Polisin şiddeti, eylemcilerin niyeti...

Avrupa'nın çeşitli üniversitelerinde "Psikoloji Dersleri" veriliyor. Bu derslerde kullanılan teknikler çok ilginçtir. Ancak asıl ilginç ve bir o kadar da korkunç olan, elde edilen sonuçlardır.

Süleyman ÖZIŞIK suleyman@internethaber.com

Duydunuz mu bilmiyorum. Son yıllarda Avrupa'nın çeşitli üniversitelerinde "Psikoloji Dersleri" verilmeye başlandı. Bu derslerde kullanılan teknikler çok ilginçtir. Ancak asıl ilginç ve bir o kadar da korkunç olan, elde edilen sonuçlardır.

Örneğin; 2 aylık bir terapi dersi sonucunda 1 yaşındaki bebek hakkında, "O çok kötü biri. Şeytan o, şeytan" konusu işlenmiş ve derse katılanların 3'te 2'lik çoğunluğu masum bebeğin kötü biri olduğuna inanmaya başlamıştır.

Türkiye'de de bu dersler ve derslerdeki ilginç teknikler son yıllarda bazı üniversitelerde uygulanmaya başlandı. Örneğin Gezi Parkı olaylarından aylar önce Başbakan Erdoğan konuları bu derslerde sıkça işlenmeye başlandı. Ve eylemlerden hemen önce 4 üniversitede ve hem de aynı zamanda psikoloji dersi öğrencilerine, "Recep Tayyip Erdoğan'ın hastalığı nedir?" sorusu soruldu.

Doğru şık olarak hangisi kabul edildi, biliyor musunuz?

"Diktatör"

Peki bu sınavdan sonra ne olduğunu biliyor musunuz?

O öğrenciler, Gezi Parkı olayları patlak verdiğinde okudukları üniversitenin önünde bekletilen otobüslere doldurularak bizzat Taksim'e taşındı.

Niye?

"Diktatör"e karşı direnmeleri için...

Son 2 yıldır Başbakan Erdoğan için sürekli kullanılan, "Diktatör" yakıştırmasının nedenini sanırım şimdi daha iyi anlamış bulunuyorsunuz.

***

Erdoğan üzerinden oynanan ve kısmen başarıya ulaşan oyunun bir de ikinci perdesi vardı. Sokakta kendilerine karşı koyacak en büyük gücü, yani polisi bertaraf etme girişimi...

Bunun için de twitter ve facebook kullanıldı. Oyunun adı, "Katil polis", "Polis şiddeti", "diktatörün köpekleri" olarak konuldu.

"Polis TOMA ile Aylin kardeşimizi ezdi", "Polis gerçek mermi kullanıyor", "Polis üzerimize ateş açtı, onlarca ölü, yaralı var" diyen şeytan ruhlu yaratıkların uydurduğu mesajlar belleklerimizde henüz canlılığını koruyor.

Bu mesajları en çok yayanlar kimlerdi?

Sanatçılar ve Erdoğan karşıtlığıyla bilinen yazarlar. Bir de ajansların para ile beslediği yüksek takipçi potansiyeline sahip twitter trolleri.

Peki polis gerçekten orantısız güç kullandı mı? Bu soruya "tamamen hayır" demek de, "yüzde yüz evet" demek de vicdani olmaz. Polisin şiddet kullandığı anları hepimiz başında bulunduğumuz gazetelerde yayınladık, kınadık ve hatta lanetledik.  Ancak polisin şiddeti kadar, polisin karşısına dikilenlerin niyetlerini de sorgulamak gerek.

O niyeti öğrenebilmek için cehennem kapılarının aralanmaya çalışıldığı 1 Haziran gecesine gitmemiz gerekiyor.

Kısaca özetleyeyim.

Yukarıda verdiğim tarihlerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dolmabahçe Sarayı'ndaki çalışma ofisindeydi. Bu durumu haber alan birileri, içlerinde profesyonellerin de olduğu 300-400 eylemciyi o yöne ilerlemeleri konusunda uyardı.

Açıkça şu talimat verildi: "Gidin, Erdoğan'ı orada yakalayıp diz çöktürün ve öyle fotoğraf çektirin..."

Kaddafi'ye yapılan neyse, Saddam'a yapılan neyse onu yaptırmaktı niyetleri. Aynı gece, aynı saatlerde, aynı talimat, Ankara'da iki ayrı gruba daha gitti:

"Başbakanlık binası ile Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ele geçirin ve ateşe verin!"

Bakmayın siz bugünlerde oryantallere taş çıkarırcasına kıvırmalarına. Bakmayın siz, "Amacımız demokratik protesto hakkımızı kullanmaktı" demelerine...

Gezi Parkı eylemcilerinin masum tepkisini fırsat olarak değerlendirip Türkiye Cumhuriyeti Hükumeti'ni yıkmak, Başbakanı ise ölü ya da diri ele geçirmekti nihai hedefleri.

O kıyameti andıran gecede polisin bahsini ettiğim 3 noktada bulunan eylemcileri sorgusuz sualsiz delik deşik etme hakkı tamamen hasıl olmuştu. Ancak saatler süren uyarılar sonucu işin ucunda ölüm/ölümler olacağını anlayan bazı göstericiler geri çekilince, senaryo gerçekleşmedi..

Polisin gardını düşürmek için neler yapılmadı ki?

İlk önce asker ile polisi karşı karşıya getirerek, "Asker bizim yanımızda, siz de silah bırakıp bizim tarafımıza geçin" tekniği denendi. Bu nedenle, "Asker polise ateş etme kararı aldı. Eğer polis saat 03.00'e kadar sokaklardan çekilmezse asker ateş edecek" denildi.  Göstericilere gaz maskesi dağıtan bir askerin fotoğrafları twitter'da çeşitli eller tarafından yaklaşık 950 bin kez paylaşılarak bu iddianın doğru olduğu fikri yayılmaya çalışıldı.

Bu deneme boş çıkınca, "1000 polis ve 15 emniyet müdürü istifa ederek eylemcilerin saflarına geçti" diye yalan uyduruldu. Bu yalan da yüzbinlerce kişi tarafından paylaşıldı.

Baktılar ki polisi kendi taraflarına çekemiyorlar. Bu sefer "Polis şiddeti tekniği" son sürat yayılmaya başlandı.

İlk iki gün içinde sosyal medyada sayısı on milyonları bulan "Polis şiddeti" mesajları atıldı. Bu söylem bir de özellikle belirlenmiş sanatçılara ve belli yazarlara tekrarlattırıldı. Amaç, yazının girişinde dile getirdiğim gibi, halkın bilinç altına o korkunç fikri zerketmek, o halkı topyekün polisin karşısına dikmekti.

Yakmaya, yıkmaya, yağmalamaya ve kaldırım taşlarını dahi sökerek polise saldırmaya başladılar. Havai fişekler ve molotoflarla saldırıya geçtiler. Yaşananlar karşısında polisin müdahalesi sertleştikçe "Polis masum eylemcilere şiddet kullanıyor" sözü daha yüksek sesle dillendirilmeye başlandı.

Neydi şikayetleri?

Polis gaz bombası kullanmasın! Polis biber gazı kullanmasın! Polis TOMA'lardan su sıkmasın! Polis cop bile kullanmasın! Polis belindeki silahı hiç kullanmasın!

E ne yapsın polis?

"Bizimkiler hükümet yıkarken, bizimkiler Başbakan'ı ele geçirmeye çalışırken, bizimkiler yakıp yıkarken, yağmalayıp soyarken polis  sadece izlesin!"

CNN ve BBC bile bu amaç için devreye sokuldu.

Başbakanlık Danışmanı İbrahim Kalın'ın CNN'e söylediği o sözleri hatırlıyorsunuz değil mi? Hani CNN spikeri Christiane Amanpour'un yüzünde tokat gibi patlayan o sözlerden bahsediyorum:

Ne demişti İbrahim Kalın:

"Göstericiler Amerikan Büyükelçiliği'ne bomba attığında terörist, Taksim'de polise taş ve molotof atınca demokratik protestocu mu oluyor? Ellerinde molotof kokteylleri ve sopalar olan insanların Beyaz Saray'a yürümelerine ve kamu malına saldırmalarına izin verildiği bir durumu hayal edebiliyor musunuz?" demişti değil mi?

Bu sorunun cevabını önceki gün aldık nihayet! ABD'de aynı eylemleri Fethullah Gülen'in evinin önünde de sergilemek isteyen grubun halini izleyenler bilir.

Elleri tam otomotik silahların tetiğinde bekleyen polisleri görünce bir anda süt dökmüş kediye döndüler. Bırakın taş atmayı, slogan atmaya bile cesaret edemediler. Bırakın Beyaz Saray'a doğru yürümeyi, arabalarını park edecek yer bile bulamadılar.

Neden?

Çünkü orası, özgürlükler ülkesi Amerika!

Çünkü orada polis izin vermeden elini cebine atamaz, hatta arabadaysan direksiyondan kaldıramazsın.

Seni anında kevgire çevirirler!

Öyle gaz bombası kapsülüyle falan değil, gerçek mermiyle iki kaşının ortasından vurarak yere devirirler. İnanın Gezi Parkı olayları bizi eleştiren ülkelerde yaşansa şu anda yüzlerce, belki binlerce ölüden bahsedilecekti. Mısır'da tek suçları Namaz kılmak olan göstericilerden 91 tanesinin öldürüldüğünü hatırlatırsam, sanırım ne demek istediğimi daha iyi anlamış olacaksınız.

Bakınız!

Altını kalın çizgilerle çizerek söylüyorum. 31 Mayıs'ta yaşanan ve halen yer yer devam eden olaylar yine belli bahanelerle yeniden sahnelenecek. Gezi Olayları'nın 6'ıncı gününde mahkemenin verdiği "Topçu Kışlası durdurma kararını" saklayarak gençleri polisin üzerine salan gerçek katillerin durmak gibi bir niyetleri yok!

"Polis şiddeti" baskısı işte tam da bu nedenle sürdürülüyor. Amaç filmin ikinci bölümü başladığında direnç gücü zayıflamış, sinirleri harap olmuş ve hangi tarafta yer alacağını netleştiremeyen bir polis gücü bulabilmek.

Erbakan'ı ve Ecevit'i deviren medyanın bu fikri en silahşör yazarlarına ısrarla ve inatla yazdırmasının nedeni de bu!

Bunun için yapmadıkları, yapmayacakları alçaklık yok!

Eğer okumadıysanız, Ayşe Arman'ın dün 4 polisle yaptığını iddia ettiği söyleşiye göz atın derim.

28 Şubat döneminde, "Üst düzey bir komutandan edindiğim bilgilere göre" manşeti atanlar anlaşılan şimdi de "İsmi açıklanmayan polis memurlarını" devreye sokmuş görünüyor. Söyleşiyi okuduğunuzda tuhaflıkları siz de hemen farkedeceksiniz.

Misal:

4 polis memuru hem soruşturmaya tabii tutulduklarını söylüyor, hem de "Bizi bilmesinler, yoksa deşifre oluruz" diyor!

Polisin biri 22 yaşında olduğunu ve 4 yıldır emniyet teşkilatında olduğunu söylüyor. Yani hiç üniversite yüzü, polis okulu yüzü görmeden direkt polis olduğunu iddia ediyor. Bir başka polis 45 yaşında olduğunu ve 31 yaşında polis olduğunu dile getiriyor. Oysa polis teşkilatına 30 yaşından gün almamış kişilerin girmeye hak kazandığı gibi çıplak bir gerçek varken.

Bu sahtekarlıklar ortaya çıkınca yılların kurdu Ayşe Arman twitter'dan, "Biz kimlikleri deşifre olmasın diye mesleğe giriş yıllarını ve isimlerini farklı olarak yazdık" diyor.

Yersen!

Söyleşi adeta, "Ben masa başında hazırlandım ve amacım polis teşkilatını zayıflatmak, bir sonraki eylemde ikileme düşürmek" diye bağırıyor.

Henüz kamera kayıtları yokken, kimin öldürdüğü belli değilken, Ayşe Arman'ın "Ali’yi döverek öldüren polislere ne diyeceksin?" diye soru sorması bile söyleşinin hedefinde kimlerin olduğunu açık seçik belli ediyor.

Dedim ya, siz o söyleşiyi bulup okuyun!

Bakalım sizin aklınıza da, "Bu polis olduğu iddia edilenler REDHACK üyeleri olmuş olmasın" şüphesi düşecek mi?