleyman bey yedi yıllık cumhurbaşkanlığında devirleri biten
üyeliklere atamalar yapmıştı. İkinci yedi yıllık devrede yapacağı
yeni atamalarla devletteki organların tek hâkimi olur, tamamen
kendisinin hâkim olduğu bir Anayasa Mahkemesi, YÖK oluşturur diye
endişe duyuldu. Bugün de Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığına, Köşk'e
türbanı sokacak düşüncesinden ziyade üst kademelere yapacağı
atamalarla devletin kurumları arasındaki ahengi sağlayamayacağı
endişesi var. Bizdeki sistemde, cumhurbaşkanına tanınan yetkiler,
onu tamamen sistemin içine sokuyor, yönetimde aktif duruma
getiriyor. Türkiye'de seçilenlerin hükmetmesi bu yolla
kısıtlanıyor. Mesela demokrasilerde en önemli konu vergilerin
toplanması ve harcanmasıdır. Bizde vergilerin harcanmasında
yürütmenin etkili olmadığı alanlar var. Mesela üniversitelerin
tahsisatları. Bütçeyi YÖK yapar, parlamento Milli Eğitim
Bakanlığı'nın bütçesi içinde geçirir. Çünkü esas olan bütçeyi
yapandır. Bütçeyi yapanın neleri bütçeye koyduğu konusunda sizin
parlamento olarak bir tasarrufunuz yoksa, yaptığınız iş bir noter
işleminden öteye gidemez.
Siz savunma bakanıydınız. Orada da durum aynı değil miydi?
Türkiye'deki sistemde, Meclis'te ve bakanlıklarda acemilik sorunu
var. Bakanlıklar devamlı acemilerin elinde kalıyor. Oysa bir
bakanın bakanlığını idare edebilmesi için yerinde uzun kalması
gerekir. Kalamadıkları için bizde bürokrasi etkindir zaten.
Bürokratlar bu sistemden hoşlanır. Bakana, 'Benim yetiştirdiğim
bakan' der ve ona birkaç ay sonra nasıl olsa gidecek diye
bakar.
Halkın vergilerinin nasıl harcandığını seçilmişler bilmiyor mu?
Zor bilirler. Ama görevinde uzun kalan bürokrasi bilir. Savunma
bakanı
olarak imza yetkiniz vardır ama hangi paranın hangi maksatla nereye
gittiğini bilemezsiniz. Bu harcama niye bu kadar diye sorduğunuzda
gerekçeyi getirirler. Sizin o gerekçeyi anlayabilmeniz için
askerlerle beraber çalışacak sivil uzman kadronuzun olması gerekir.
Oysa Savunma Bakanlığı'nda bakanın kendi atadığı böyle bir kadrosu
yok. Uzmanların hepsi asker. Şimdi güvenlikten sorumlu olan kuruluş
'Benim ihtiyacım budur' diyor. Ben bakan olarak tek başıma 'Senin
istediğin niye bu kadar fazla' diyemem ki. Bilmiyorum ki.
Bilmediğim bir şeyi nasıl söylerim.
Meclis'te Savunma Bakanlığı bütçesi tartışılırken bakan olarak
kalkıp bilmediğiniz bir şeyi nasıl savunuyorsunuz peki?
Rakamları savunuyoruz. Artık güveniyorsunuz. Sonra bu, bir noktada
güvenlik meselesidir, fazla detaylı bilmek belki de gerekmez. Ben
dört yıl Silahlı Kuvvetler'le çok iyi bir ahenk içinde görev
yaptım. Ama gelişmiş ülkelerde, askerler askerlik sanatıyla,
eratın, subayın yetiştirilmesiyle, silah sistemlerinin, ileri
teknolojilerin kullanılmasıyla ilgilidir. Harcamalar, silahların
seçimi, üretilmesi, satın alınması ise sivillerin işidir.
Aralarında asker uzmanlar da vardır ama buna askerlik konusunda
uzmanlaşmış siviller karar verir. Bizde ise bu kişilerin tümü
askerdir. Savunma bakanı tek başınadır. Özel kalemi de, şoförü de
askerdir. Bakan yalnız başına bir sivildir. Zaten bizde savunma iki
başlıdır. Başlardan biri olan Genelkurmay başkanı çok öndedir,
bakan geridedir. Her ne kadar ikisinin binası yan yana olsa da,
aradaki koridor açık tutulsa da, savunma konuları Genelkurmay
Başkanlığı'nın içine monte edilmiştir. Bizde savunma politikası
Genelkurmay ve Dışişleri'nde oluşur.
Siz uzun zaman savunma bakanlığı yaptınız. Ordunun cumhurbaşkanlığı
seçimlerine nasıl baktığını herhalde yakından gözlemlemişsinizdir.
Orduyla bir tür işbirliği yapmadan ya da ordunun olurunu almadan
cumhurbaşkanı olmak mümkün mü burada?
Ordunun karşı çıktığı kesin bilinirse mümkün değil. Bu tutum biraz
medyadan bilinebilir ama ordu çıkıp ben filanı istemiyorum demez.
Derse, bu bir mektuptur, muhtıradır. Bugün için artık ordu
bunlardan kurtuldu. Ordunun bu konuya önem vermesi,
cumhurbaşkanının atama yetkisinden kaynaklanıyor. Devletin
organlarının uzun vadede rejim bakımından etkisiz hale
getirilebileceği hassasiyetini sadece ordu değil herkes taşıyor.
Çankaya'nın yetkileri kısıtlanmış olsaydı, kimse seçimi üzerinde bu
kadar durmazdı.
Bir sivilin Çankaya'ya çıkması orduyu tedirgin ediyor mu?
Cumhuriyetimizin ana unsurlarının zaafa düşmesi, ordumuzu tedirgin
eder. Bütün mesele cumhuriyetimizin temel unsurlarını zaafa
uğramamaktır. Bu da yeminde var zaten. Bunu yapmayacağım diye yemin
eden birine, 'Vay, senin hanımının başında türban var' diye engel
olunacağını sanmıyorum. Erdoğan isterse cumhurbaşkanı olabilir.
Başbakan olabilen bir kişinin cumhurbaşkanı olmaması için bir neden
yok.
Özal'ın eşinin türbanı olsaydı cumhurbaşkanı olabilir miydi?
Olabilirdi. Turgut bey kararlı bir zattı. Böyle bir olay gerginlik
yaratabilirdi, belki rejim sıkıntılarla karşılaşabilirdi ama Turgut
bey gerginlik yaratır diye kararından vazgeçmezdi.
Özal'ın askerle ilişkisi nasıldı?
İyiydi. Ordunun ulaştığı tüm imkânlar, modernizasyon projeleri,
F-16'lar, tanklar, denizaltılar, firkateynler Özal'ın desteğiyle
gerçekleşti. Özal, halka söylediğinin aynısını Silahlı Kuvvetleri
de söylüyordu, 'Ben sizden biriyim. Size yardım etmek için varım'
diyordu. Askerler, projelerine dört elle sarılmış birini gördüler
karşılarında.
F-16 projesinin size ait olduğunu söylediniz. Bildiğim kadarıyla
Özal, seçildikten ancak bir ay sonra hükümeti askerlerden teslim
alabildi. Gecikmenin nedeni neydi?
O sırada, 6 Kasım'da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edildi. Biz
ise 13 Aralık'ta hükümeti teslim aldık. O gün devir teslime
gittiğimde eski bakan Bayülken bana, 'Biz F-16'ların anlaşmasını
imzaladık, siz bunu basına açıklarsınız' dedi. Turgut bey konsey
döneminde başbakan yardımcısıydı ve F-16'lara pek iyi bakmıyordu. '
Türkiye F-16 yapmak yerine, satın alsa' daha iyi diyordu. Belki de
Özal'ın karşı çıkacağı düşünülerek bizden üç gün önce anlaşma
imzalanmıştır. Biz bunu devletin devamlılığı açısından projemiz
olarak üstlendik. Meclis'te F-16'larla ilgili bazı şeylerin
olduğunu söyleyerek Halkçı Parti'den sorular sordular. İthamların
doğruluk derecesini bilmiyorum ama sonra 'paşalar, şu oldu, bu oldu
falan' diye bu konuda çok dedikodu oldu. Bence karanlık bir şeydir.
Herhangi bir şey bilmiyorum yani. Ben projeyi savunmak zorunda
kaldım ve karargâhın getirdiği bilgilere göre savundum. 160 F 16
uçağının müşterek yapımını öngören 9 milyar dolarlık projeydi
bu.
Özal, 12 Eylül cuntasından bir generali, kara kuvvetleri
komutanlığından Genelkurmay başkanlığına terfi etmeye hazırlandığı
sırada, telefonuna çıkmadığı için emekli etmişti. Bunu nasıl
yaptı?
Silahlı Kuvvetler'de herhangi bir tayin ve terfi, ancak
cumhurbaşkanının onayıyla olur. Cumhurbaşkanıyla anlaşmadıysanız
terfiyi yapamazsınız. Evren paşanın da bu terfiye olumsuz baktığı
söylenir. Necdet Üruğ emekli
olurken kendisinden sonra genelkurmay başkanlığına Kara Kuvvetleri
Komutanı Necdet Öztorun'u öneriyor, davetiyeler gönderiliyor ve
devir teslim merasimi hazırlanıyor. Kabul etmeliyiz ki en kıdemli,
en uygun kişi Öztorun'du. Konu kabinede görüşülüyor. Özal, 'Nasıl
olur? Bir başbakanın haberi olmadan bu tayin nasıl yapılır. Biz
buna karşıyız' diyor. Ben yurtdışındaydım, geldiğimde bana,
'Cumhurbaşkanıyla da görüştüm. Öztorun emekli olacak. Onun yerine
Genelkurmay İkinci Başkanı kara kuvvetleri komutanlığına atanacak
ve öğleden sonra da Genelkurmay başkanı olacak' dedi.
Konsey zamanında Özal'la Öztorun'nun ekonomik konularda ters
düştükleri, daha sonra da seçimlerde Öztorun'un Sunalp paşanın
partisini desteklediği söylenir. Ben aynı gün Evren paşayla
konuştum, 'Sen Öztorun paşayla konuş, emekli olsun' dedi. Sonra
Öztorun paşaya gittim, 'Emekli Sandığı'nın kuralları neyse ben ona
razıyım. Komutanlığı Torumtay Paşa'ya devrederim' dedi. Hemen
merasim hazırladılar. O merasime Özal'la beraber gittik. Öztorun
paşa çok alkışlandı. Torumtay paşa onun kadar alkışlanmadı.
Peki Özal bir şey söylemedi mi?
Özal bana arabada, 'Görüyor musun pek hoş olmadı. Alkışlardan belli
oluyor ki, ordu bu işten pek memnun değil' dedi. Bu işler böyle
hanımefendi. Yapacaksınız ve sonra ne olur diye bakmayacaksınız.
Bir şey olursa da olan şeye bakacaksınız. Rahatsızlık yaratır mı,
yaratmaz mı diye düşünemezsiniz. Mesela şimdi cumhurbaşkanı olmak
isteyen başbakan, acaba herkes razı mı, razı değilse ne yapayım'
demez, 'Karar verdim, Meclis seçerse gidiyorum' der. Demokrasinin
en büyük nimeti budur. Bu makamlar, bu yollar açıktır. Usulleri de
Anayasa ve kanunlarda yazılmıştır.
Ordunun Özal'a tepkisi ne oldu?
Bir şey olmadı. Silahlı Kuvvetler'de terfilerin 8-10 yıl sonrasına
kadar belirlendiği söylenirdi. O takvim bozulduktan sonra sistemde
olmayanlar sıraya girdiler. Herkes hakkına razı oldu. Çünkü her
bürokratik organda
emekli olan vardır ve onun yerine gelen vardır. Yeni gelenin de
çevresi vardır. Aynı sivil sektörde olduğu gibi...
Bizde hiçbir sivil politikacının gösteremediği cesareti Özal nasıl
göstermişti?
Özal cesur bir zat. Bir kere konusuna hâkimdi ve karşısındakini
tanıyordu. Ben şunu yaparsam, kim bana ne yapar, biliyordu. Ayrıca
iyi niyetliydi ve meseleleri biliyordu. Diğerleri bilmediklerinden,
o makamlar için yetişmediklerinden cesaret edemiyorlar. Özal bu
işleri, Silahlı Kuvvetler'le beraber çalışmayı seviyordu.
Projelerle ilgilenerek, içlerine girerek kendisini kabul
ettireceğini biliyordu. Şimdikiler ilgilenmiyorlar. Özal, TSK'nın
tüm projelerini öğrendi. Savunma Sanayi Fonu'nu biz kurduk. Askeri
vakıfları biz birleştirdik. Şimdi gene bir sürü kuruldu, hepsinin
bir vakfı var. Çok yanlış bu.
Niye bir sürü vakıf kuruluyor?
Vakıf kurmak imkân yaratıyor, para toplanıyor. O kaynaklarla bazı
işler yapılıyor, birtakım insanlar istihdam ediliyor. Fakat bu çok
zaman sıkıntı yaratıyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü denetliyor ama
etkin değil. En büyük vakıf Diyanet Vakfı'dır. Diyanet Vakfı,
Diyanet İşleri Başkanı'nın lojmanını yaptı, saray gibi. Ama kimse
üzerinde durmaz böyle işlerin, öyle gider.
Savunma bakanının lojmanı nasıldır peki?
Onu ben yaptırdım. Bakan olduğumda müsteşar Hüsnü Çelenkler paşa
bana 'Bizim bir lojman var. Size orayı hazırlayalım' dedi. Kaç
metrekare diye sordum. '130 metrekare kadar' dedi. Ben Ankara'da
180 metrekarelik kendi dairemde oturuyordum. 'Benim yerim var
paşam. Komutanlar nerede otuyor' dedim. Onlar Köşk'ün bahçesinin
içinde otuyorlar.' 'Konsey üyeleri nerede otuyor' diye sordum.
Onlara da bahçenin karşısında villalar yapılmış. 'Bakanınıza da bir
yer yapsaydınız dedim. 'Vallahi şimdiye kadar böyle' dedi. Lojman
meselesini Turgut beye söyledim. O herkesin nerede oturduğunu
biliyor. Bana, 'En iyisini yaptır. Daha güzel bir şey yaptır' dedi.
Konsey üyelerinin tam arkasında yamaçta 300- 400 metrekarelik bir
yer yaptırdık.
En büyük lojman şimdi savunma bakanlığınınki mi?
Herhalde.
Olaysız bir şekilde Türkiye yeni bir cumhurbaşkanını seçebilecek mi
sizce bugün?
Seçilmesi lazım. Ama hadiseler nasıl gelişir bilemeyiz.
Kaynak: