Internet Haber Mobil Uygulama
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
Yazıya başlamadan önce bir soru soracağım size. Liderin biri
"Bizim mücalemiz, Kürtlerle Türklerin birlikte devlet
kurmasıdır" demiş. Bakalım tahmin edebilecek misiniz kim
olduğunu?
Şimdi yazıya başlayabiliriz.
30 yıldır kanla sulanan, her çakıl taşında bir şehidin veya bir
teröristin kanı bulunan bu topraklara barışı hakim kılmanın sadece
ama sadece 3 yolu var.
1 - Savaşarak. Bunu zaten 30 yıldır yapıyoruz ve
40 bin insanı böyle savaşta kaybettik. Feryadın yükselmediği il,
ilçe, köy ve mezra kalmadı.
2 - Bölünerek. Bir asırdır içten ve dıştan gelen
tüm tehditlere rağmen bölünmedik. Bunu Kürtler dahi istemiyor.
Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkımında dahi Kürtler İngiltere ve
Fransa'nın kışkırtma ve tahriklerine rağmen bu topraklara ihanet
etmedi, yine etmeyecek.
3 - Konuşarak. Şu an tam da bu yapılıyor.
Beğeniriz veya beğenmeyiz. Çoğunluğun oylarıyla iktidara gelen bir
hükümet var ve kendi tarzı, kendi yöntemiyle bu sorunu konuşarak
halletmek istiyor. Ama herkes buna karşı. "Peki senin çözüm
önerin ne?" dendiğinde ise çıt çıkmıyor!
Çünkü barışı sağlamak için bu 3 yoldan başka güzergah yok.
Söylenen tek şey var. "Hükümet neden PKK ile müzakere
masasına oturdu?"
İyi de PKK ile pazarlık masasına oturan ilk iktidar AK Parti değil
ki? Terör örgütü kan döktüğü ilk günden beri görev yapan tüm
iktidarlar öyle veya böyle barış adına bazı hamleler yaptı?
Daha doğrusu bugüne kadar devlet adına kimler, gizli veya aşikar
bir şekilde PKK ile müzakere masasına oturdu, gelin ona
bakalım.
PKK ile ilk görüşmeler 1993 yılında yapıldı. PKK saldırılarının en
yoğun olduğu dönemlerde "İkinci Cumhuriyet"
tartışmasını çıkaran dönemin Cumhurbaşkanı Turgut
Özal diğer yandan da barışın yollarını arama adına masaya
oturan lider oldu. O zamanlar Celal Talabani bu görüşmelerde
arabulucu sıfatı görüyordu. Belli bir noktaya gelen, hatta
ateşkesle noktalanan sürecin sonrasında görüşmeler nasıl olduysa
oldu ve bir anda kesildi.
PKK ile ikinci görüşme ise Özal'ın vefatından sonra yaşandı. Hatta
çok güçlü kaynaklara göre Özal Öcalan'la her konuda anlaşmıştı ve
karar açıklanmak üzereyken Özal'ı ortadan kaldırdılar. Özal
öldükten sonra bu kez PKK ile görüşen isim ANAP lideri
Mesut Yılmaz oldu. Ancak askeri kanattan birileri
devreye girince, 1995 yılında süresiz ateşkes ilan edilmesine,
barış görüşmelerine başlandığı kulaktan kulağa fısıldanmasına
rağmen süreç yeniden tıkandı.
Aynı Mesut Yılmaz 1996 yılında bir kez daha
harekete geçecek, HADEP'ten Recep Doğaner
üzerinden devletin ilişki kurmak istediği haberini PKK'ya
ulaştıracaktı. Ancak bu kez sürecin
"İsrail-Filistin" benzeri bir yöntemle çözüleceği
dahi konuşulmasına rağmen yine bir el devreye girecek ve sağlanan
ateşkes süreci ile barış görüşmeleri yeniden tıkanacaktı.
Yılmaz'dan sonra PKK ile temas kuran isim merhum Necmettin
Erbakan oldu. Erbakan- Çiller koalisyonu döneminde bir
gazeteci Abdullah Öcalan'a barış görüşmelerinin başlamasına start
verilmesi amacıyla gönderildi. Bu karar PKK'nın Avrupa yönetimine
iletildi ama o çaba da birileri devreye girince sonuçsuzlukla
sonuçlandı.
En ilginç barış görüşmeleri süreci ise aynı yılın 1 Eylül'ünde,
yani 'Dünya Barış Günü'nde yeniden başlatıldı.
Süreci başlatmak isteyen bu kez kimdi biliyor musunuz? PKK
ile dağ tepe demeden, binlerce şehit veren Mehmetçiğin ta
kendisiydi. Yani üst düzey askeri kanat bu taleple
APO'ya haber gönderdi.
Öcalan yakalandıktan sonra yargılanırken o dönemi şu sözlerle
anlatacaktı:
"Genelkurmay'ın Toplumsal İlişkiler Başkanlığı'nda çalışan bir
Albay, üst düzey askeri kadronun verdiği yetki ve görevlendirme
üzerine Brüksel'deki temsilciliğimize kadar gelmiş ve aynı
önerileri getirmiş. Ben önerilerin ciddiyetine inandım, 1993'te de
Özal'ın bu çeşit düşünceleri vardı ancak ordu o zamanlar bu konuya
hazır değildi. Bana getirilen önerilerde artık ordunun da bu konuya
hazır olduğu belirtiliyordu. Bu sebeple ben ateşkesi tek taraflı
olarak ilan ettim. Bana söylenen resmen olmasa bile fiilen ateşkes
şartlarına bağlı kalınacağı ve aşama aşama önerilerin
gerçekleştirileceği idi."
Sakın Öcalan'ın sözlerine itimat etmediğinizi söylemeyin. Yaklaşık
3 aydır Öcalan'ın ağzından çıkan her söze inananlar bugün
"İnanmıyorum" derse komik olur çünkü. İnanmanızı
gerektirecek çok güçlü belgeler de var ortalıkta. Öcalan'ın
askerden gelen barış çabalarını anlattığı söyleşisi o günlerde
Fransa'nın Le Monde gazetesinde
yayınlanmış, Mine Kırıkkanat ve Saygı Öztürk bu söyleşiyi Türk
basınına da taşımış ve askeri kanattan bir tepki veyahut tekzip
gelmemişti.
Neyse, devam edelim.
PKK ile mücadele adına Güneydoğu'yu kan gölüne çeviren,
"Her Kürt teröristtir" mantığıyla hareket ettiği
için Kürt işadamlarını katlettiren, özel harekatçıları birer cellat
edasıyla bölgeye sevkeden Tansu Çiller de PKK ile
görüşme masasına oturan isimlerden biri. Çiller Başbakanlığı
döneminde bir yandan bu katliamları yaparken diğer yandan da
Mehmet Ağar'ı yanına katarak PKK'ya görüşme istediğini
MOSSAD üzerinden ileten isim oldu.
Öcalan yakalandıktan sonra ne oldu peki? Onu da anlatayım..
Ecevit döneminde de barışın sağlanması adına Öcalan'la masaya
oturuldu. O dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin
Kıvrıkoğlu, askeri yetkililerden oluşan bir komisyon kurdu
ve Ecevit'i de bu sürece kattı. Başbakan Bülent
Ecevit adına o günlerde MİT Müsteşarı Emre
Taner görüşmeleri tam yetkiyle sürdüren isimdi.
Size daha acısını söyleyeyim.
O dönemde Hüseyin Kıvrıkoğlu çekilme süreci konuşulurken,
"PKK'lıların tamamı çekilmesin. 500 kişilik bir grup
kalsın. Çünkü PKK'nın boşaltacağı alanlara diğer terör örgütleri
sızabilir. Bu boşluğu PKK doldursun" diye bir öneri bile
götürdü. Bu görüşmeler 2001 yılının Eylül ayına kadar sürdü ve
sonuç alınamadı.
Ecevit de zaten kısa süre sonra ekonomik kriz patlak verince
koltuktan düştü.
Sonrasını zaten biliyoruz. AK Parti ve görüşme süreci aynen devam
ediyor. AK Parti'nin diğer partilerden farkı, süreci tam gizlilik
içinde değil de yarı şeffaf yürütmesi.
Mesele de buradan çıkıyor zaten.
Bakınız;
AK Parti'nin bu süreci yüzde yüz doğru götürdüğünü söylemiyorum.
Ancak Kürt sorununu İnsan Hakları ve Hukuk Ölçeğinde çözmek
istediğine dair çabaları olduğunu söylüyorum. Bugün bahsi edilen
Kürtler'in sadece yüzde 20-22'si BDP'ye ve dolayısıyla PKK'ya oy
veriyor, yüzde 80'i oy vermiyor. Ama o yüzde 80 bile haklarını,
dillerini ve kimliklerini istiyor. AK Parti de bu yüzde 80'in
sorununu çözmekle beraber, PKK belasını da aradan kaldırmak üzere
çabalıyor.
Katılırsınız veya katılmazsınız o sizin sorununuz ama bilesiniz ki,
dünyada terörün musallat olduğu tüm ülkeler sorunları bu yöntemle
halletti, hallediyor. İngiltere'nin İRA'dan kurtuluş yöntemini
araştırın ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
Siz PKK'yı kuran Ergenekon ve JİTEM'i yok sayıp, "Yahu
Öcalan'a söyleyin birşeyler yapsın, kan döksün. Yoksa AKP iktidara
gelecek" diyen yargının en tepesindeki isimleri görmezden
gelip, PKK ile içli dışlı olan askerleri kahraman sayıp, AK
Parti'ye küfretmeye niyetlenmişseniz, gökten vahiy dahi gelse ikna
ve islah olmazsınız zaten.
Ha..
Eleştirdiğiniz ve hain dediğiniz Akil İnsanlar
meselesine gelince...
Biliyorum ki, Akil İnsanlar'ın arasına bugün
Atatürk de katılsa, Hazreti
Peygamber de bu isimlerin arasına katılsa siz onlara da
küfredersiniz, buna eminim.
Yalnız bilmelisiniz ki ..
Akil İnsanlar meselesini ilk dillendiren Abdullah Öcalan, Öcalan'ı
destekleyen ilk açıklamayı yapan parti de CHP'dir. AK Parti'de bu
sürece CHP'yi de dahil etmek için "Akil
İnsanlar" önerisini kabul etmiştir.
Hatta Akil İnsanlar meselesini Meclis'e taşıyan ilk parti de
CHP'dir. AK Parti bu meselenin Meclis'e taşınmasına izin verse ne
olacaktı biliyor musunuz?
Meclis CHP'nin önerisini kabul etse, mecburen Akil İnsanları TBMM
seçmek zorunda kalacaktı. Bu durum Abdullah Öcalan'ı
"teröristbaşı" statüsünden çıkarıp
"isyancı" konumuna sokacak, "terörist"
dediklerimiz "gerilla" olarak anılacak,
"terör eylemleri" de "hak
mücadelesi" olarak resmen Birleşmiş
Milletler'in kontrolü altına girecekti.
BDP'nin, "Bu konu Meclis'te görüşülmeden geri çekilme
olmaz" diye diretmesine ve dayatmasına rağmen AK Parti'nin
ısrarla, "Bu konu Meclis'te görüşülmeyecek"
demesinin nedeni de budur.
Yazı uzadı..
Başınızı fazla şişirmeyeyim.
Son olarak diyeceğim şu.
"Bazen bir hainin fısıltısı, bir milleti
öldürür.." Bugün barış süreci, Öcalan'ın açıklamalarına
dahi yansıdığı şekliyle PKK'nın tek bir şartı dahi kabul edilmeden
devam ederken, "Ülke bölündü. Öcalan ülkeyi
yönetiyor" diye fitne ve vesvese üretmeye çalışanlara
fazla aldırış etmemenizi tüm saygımla tavsiye ederim.
Aldırış etmeyin çünkü, paranoya gerçekten
bulaşıcıdır.
Ha...
Yazının başında sorduğum sorunun cevabı:
O sözü söyleyen, hatta söylemekle kalmayıp Amasya
Beyannamesi'nde bu sözün altına imza atan kişi
Mustafa Kemal Atatürk'tür!...
NOT: Yazıya gelecek tepkileri tahmin
edebiliyorum. Ancak vatana sadakatimi üç beş pıtırcık sünepenin
sorgulayacak olması çok umurumda olmaz söyleyeyim!