Plevnede Unutulmuş Bir Ordu
Abone olÖdüllü romancı Okay Tiryakioğlu, yeni romanı ile okurlarıyla yeniden buluşuyor.
Plevne, Tuna nehri kıyısında küçük, şirin bir kent. Bulgarı ve
Osmanlısı kardeşçe geçinmiş asırlarca. Plevne küçükse bile
Rusya’nın hayali büyüktür. Dünyaya, Bulgarların Osmanlılarca
katledildiği yalanını yayarak işgal etmek niyetindedir. Osmanlı
hasta bir adamsa ve Plevne küçük bir kentse, bunu başarmak çocuğun
elinden oyuncağını almaktan farksız diye düşünür Rus Çarı II.
Alexandr. Daha sonra sırada İstanbul’a uzanıp Payitaht’ı ele
geçirmek vardır. İşte Rusların, bu hayallerini gerçekleştirmek
maksadıyla başlar 93 Harbi ya da Küçük Kıyamet.
Fakat işler Çar ve Generali Gourko’nun sandığı gibi yolunda gitmez.
Zira hesaba katmadıkları kadar güçlü, inançlı ve zeki bir
başkumandan vardır karşılarında: Gazi Osman Paşa.
Paşa” Plevne’yi kaptırmam” diyor demesine ancak komutasında bir
emriyle ölmeye hazır birkaç bin askerden başka hiçbir kuvveti yoksa
ne yapabilir? Kumandan’ın gözleri ufukta şimdi, öteleri, Payitaht’ı
bekler durur. Daha çok küçükken babası Mehmet Efendi’nin kulağına
usulca fısıldadıklarını önemsemiyor, bunlara inanmıyor sanki.
“Hayatta alışman gerekecek şeylerin başında gelir bu.
Ayaklarının üzerinde durmana yardım edecek tek düşünce yalnız
olduğundur. Ancak böyle olduğunu düşünerek sonuna kadar
savaşabilirsin. Sana kimse yardım etmeyecek Osman, dostlarına da
öyle; kimse kimseye yardım etmeyecek… İnsan yalnız yaşar ve yalnız
ölür oğlum. Bunu bil, buna göre yaşa.”
Kumandan Gazi Osman Paşa, ümidini hiç kaybetmez. Sultan
Abdülhamid’in yardımına koşacağını, ona takviye birlikler
göndereceğini bekler durur askerleri birer birer eksilirken. Tahir
Paşa, beklentisinin bir hayal olduğunu söylemesine rağmen, önünde
Romenlerin, Ruslara yardım elini uzattığı yüz seken bin kişilik
devasa bir Rus-Romen ordusu çarpışmaya hazır bulunca bile… Ve
Plevne’de batan her güneşi, yardımsız geçen son akşam olacağına
inanarak bekler.
Gazi Osman Paşa, eski ile yeni ordu arasındaki farkları görür,
ıstırabı katlanır bu yüzden. Beynindeki gizli koridor, sık sık bu
gerçeği hatırlatır ona.Destanlarda, menakıpnâmelerde anlatılan,
düşmanın üzerine korkusuzca atılan mübarek yüzlü gazi ve şehitler
nerededir şimdi?
Yine de Plevne’den çıkmamaya kararlıdır Kumandan. “Yanacaksak hep
beraber yanacağız1” diyecek kadar gözü kara.. Savunma tarihinde
benzeri görülmemiş bir huruc harekâtı başlatırken de, erlerle tasta
patates çorbasını paylaşırken de, insan üstü bir mukavemet gösterip
sonunda pes eden firarilerin donmuş cesetlerine dağ yollarında
rastlandığında onlar için de cenaze töreni düzenletirken de, harp
meydanında en önde çarpışırken de aynı Osman Nuri’dir o.
Osmanlı ordusunun yoklukla, çaresizlikle imtihanıdır anlatılan.
Hasta erlerin ve esirlerin üzerindeki battaniyeleri almak ve onları
Bulgar kıyımına terk etmek mecburiyetinde kalmanın acısıdır
öykülenen. Ve yürüyemeyecek haldeki hasta, çocuk ve yaşlıları,
kapılarına haç işareti ve “Bu evde yaralılar vardır,” yazılı
kâğıtlar asmaktan ve bunun işe yaramasını ummaktan başka bir yol
bulmamanın çaresizliğidir.
Roman, Gazi Osman Paşa’nın Rus Çarı II.Alexandr ve Generali Gourko
ile Beyaz General olarak anılan Skobelev’de hayranlık uyandıran
cesaret dolu direnişini anlatmaz yalnızca. Yirmi yedi yaşında,
entelektüel bir kimliğe sahip şık bir salon generali olan Binbaşı
Ali Rıza’nın da öyküsüne sürüklenir okur. Ali Rıza, Plevne
saflarında savaşmaya mecbur bırakılınca, yanlış mesleği seçtiğini
anlar. Zira eli bir türlü silahına gidememektedir. Öyle ki
komutanları, kendisinden bir Bulgar tecavüzcüyü öldürmesini
istediklerinde annesiyle yaşadığı küçük evde, Dumas romanlarından
birini okurken bulur kendini. Yaşadığı büyük acıyı ve yapamamanın,
başaramamanın verdiği sıkıntıyı kimselere anlatamamaktan
yakınır.
‘Ama her şey bitti işte,’ diye düşünmüştü, 'şu ölüm emrini
verdiğim andan itibaren, bir insanın kanı, benim de üzerime
sıçramış olacak.’
Sonunda, “Komuta bende!..” diye bağırdığını duymuştu Osman
Paşa’nın. Tabur Komutanı İsmail Bey’in, palaskasından geri
çektiğini hissetmişti kendisini. Sonra tüfekler aynı anda patlamış,
o zayıf beden, titreyen dizlerinin üzerine yığılıp tamamen
hareketsiz kalmıştı. Hatalarının bedelini canıyla ödeyen bir insan
vardı karşısında. Yaşadığı uzun yıllar boyunca yanlışlarının
dönüşsüz acısıyla kıvranmış mıydı acaba bu beden?
Kendisiye savaşma, gerçek kimliğini bulma ümidiyle çırpınırken
babası yerine koyduğu ve “kırkambar” olarak nitelediği Hakkı Çavuş
yardım elini uzatır ona. Onun şefkat dolu telkinleri, Ali Rıza’nın,
utanç yüklü savaşımında epey yol yürümesine vesile olur. Yaşadığı
bu dönüşüm okuru da şaşırtır.
Ödüllü yazar Okay Tiryakioğlu’nun iç monologlar, ruhsal
çözümlemeler ve iç hikâyelerle zenginleştirdiği bu kitabı okurken
gerçeğin okullarda öğrenip ezberlediğimiz ruhsuz cümle dizelerinden
ne kadar farklı olduğunun farkına varacaksınız…
Kitapla ilgili detaylar.