PKK'nın üç numarası şaşırttı
Abone olTerör örgütü PKK'nın üç numaralı ismi Mustafa Karasu tek kelime Kürtçe bilmiyor. Kandil'den çarpıcı izlenimler..
Terör örgütü PKK'nın ana üssü Kandil'e giden Türkiye
gazetesi muhabiri Osman Sağırlı çarpıcı izlenimlerle döndü..
Örgütün 3 numaralı ismi Mustafa Karasu ile konuşan muhabirin
teröristlerle girdiği diyaloglar çok çarpıcı.. Karasu'nun tek
kelime Kürtçe bilmemesi şaşırtıcıydı. Mart ayından bu yana 130
PKK'lının öldürüldüğünü itiraf ediyor.
Heronlar, Kandil ve Sidekan kamplarını 24 saat
görüntülüyor. Türk jetlerinden korkan militanlar dağda küçük
gruplar halinde dolaşıyor, köylerde halkın arasına karışıyor. İşte
o röportaj:
HERONLAR'DAN KAÇIYORLAR
PKK militanları Sidekan’da Heron’lara yakalanmamak için olağanüstü
çaba sarf ediyor. Bir arada görüntülenmemeye çalışan militanlar
daha çok sivillerin ve ağaçlık alanların bulunduğu yerlere
sığınıyor.
KONTROL NOKTASI ZİMMETLENMİŞ
Erbil’de hava 45 dereceyi gösteriyor. Ortalık kavruluyor. Barzani
ise Türkiye’den yeni dönmüş. PKK içinde tedirginlik olduğu yönünde
söylentiler var. Görüşme olur ya da olmaz fark etmez düşüncesiyle
190 kilometre yolu tepip Kandil’in ilk kontrol noktasına
varıyorum.
Kortek kontrol noktası sanki Bingöllü (ismini söylemiyor) ve Vanlı
Serhat kod adlı iki militana zimmetlenmiş. Daha önce de
buradaydılar.
TERÖRİSTLERİ BOZAN CEVAP
Bingöllü, “N’oldu İskenderun’u sormaya mı geldin?”
diyor.
Kandil’e adım atar atmaz propaganda başlıyor. “Hayır
Heronlar iyi çalışıyor mu, onu kontrol etmeye geldim”
deyince bozuluyor. Fotoğraf çekme isteğime de “Geçenlerde
Serhat’ın fotoğrafını çektin, anası gazete elinde ‘Oğlumu görmek
istiyorum’ diye kapıya dayandı. Neredeyse oğlunu geri götürecek.
Sen bölücü müsün?” diyerek engel oluyor. Başka bir
militanın konuşmasını da “Tehlikeli adam, fotoğraf çekerse
yakınları buraya gelir” diye karşı çıkıyor.
KÖYÜN GİRİŞİNDE KARŞILIYORLAR
Bir sürü prosedürü makinenin hayrına es geçip ‘Köyün içine git seni
bulurlar” diyerek beni salıveriyor. 10 kilometrelik yolculuğun
ardından Kandil’deyim. Örgütün Dış İlişkiler Sözcüsü Ahmet Deniz’e
haber vermişler, köyün girişinde karşılıyor. Deniz önde, ben arkada
bir köylünün evine giriyoruz.
TEK KELİME KÜRTÇE BİLMİYOR |
Sivas Gürün doğumlu Mustafa Karasu’nun kod adı Hüseyin Ali. PKK’nın kurucu üyelerinden biri. Örgütün dış ilişkilerinden sorumlu. 1972 yılında Haydarpaşa Lisesi’nden mezun olan Karasu, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi 3. sınıftan ayrıldı. PKK’ya 1978’de katıldı. Kendisini örgütün soyguncusu olarak tanıtıyor. İl özel idareye ait paraların soyulması girişiminde yakalandı. 12 yıl hapis cezası aldı. 1992’de serbest kalınca dağ kadrosuna katıldı. Örgütün İran temsilciliğini yaptı. AB ülkelerinde kırmızı bültenle aranıyor. Örgütün Alevi kanadını temsil ediyor. Karasu, Kendisiyle ilgili bazı bilgileri verirken müstehzi bir şekilde gülüyor. En önemlisi ise Kürt halkı için mücadele etttiğini söyleyen hatta PKK’nın Kürtçe’nin eğitim dili olması için çarpıştığını iddia eden Karasu, ne gariptir ki tek kelime Kürtçe bilmiyor! |
"BÜTÜN TÜRKİYE BİZİ KONUŞACAK"
Son zamanlarda yaşanan olayları hatırlatıp, “Hani barış
istiyordunuz? Maksadınız ne?” diye soruyorum. Deniz örgütün
dördüncü dönemi başlattığını, artık Türkiye’nin her yerinin hedef
olduğunu söylüyor. “Edirne’de Samsun’da Antalya’da artık
her yerde olacağız. Bütün Türkiye bizi konuşacak”
diyor.
BİZ RAHATSIZ İKEN ONLAR RAHAT OLMAMALI
Deniz’e, “Hep kendinizle çelişkiye düştünüz. Bunun son örneğini de
şu anda yaşıyoruz. Hani sizin meseleniz Kürt meselesi idi.
Kürtlerin yaşadığı yerlerde dahi eylem yapmanız anormal iken
Edirne’de Samsun’da ne işiniz var? Masum insanları öldürerek,
silahın gücüyle nereye kadar gidebileceksiniz? İşte bunun için size
terörist deniliyor” diyorum. Deniz, “Türkiye’nin her
yerindeki insanlar bizim davamıza karşı duyarlı olacaklar. Bizim
maksadımızı öğrenecekler. Biz rahatsız iken onların rahat etmesini
asla kabul etmeyiz” diye konuşuyor.
ÖCALAN BIRAKIN DERSE BIRAKIRIZ
Bu düşüncelerinin açılım sürecini baltaladığını, Türkiye’nin bütün
iyi niyetli çabalarını boşa çıkardığını Tokat, Samsun, Sarıyayla ve
İskenderun saldırılarının PKK’nın barış istemediğinin en açık
kanıtı olduğunu söylediğimde ise, “Öcalan ‘bu gün silahı
bırakın’ derse biz anında bırakırız. Ancak 31 Mayıs’ta ‘artık ben
yokum’ dedi. Bu silah kullanın anlamına gelir” şeklinde
konuşuyor.
APO 31 MAYIS'TA İŞARET VERDİ
Mesele dönüp dolaşıp İskenderun olayına geliyor. “PKK tarihinde
denizcilere yönelik saldırı yok. İskenderun’u niye hedef seçtiniz?
7 cana neden kıydınız?” soruma Deniz, “Apo 31 Mayıs’ta
işaret verdi. Birçok noktada keşifler yapmıştık. Ki burası 6 ay
önceden keşfedildi. Ormanlık bir alanın karşısı, en rahat eylem
yapacağımız bir yerdi” diye cevap veriyor.
O esnada odaya Ferhan kod adlı bir başka örgüt mensubu giriyor.
Deniz, bu kişi ile bir iki saat içinde bilinmeyen bir yere
gideceğimi bütün sorularıma gittiğim yerdeki kişilerin cevap
verebileceğini söylüyor. Dışarı çıkıp gidiyor.
NİŞANLIMI BIRAKTIM
50 yaşlarındaki Ferhan, Deniz’in bıraktığı yerden propagandayı
sürdürmekte kararlı. Bir ara Ferhan’a, “Sen evli
misin?” diye soruyorum. Soru hoşuna gitmiyor, ancak yine
de cevaplandıracağını söylüyor; “Nişanlıydım, örgüte
katılınca ona mektup yazdım ve ayrıldım. Duyduğuma göre evlenmiş 4
çocuğu olmuş” diyor. “Nereye kadar böyle gidecek?” soruma,
“Biz dava için kendimizi adamışız. Örgütte bu tür ilişkiler
konuşulmaz” diyerek tepki gösteriyor.
KESİRE AJANDI
Ben kararlıyım, “Hani her konuda Öcalan’ı örnek alıyordunuz. O,
Kesire ile evlendi.” Daha da sinirleniyor: “O ajandı, o
yüzden ayrıldı. Hiç birimiz rahip ve rahibe değiliz. Elbette ki
bizim de insani özelliklerimiz var. Ama şimdi sırası değil. Bu
meseleyi artık konuşmayalım.” Deniz iki saat sonra
dönüyor: “Gidiyorsunuz. Makine haricindeki eşyalarını
bırak.”
TAMİR ÜCRETİNİ YÜKLÜ DOLARLA ÖDÜYORLAR
Toyota cipe biniyorum. Belinde baretta marka tabanca olan
direksiyondaki kara kuru adamın yanına Ferhan biniyor, arkaya da
ben. Bir iki peşmerge noktasında durup şakalaşıyorlar, ardından
benzin alacaklarını söyleyip bir köyden içeri giriyorlar. Eskiden
kalma bir tamir ücretini de dağ başında yüklü bir dolarla
ödüyorlar. Hava kararmak üzereyken toprak yoldan sapıyorlar.
Yaklaşık bir saatlik yolculuk tek kelime etmeden geçiyor.
MUHABİRLE TERÖRİST ARASINDA İLGİNÇ KONUŞMALAR SONRAKİ SAYFADA
[PAGE]
İRAN TOPÇUSU VURUYOR
Ferhan çalan telefonuna bakıyor, adı Şiar olan şoföre
durmasını söyleyip aşağı iniyor. Zifiri karanlıkta dağın tepesinde
aracın farları söndürülüyor, Şiar herhangi bir şekilde ışık
yakmamam için beni ikaz edip Ferhan’ın yanına gidiyor.
Geldiklerinde Kandil’e döneceğimizi, İran’ın topçusunun hedefleri
vurduğunu söylüyorlar.
Gece yarısı bu defa Kandil’deki Zengel köyüne bir başka ailenin
evine gidiyoruz. Kerpiç evin toprak zeminine serilen bir
kilimin köşeşine her türlü yiyecek-içecek istif edilmiş. Çay, su,
meyve, kuruyemişi bir anda ortaya getiriyorlar. Gece
yarısını geçerken bir yastık ve battaniye getirip, sivrilerden
korunma yöntemlerini ifade eden kısa bir nutuk çekiliyor.
YOLDA ARAÇ DEĞİŞTİRİLİYOR
Sabah olduğunda ise bir iki bardak çay içiyoruz Deniz, gece gidip
döndüğümüz yolda bayağı hasar olduğundan bahsediyor, bu defa beni
bir sivil araçla başka bir yoldan göndereceğini söylüyor. 7 saat
boyunca dağ, dere-tepe, patika akla gelebilecek her türlü yolu
kullanıp Sidekan bölgesine varıyoruz. Dağın tepesinde bekleyen bir
cip yanımıza geliyor. Şoför araç değiştirmem gerektiğini
söylüyor.
YARALI TERÖRİST
Diğer araçta ise Şiar bekliyor. Geceki saldırılarda yaralanan
bir militanı hastaneye götürmek üzere gelmiş, durumu iyi değilmiş,
taşınacak durumda olmadığı için doktor bekliyorlarmış.
HERON UYARISINDAN SONRA HERKES GİZLENİYOR
Bir saat kadar da tarlaların içinde Şiar’la yolculuk yaptıktan
sonra bir noktada duruyoruz. Şiar, telsizle bir yerleri anons
ediyor. M-16’lı bir kişi gelip arabanın arkasına biniyor. O esnada
bir-iki silah sesi geliyor. Şiar, “Heronlar tepemizde ikaz
ediyorlar” deyip geri dönüyor, aracın bir tekeri hiç yere temas
etmeden bir ağacın altına görünmeyecek şekilde gizliyor.
Telsizler kapatılıyor, Heronların görüntü almalarının ardından
bombardımanın başladığını söyleyen Şiar’a, Dijvar adlı diğer
militan da destek veriyor.
BAVER İLE SİNİR HARBİ
Aracı bulunduğumuz yerden uzaklaştırmaya karar veriyorlar. Yarım
saat sonra da patikalardan geçerek başka bir alana götürüyorlar.
Üzeri ağaçlarla kaplı dere içindeki noktada üç silahlı militan
bekliyor.
Militanlardan Baver, geç kaldığımızı, görüşeceğim kişinin bir saat
önce güvenlik sebebiyle bölgeden uzaklaştığını söylüyor.
“Burada ne yapacağız?” diye soruyorum. Baver,
“Oradan haber gelinceye kadar bekleyeceğiz” diyor.
Saatler geçiyor. Bulunduğumuz alana gelen köylülerle uzun uzun
sohbet ediyorlar.
REHİN Mİ ALINDIK?
Baver, her halinden örgütün istihbaratçısı ya da üst düzey bir
mensubu olduğunu belli ediyor, Ancak sorduğum her soruyu , “Boşver,
ne yapacaksın?” gibi cevaplarla geçiştiriyor. Benimle adeta sinir
harbi yapıyor. Fotoğraf çekmeme engel oluyor. Baver’e, “Rehin mi
alındık. Yeter artık . Ya sorduklarıma cevap verirsin ya da ben
gidiyorum. Kiminle görüşeceğim” diyerek isyan ediyorum. 35
yaşındaymış, örgüte 19 yıl önce katılmış, örgüte katıldığı andan
itibaren ailesiyle hiç görüşmemiş, görüşmeyecekmiş.
Baver’e de diğerlerine sorduğum sorulardan bazılarını yöneltiyorum.
O da diğerleri gibi kasetten çalıyor. Aynı cümleler aynı
tonlamalar....
AKBİLİN NE OLDUĞUNU BİLMİYOR
“Baver otobüse en son biletle mi, akbille mi
bindin?”, “Ekmek kaç para?” gibi iş olsun diye başka
sorular soruyorum, “Ekmek kaç para beni ilgilendirmez. Ben
onu düşünmekle mükellef değilim. Otobüse de 22 sene kadar önce
bindim. Ama ‘akbil’in ne olduğunu bilmiyorum. O nasıl bir
şey?” diyor.
SESİNİ YÜKSELTME UYARISI
Zaten canım sıkkın, nutuk atma sırası bende, “Baver, vay
size aldanan o Kürtlerin haline. Burada hepiniz birer Robinson
gibisiniz. İsminiz cisminiz farklı, düşünceleriniz aynı. Kürtlerin
ne yiyip, ne içtiğini, nasıl yaşadığını bilmeyen sizler mi onların
haklarını savunacaksınız?” diye volümü yüksek bir konuşma
yapıyorum. Baver, “Heval sesini yükseltmene gerek
yok” diyerek frenlemeye çalışıyor. “Sen bir baba olmadan
çocuğun ne istediğini nereden bilebilirsin?” sözlerim ise onu
kızdırıyor,“Ben baba olmadan da çocukları anlayabilirim. Kitaplarda
onların istedikleri yazıyor.”
Hava kararmaya başladığında ise pilav, tavuk ve salatadan
müteşşekkil bir sofra kuruyorlar. Üstelik de dağ başında plastik
bir masa üzerine. Yemeğin ardından bir iki dolaşalım teklifine
Baver, “Sana bir şey olursa beni örgüt yargılar” diyerek karşı
çıkıyor.
GÜNGÖREN'DE AMAÇ AŞTI
Sabaha kadar sürecek bir tartışmanın da fitilini ateşlemiş oluyor
Baver. “Bu milletin sizden çektiği nedir? Sizin yüzünüzden
köyü, yaylayı unuttuk. Siz böyle yaparak insanların haklarını
savunduğunuzu mu düşünüyorsunuz” diyorum. Baver,
“Kendilerinin sivilleri hedef almadığını söylüyor”,
“Pınarcık’ta katledilen 33 kişiyi, Güngören’deki patlamayı,
canlı bombaları bilmiyor musun?” diyorum. “Sen
benden hesap sormaya mı geldin?” diyerek çıkışıyor,
Pınarcık hadisesini ajanların yaptığını, Güngören’in
amacını aştığını, canlı bombaların Öcalan için kendilerinin
patlattığını söylüyor. Israrla inanmadığımı
söylüyorum,
ÖCALAN ŞİMDİ ÖLEMEZ
Öcalan’a bir şey olması durumunda herkesin her şey yapabileceğini
söylüyor. Baver’e son olarak, “Peki eceliyle
ölürse?” diyorum, “Hayır ölemez” şeklinde Türk
filmlerindeki replikler gibi anlamsız bir tepki veriyor.
“İnsanlar ölmeseydi dünyada yaşanacak yer olmazdı,
Öcalan’ın ölmeye hakkı yok mu?”sorumu ise, “O
şimdi ölemez” diye kestirip atıyor. Sanki elinde!
“Baver annen yaşıyor mu ?” diyorum,
“Hayır” diyor. “Baver annenin ölmesine
niye engel olmadın?” sözlerimle birlikte ortalık
sessizliğe bürünüyor.
Bir battaniye bir şilte getirip ağaçların arasına atıyorlar.
Baver sabah 4.30’da kalkılacağını söyleyip silahını başının yanına
dayayıp uykuya dalıyor. Gece bir iki dolanıyorum, diğer iki eleman
da derin uykuda...
AHMEDİNECAD'TAN İYİ GECELER ATIŞI
Sabah tabanca sesleri ile uyanıyorum. “Heronlar tepemizde
herkes yere yatsın, ağaçların arasına girin” ikazlarına
Doçkalar da eşlik ediyor. Yaklaşık 4 saat boyunca İran’dan top
atışları yapılıyor. Türk jetleri ise 10 kilometre ötemizdeki Hakurk
bölgesini dövüyor. Dijver, “Senin arkadaşların bizi
bombalıyor” diyerek laf sokuyor. Gülerek “İsabet
var mı?” diyorum. Dişlerini sıkarak uzaklaşıyor. Baver,
kahvaltı esnasında, “Heval Ahmedinecat her sabah rojbaş
(günaydın), her akşam da şevbaş (iyi geceler) atışı yapıyor. Bu
tepemizde dolanan Heronlar var ya Hakurk’takiler Amerikan,
Kınere’dekiler İsrail. Amerikanlar dolanınca Türk savaş uçakları,
İsrailler dolanınca İran topçuları vuruyor. Herkes bize karşı dost
olmuş” diyor.
Bir ara ortalık hareketleniyor. İki üç ağır makineli silahlı şahıs
bulunduğumuz alanın etrafını dolaşıyor, sonra da bir el hareketiyle
yukarıdakilerini çağırıyorlar. Kalabalık bir grup yamaçtan dereye
doğru inmeye başlıyor. M-16 ve MP-5’li bir koruma ordusu içinde
örgütün kurucularından Mustafa Karasu yanımıza geliyor.
ROJ TV’YE SANSÜR
Beraberinde ise bir kameraman ve bir muhabir.
Bir iki tanışma faslının ardından Roj TV’den olduklarını öğrendiğim
kişiler röportaj esanısında kayıt almak istiyorlar. Engel olmaya
çalışıyorum, Baki Gül adlı muhabir, “Sen yanlış yazacaksın
ben de bu kayıt sayesinde seni düzelteceğim” diyor.
Görüşme esnasında bu şahısları yanımda istemediğimi söyleyince
“Arkadaş maksadını aşmıştır. Kusuruna bakmayın, olayı fazla
büyütmeden söyleşimize devam edelim” diyor. Ve röportaj
başlıyor....
KARASU GENÇLİĞİNDE HANGİ PARTİYE GİDİYORDU?
[PAGE]
Örgüt zorda görünüyor. Her tarafa saldırmanızdan böyle
anlaşılıyor, ne dersiniz?
Bizim kaldığımız alanlar
belli. İstihbarat örgütleri tarafından biliniyor. Türkiye’nin her
yerinde varız. Karadeniz’den Amanoslara, Ağrı’dan Tendürek’e
Haftanin’den Kınere’ye Zap’tan Kandil’e bütün bölgelerde güçlerimiz
var. İran’da PJAK örgütüyle ilişkilerimiz mevcut. İdeolojik
etkinliğimizde kurulmuş bir örgüt.
Bundan sonra yine çatışmaya mı karar
verdiniz?
Apo kitaplarında başından sonuna kadar savaşların iyi olmadığını,
savaşların bir iktidar ve devlet sorunu olduğunu söylüyor. Ama her
canlının kendini savunma mekanizması olduğu gibi biz de
varlığımızın devamı için savaşıyoruz. Halkımızın varlığını, dilini,
kimliğini kabul ettirme temelinde hakkımızdır.
Devlet kurma düşüncesi vardı da bu sonraki yıllarda
değiştirildi.
1993 yılına kadar Birleşik Bağımsız Kürdistan kurulması düşüncesi
vardı. Ama 1993’ten sonra devletsiz de özgürlük ve demokrasinin
yaşanabileceği düşüncesine vardık. Bunu söylerken sosyalizmin
enternasyonalist düşüncesinden hareketle, gerekirse “Türkiye ile
yaşayabiliriz” diyorduk.
Sonra Türkiye’ye düşman oldunuz
ama.
Önceleri Türkiye ve Türk karşıtlığımız yoktu.
Çünkü PKK’nın kurucularının yarısı Türk’tü. Çoğunu kaybettik. Biz
hâlâ onları kendimize örnek alıyoruz. Kemal Pir, Kürt değildi. O
zamanki arkadaşlar, “Eğer Kürdistan’da devrim olursa Türkiye’de de
devrim olur” düşüncesiyle bize katıldı. Hareketimiz Türk düşmanlığı
biçiminde gelişmedi. Türkiye’de sol demokratik bir iktidar olursa,
onlarla aynı sınırlar içinde yaşayabiliriz demiştik.
Madem ki demokrasi diyorsunuz. Öyle ise demokrasinin
yerleşmesine yardımcı olmak için “silahları bırakayım” düşüncesi
sizde niye gelişmiyor?
Türkiye’nin demokratikleşmesi için her türlü kolaylığı sağlamaya
çalışıyoruz. 1993-95 ve 98’de ateşkes ilan ettik. O zamanın
şartları farklıydı denilebilir. Ama 1999 yılında silahlı
güçlerimizin hepsini ülke sınırlarının dışına çektik. Bunu 5 yıl
sürdürdük. Bu süre içinde ciddi adımlar atılmadı. Olumlu gelişmeler
yaşansaydı şu anda farklı olurdu.
Apo yakalandığı için yapıda bir travma oluştu. Onun için
geri çekildiğiniz ve toparlandıktan sonra saldırılara başladığınız
yönündeki eleştirilere ne diyeceksiniz?
Aslında tam
tersi oldu. Atalet yaşadığımız dönemde parçalanma yaşadık. Bu süre
içinde savaşmadık. ABD, Irak’ı işgalin ardından, KDP ile KYB’ye
müdahale etti. Bu arada Osman Öcalan, Nizamettin Taş, Halil Ataç
gibi kişilerin ayrılmasıyla örgütte bölünme yaşandı. Eğer Öcalan,
bize “geri çekilin” dediğinde onu dinlemeseydik ve 6. kongrede
aldığımız çok şiddetli savaş kararını uygulasaydık belki de çok
zararlı çıkabilirdik.
SÖZLER TUTULMADI
Devletin yetkilileriyle PKK görüşürken bu arada da siz
masum insanları öldürmeye devam ediyorsunuz.
Yapılan
görüşmeler müzakere değil. Şimdiye kadar devletin gerçekleştirdiği
bu temaslarda ciddi olmadığını gördük. Bu zaman kazanma ve oyalama
taktiğidir. Kendileri böyle olmadığını iddia ediyor ama hiçbir adım
atılmıyor. Verilen sözler yerine getirilmiyor.
Ne tür sözler verildi?
Örneğin 14 Nisan’da
KCK’ya yönelik operasyonlarda gözaltına alınanların
bırakılacaklarını söylediler. Ama daha sonra bırakmadıkları gibi
tutuklamalar daha da arttı.
Bu iddialarınıza ben de dahil olmak üzere kimse
inanmayacak. Daha ciddi şeyler söyleyin.
İmralı’ya gidiş-gelişler var. Avukatlar aracılığıyla mesajlar
gönderiliyor. Bunları demokratik çözüm için bir araç olarak
kullanmak istiyoruz. Söz verdiğimiz için görüşmeleri gerçekleştiren
kişileri ve görüşme içeriğini açıklamıyoruz.
Sizin için hâlâ belirleyici unsur Öcalan’ın tavrı ve
konumuysa o ‘ben çekildim’ diyor. Siz niye
direniyorsunuz?
2009 Aralık ayında tek taraflı silah bıraktık. 5 Aralık’tan 29 Mart
yerel seçimlerine kadar ordu da silah kullanmadı. DTP yerel
seçimlerden güçlü çıkınca hükümet bu işin zorla değil demokratik
yöntemlerle çözülmesi için girişimde bulunur diye bekledik. PKK,
KCK ve DTP ayrı ayrı toplantılar yaparak hükümete bir şans tanımak
için karar aldı. Ama yine oyalandığımızı gördük. Hem irtibat
kuruyorlar hem de sabahtan akşama kadar “terör örgütü” diyerek
hareket ediyorlar. Öcalan cezaevi şartlarında “örgütü yönetemem”
dedi. Her türlü kararı veren biziz.
GENÇLİĞİMDE CHP’LİYDİM |
En son büyük şehire ne zaman gittiniz? Bir ekmek, bir
kilo et kaç para biliyor musunuz? Cezaevinden çıktıktan sonra, 1992’de İstanbul’a gittim. Haydarpaşa Lisesi’nde okudum. 1972 mezunuyum. İstanbul’da bir ekmek, bir kilo ekmek kaç para bilmiyorum. Bunları milletvekillerine ve bakanlara sorun. Siz halk için uğraşıp bazı projeler hayata geçirmeye çalıştığınızı iddia ediyorsunuz ya. Halkın nasıl yaşadığını bilip bilmediğiniz merak ettiğim için sordum... Biz halkın yoksul olduğunu biliyoruz. Tabiî ki bir Kürt ailesinin evine giren beş ekmeğin kaç lira olduğunu bilmem. Ya da belediye otobüsünün kaç lira olduğunu bilmeyebilirim. Ama işsizlik çok fazla bunu biliyorum. Orta Doğu, dünya dengelerinin yeniden kurulduğu bir coğrafyadır. Türkiye, İran, Irak ve Suriye’yi tanıyoruz. 40 yıldır bu bölgedeki siyasal hareketleri takip ediyoruz. Gençlik yıllarımda CHP’nin gençlik kollarına gitmiş bir insanım. |
Abdullah Öcalan’ın örgütü yönetmediği konusunda samimi
misiniz?
Evet. Kesinlikle içerideyken örgütü yönetemez. Kendisi de bunu
söylüyor.
Yapmayın, düzenli olarak avukatlarla görüşerek sizlere
mesajlar gönderen bir insanın kurduğu örgütün istikametini
belirlemede etkili olmadığını mı söylüyorsunuz?
Olaylara ideolojik ve teorik yaklaşım konusunda etkili. Ama biz Apo
olmadan bir şey yapmayız, o da biz olmadan bir şey yapamaz.
Türkiye, demokratik olarak İran ve Suriye’nin
gerisinde değil. Ama sizler bunlarla değil Türkiye ile
uğraşıyorsunuz, neden? Mesela İran, militanlarınızı idam ederken
Türkiye’de bir tek insan asılmadı.
Türkiye’de idamı biz kaldırdık. İdamlar İran’ın başına bela olacak.
Eğer şu anda farklı bir şey gelişmiyorsa bizim sabırlı
davranmamızdan kaynaklanıyor.
Peki sizler olmazsanız Türkiye, halkın parasını dağa
taşa bomba atarak harcar mı?
Kürt sorunu çözülsün o zaman.
İskenderun kolay hedefti
Türk jetlerinin bombardımanı örgüte zarar veriyor
mu?
Türk jetleri hedefleri tam isabet ettiriyor. İtiraf etmeliyim ki
mart ayından bu yana 130 PKK’lı öldürüldü.
Eylemlerinizde neden hep masum insanlar öldürülüyor?
Askerlik mecburi hizmet. Masum erlere saldırıyorsunuz sonra da
“askere gitmesinler” diyorsunuz, bu nasıl bir
mantık?
Çatışma, askerler ve polis güçleriyle
yürütüldüğünden onlar hedef alınıyor.
Bazı istihbarat örgütlerinin sizi kullandığı iddia ediliyor.
Türkiye kamuoyunda İskenderun olayını İsrail’in talepleri
doğrultusunda gerçekleştirdiğiniz intibaı var. Hakikaten PKK mı
yaptı bu olayı?
Evet biz yaptık. HPG bu olayı üstlendi. 6 ay önce keşif
yapılmıştı.
Nasıl bir tesadüf ki İsrail’in Mavi Marmara gemisine
saldırdığı gece siz de tarihinizde ilki gerçekleştirip denizcilere
saldırdınız?
Bu spekülasyondur. Biz ilk defa eylem yapmıyoruz. İskenderun’da
daha önce de eylemler yaptık. Apo “çekiliyorum” dedikten sonra bu
eylem gelişti. HPG’nin Türkiye’nin pek çok noktasına ilişkin keşfi,
planları ve hazırlığı vardır. Şu anda bile her bir birimimizin en
az 5-10 eylem yapacak keşifleri var. 1999 yılında binlerce kişiyi,
dünyanın her tarafında eylemler yapmaları için eğittik. Buna İsrail
de dahildi.
İsrail’i niye vuracaktınız?
Apo’ya yönelik
uluslararası komplonun bir numaralı sorumlusu Türkiye değildir. Bu
komploda ABD ve İsrail başı çekiyor. Bu iki devlet Apo’nun Rusya,
İtalya ve Yunanistan’da kalmasını engellemişlerdir.
Bazı unsurlarınız bu ülkenin istihbaratıyla temasa
geçmiş olamaz mı?
Hayır olamaz. Çünkü hâlâ bizler İsrail tekniğiyle vuruluyoruz.
Buralarda keşif yapan Heronlar İsrail yapımı. Tankları İsrailli bir
firma modernize etmiş. Bu açıdan İsrail’e öfkeliyiz. Ayrıca bizim
kanımızla Filistin halkının kanı birleşmiştir. 1982 yılında
Filistinlerle birlikte İsrail’e karşı savaştık. 13 arkadaşımız bu
uğurda öldü. FKÖ kamplarında eğitim gördük. Onlara olumsuz
yaklaşımımız olmaz. Psikolojik savaş yöntemleri uygulandığı için
bizi İsrail’le irtibatlandırmak istiyorlar.
Siz “biz eylem yapalım da İsrail’den bilsinler”
anlayışıyla yapmış olabilir misiniz?
Amanos’ta denizcilere yönelik eylemden bir-iki gün önce olay olmuş
ve bir arkadaşımız öldürülmüştü. Oradaki güçlerimiz de en kolay
eylem nasıl yapılır diye düşünmüşler ve bakmışlar ki çok kolay bir
yer. Ormanın hemen karşısında ateş etmiş ve vurmuşlar. Aynı güne
denk gelmesi tesadüftür.
İsrail’in yardım taşıyan gemiye saldırısına ne
diyorsunuz?
İsrail’in yaptıklarını doğru bulmuyoruz. O tür eylemler kabul
edilecek gibi değil. Fakat bir çelişki var ortada. Hükümet, Hamas
terör örgütü değil diyor ancak Kürtlerin en makul haklarını bile
kabul etmiyor.