Petrolde İsrail oyunu mu?
Abone olTürkiye'de petrol var mı? Varsa neden çıkarılmıyor? Veya kimler neden engelliyor?
Enerjide dışa bağımlılığı giderek artan ülkemizi bu durumdan
kurtaracak kaynaklar Anadolu’da olabilir mi? TPAO, dört yıldır
yoğunlaştırdığı faaliyetleriyle bu soruya cevap arıyor. Bütçesi
yüzde 300 artırılan TPAO’dan müjdeli haberler bekleniyor.
Amerikalı mühendis, gözleri parlayarak ve yanındaki adama döndü ve
“Mr. Taşman this is Batum (Burası Batum)” dedi. İki kişi arasında
geçen bu konuşmayı dinleyen genç adam duyduklarına inanamadı.
Amerikalı bilim adamı bu küçük Anadolu şehrinin 1940’ların petrol
merkezi Batum’la aynı oranda petrole sahip olduğunu söylüyordu. Bir
an kalbinin yerinden fırlayacağını düşündü. Babasına müjdeyi vermek
için sabırsızlanıyordu. Bir vesileyle Amerikalının yardımcısı Türk
mühendise dönüp, “Amerikalı ne dedi?” diye sordu. Türk mühendis,
onun beklediği cevabı vermedi: “Petrol var ama son derece önemsiz
miktarda.” Delikanlı, “Ama Amerikalı öyle demedi. Buranın Batum’a
benzediğini söyledi!” diye atıldı. Bu çıkış mühendisi öfkelendirdi;
“Sus! Büyükler konuşurken çocuklar karışmaz böyle şeylere! Hem sen
İngilizce biliyor musun?”
TÜRKİYE’DE PETROL YETERİNCE ARANMAMIŞ
Genç adam İngilizce biliyordu ve her şeyi kulaklarıyla duymuştu ama
kendisine çıkışan adamla münakaşa edemezdi. Çünkü karşısındaki
Maden Tetkik Arama’nın (MTA) Petrol Araştırma Grubu Başkanı Cevat
Eyüp Taşman’dı. İkili arasındaki konuşmadan rahatsız olan babayı
Taşman’ın son sözleri ikna etti: “Evet konuşmanın bir bölümünde
Batum sözü geçti ancak petrolden değil, coğrafî yapıdan bahsettik.”
Genç adam, babasının kendisine değil bilim adamına inanacağını
biliyordu. Aradan yıllar geçmesine rağmen bu olayı hiç
unutmadı.
63 yıl sonra milli petrol şirketi Türkiye Petrolleri Anonim
Ortaklığı (TPAO) petrol aramak için o küçük beldeye yani
Isparta’nın Eğridir ilçesine yeniden geldiğinde gözleri ışıldadı.
“Sonunda haklı çıkacağımı biliyordum.” diyen o gencin ismi Özhan
Yiğitbaşı. Şimdi sevinç ve hüznü birlikte yaşayan Yiğitbaşı, “Bu
işten milletçe çok büyük zarar gördük. Bu kaynaklar yıllar önce
devreye sokulabilseydi bugün Türkiye bambaşka bir memleket
olacaktı.” diyor. Onun başından geçenler Anadolu topraklarında
yıllardır kulaktan kulağa fısıldanan “Anadolu’da petrol var”
iddialarını doğrulayan örneklerden sadece bir tanesi.
“Amerikalıların petrol yok diyerek kapattıkları kuyudan petrol
çıktı!” veya “Nusaybin’de petrol bulundu!” haberlerinin gazete
sayfalarında sıkça yer bulduğu şu günlerde insanların zihinlerinde
bazı sorular beliriyor: Türkiye’de gerçekten ihtiyacı karşılayacak
oranda petrol var mı? Varsa neden çıkarılmıyor? Petrol varsa
çıkarılmasını kimler neden engelliyor?
PETROLDE DIŞA BAĞIMLILIK ARTIYOR
Bu sorulara cevap verebilmek için yıllık petrol tüketimi 32 milyon
ton olan ülkemizde ihtiyacın ne kadarının iç üretimle
karşılandığına bakmak gerekiyor. Ülkenin her yıl giderek artan
enerji talebi nedeniyle yakın bir zamana kadar ihtiyacın yüzde
25’ini karşılayan iç üretim bugün yüzde 7’sini ancak
karşılayabiliyor. Yıllık 2,3 milyon ton olarak gerçekleşen üretimin
çok önemli bir bölümü ise devlet şirketi olan TPAO tarafından
gerçekleştiriliyor.
Petrol üretiminin istenilen seviyede olmaması ülkemizin
uluslararası petrol fiyatlarında yaşanan dalgalanmalardan ciddi
şekilde etkilenmesine neden oluyor. Petrol fiyatlarında bu yılın
başından itibaren yaşanan tarihî yükseliş sonunda ham petrol
fiyatlarının varil başına 80 dolara kadar tırmanması Türkiye gibi
petrol ithalatına bağımlı ülkelerin ödemeler dengesine ek yükler
getiriyor. Uluslararası yatırım bankası Morgan Stanley’in
hesaplamalarına göre petrol fiyatlarındaki ortalama 10 dolarlık
artışın Türkiye’nin toplam enerji ithalatını 4,2 milyar dolar, cari
açığını da 3,5 milyar dolar artırıyor.
Enerji Bakanlığı verilerine göre ülkemizde 946 milyon ton petrol
rezervi var. Bunun 163 milyon tonluk bölümü işletilebilir rezerv
olarak kabul ediliyor. Bakanlık yetkilileri rezervlerin zaman
içinde yüzde 75’inin (122 milyon ton) tüketildiğini, yeni
rezervlerin bulunamaması halinde doğalgazın yanısıra petrolde de
tamamen dışa bağımlı hâle geleceğimizi ifade ediyor.
Yetkililerin açıklamalarına göre sorunu aşmanın yolu tespit edilen
miktardan fazla rezerv varlığını ortaya koyabilecek yeni kuyuların
açılmasından geçiyor. Bunun için Enerji Bakanlığı, TPAO ile son
dört yıldır kara ve deniz sahalarında hummalı bir arama kampanyası
yürütüyor. Elde edilen ilk sonuçlar ise son derece ümit verici.
Petrol genel olarak kırıksız, blok kara parçalarında bulunuyor.
Petrol mühendisi Mustafa Şenel bu prensipten hareketle jeolojik
açıdan Türkiye’nin petrol oluşumu için elverişli olduğunu söylüyor:
“Güneydoğu Anadolu bölgesi kırıksız dört ana parçadan oluşuyor.
Oysa bölgenin doğusu-batısı ve kuzeyi kırıklardan oluşuyor. Bu
nedenle bu bölge ve Doğu Akdeniz’de petrol varlığından söz
edebiliriz.” diyen Şenel’i Türkiye Petrol Jeologları Derneği
Başkanı Mehmet Özkanlı da destekliyor: “Aramadığınız şeyi
bulamazsınız. Bizler yani petrol sektöründe çalışanlar, bırakın
ülkemizin her yanını, petrol çıkarılan tek bölgemiz olan
güneydoğunun bile hâlâ yeterince aranmadığını kabul ediyoruz.”
YABANCI PETROL KARTELLERİ ARAMA KONUSUNDA NEDEN İSTEKSİZ?
Güneydoğu Anadolu bölgesinde petrol çıkartan Alaaddin Middle East
şirketinin Arama Grubu Başkanı Cüneyt Özdil de aynı kanaatte:
“Dünyanın kaliteli petrol havzalarına baktığımızda kaliteli
petrolün kaynağının silüryen kaynak kayasının bulunduğu yerler
olduğu görülür. Çöküntü alanlarını takip ettiğimiz zaman bu şekilde
meydana gelmiş üç bölgenin daha olduğunu belirledik. Kuveyt ve
Suriye’deki çöküntü alanları dışında dördüncü alanın Anadolu’daki
Diyarbakır çöküntüsü olduğunu tespit ettik. Birçok insan buna
inanmadı ancak biz buradayız ve çalışmalarımızı sürdürüyoruz.”
Ülkemizde petrol arama faaliyetlerinin geçmişi oldukça yeni. Bunun
en temel nedeni bu araştırmaları yapabilecek petrol mühendisi ve
jeologların yetiştirilememiş olması. Ciddi anlamda ilk petrol
keşfinin Cumhuriyet’in ilanından 22 sene sonra yapılması sıkıntının
boyutlarını gözler önüne seriyor. 1945’te Raman bölgesinde petrol
çıkartmaya başlayan Türkiye, 1954’te kabul edilen ‘Petrol
Kanunu’nun çıkmasına kadar çok fazla ilerleme kaydedemedi. Yasanın
çıkması ve hemen ardından TPAO’nun kurulmasıyla birlikte petrol
aramalarında eskiye oranla ciddi bir artış sağlandı.
Enerji Bakanlığı verilerine göre 1954’ten bugüne ülkemizde 3 bin 97
adet arama, tespit ve üretim kuyusu açıldı. Bunlardan 2 bin 100
tanesinin TPAO tarafından açılmış olması yerli ve yabancı petrol
şirketlerinin ilgisinin hangi boyutlarda olduğunu gösteriyor. Bir
başka husus ise ülke genelinde yılda ortalama 60 petrol kuyusunun
açıldığı gerçeği; hâlbuki sadece ABD’de yılda 20 bin yeni kuyu
açılıyor.
Türkiye’de 1950’lerden itibaren her hükümet arama çalışmalarını
hızlandırmak ve petrol üretimini artırmak için ülkeye yerli ve
yabancı petrol şirketlerini davet etti. Ama tüm bu iyi niyetli
çağrılara karşın uluslararası şirketlerin beklenen ilgiyi
göstermemesi arama çalışmalarında yükün kamu kuruluşu TPAO’nun
sırtına binmesine sebep oldu.
BÜTÇE YÜZDE 300 ARTIRILDI
“Yabancı şirketler, birçok bölgede ele geçirdikleri arama ve
işletme ruhsatnameleri sayesinde, bu yerlerde kendi müessesemizin
(TPAO) üretimde bulunmasına engel olmakta, kendileri ise petrol
aramayıp bulunan kaynakları işletmeyi de ciddiye almadıklarından
Türkiye’ye gelmeleri, petrol üretimimizin artmasına değil, yerli
müessesimizin kolayca bulup işletebileceği kaynakların atıl
kalmasına sebep olmaktadır.” Bu satırların kaleme alındığı tarih
1964, satırların yazarı ise 1990 yılında uğradığı silahlı bir
saldırı sonucu hayatını kaybeden Prof. Dr. Muammer Aksoy. Aksoy’un
42 yıl önce gündeme getirdiği bu gerçek aradan geçen uzun zamana
karşın hâlâ değişmedi. Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (PİGM)
tarafından yayımlanan raporlara bakıldığında Aksoy’un haklılığı
ortaya çıkıyor. Yabancı petrol şirketlerinin 2000 yılı itibarıyla
ellerindeki toplam ruhsat sayısı 206 iken, toplam yurtiçi üretimin
yüzde 70’ini gerçekleştiren TPAO’nun elinde ise sadece 126 ruhsat
var. Petrol sahalarının büyük bir bölümünü elinde bulunduran
yabancı petrol şirketlerinin üretimdeki payının ise sadece yüzde 25
olması Aksoy’un sözlerini doğruluyor.
Peki, ama yabancı petrol şirketleri petrol arama hususunda neden bu
kadar isteksiz? Aksoy, “Türkiye’de Petrol Sorunu” isimli
çalışmasında bu soruyu şöyle cevaplıyor: “Eğer yabancı şirketler
Türkiye’de dünya piyasası için önemli, bol ve ucuz petrol
bulabileceklerse ve kendilerine tanınan transfer imkânı da çok
cömertse, o zaman Türkiye’de petrol bulmak onlar için Türkiye’yi
kaybetmekten daha avantajlı olacak ve bu şirketler samimi surette
petrol arayıp çıkaracaklardır. Büyük petrol şirketleri
araştırmaları sonucunda ‘Türkiye’de petrol bulunduğu fakat bu
petrolün dünya piyasası için kullanılacak kadar bol ve hele ucuz
üretime elverişli olmadığı, özellikle ulaştırma masrafları yüzünden
kendilerine bir avantaj sağlayamayacağı’ kanısına varmışlar ve bu
sebeple ‘Türkiye’de petrol bulma yolunu değil, Türkiye’ye petrol
satma yolunu’ tercih etmişlerdir.
SURİYE SINIRINDA İSRAİL OYUNU MU?
İşte bunun içindir ki, Türkiye’de büyük petrol şirketleri mecbur
olmadıkça, petrol arayıp bulma amacıyla fazla yatırım yapmamakta,
petrol bölgelerini ellerine aldıkları arama ruhsatnameleri ile
kapattıktan ve böylece TPAO’nun bu yerlerde petrol istihsal etmesi
imkânını ortadan kaldırdıktan sonra, petrol arama oyunu oynayarak,
oyalama taktiği izlemekte ve her geçen yıl Türkiye’ye milyonlarca
liralık ham petrolü satmaya devam etmektedir.”
TPAO, sınırlı bütçesine rağmen son dört yılda ülkenin değişik
bölgelerinde arama çalışmalarına hız verdi. Şüphesiz Ak Parti
iktidarının verdiği destek de bu konuda önemli bir rol oynadı.
Örneğin, TPAO’nun bütçesi son üç yılda yüzde 300 artırıldı. Bu
sayede 2003’te ülke içi petrol arama çalışmaları için 108 milyon,
2004’te 210 milyon ve 2005’te de 282,5 milyon YTL ayrıldı. Bu rakam
2006’da ise 450 milyon YTL’ye yükseltildi. TPAO’nun bütçeden bu
kadar pay almasının sebebini Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi
Güler, “Biz petrolün varlığına inanıyoruz. Arama faaliyetlerinin
hız kazanması da bunun göstergesidir.” sözleriyle açıklıyor. Bu
destekle, kara ve deniz petrol alanlarındaki arama çalışmalarına
hız veren kurum 2003-2005 yılları arasında 106 yeni kuyu açtı.
10 Mart 2004 tarihli Anadolu Ajansı (A.A) bülteninde Türkiye-
Suriye sınır bölgesindeki mayınlı arazinin temizlenerek bu bölgede
petrol aranacağı duyuruldu. Mardin’in Nusaybin ilçesindeki yaklaşık
3,5 milyon dönümlük arazide petrol aramaya başlayan TPAO’nun elde
ettiği bulgular oldukça şaşırtıcıydı. Gelen ilk bulgulara göre
bölgede ciddi bir petrol rezervi vardı. Bakan Hilmi Güler, CHP
Manisa Milletvekili Ufuk Özkan’ın bu bölgedeki rezervlerle alakalı
sorusuna şu cevabı veriyordu: “ Mardin-Nusaybin Sahaları ile Suriye
sınırı civarında açılan petrol kuyularındaki rezerv yaklaşık 87
milyon tondur (561 milyon varil). Bu alanlardaki arama ve sondaj
faaliyetlerimiz devam etmektedir.”
İşin ilginç yanı bu alan kısa bir süre önce İsrail tarafından
sınırdaki mayınların temizlemesi karşılığında organik tarım yapmak
için kiralanmak istenmişti. Hatta Maliye Bakanlığı bu amaçla bir
ihale açmış; ama kamuoyundan gelen tepkiler üzerine ihale iptal
edilmişti. TPAO’nun son bir senede 7 kuyu açtığı sınırın Suriye
tarafında 100 kuyu faaliyet gösteriyor ve bunlardan günde 600 bin
varil petrol çıkarılıyor. Bu rakam Türkiye’nin günlük tüketiminin
yüzde 85’ine denk geliyor.
KARADENİZ’DE DEVLERLE ORTAK ARAMA NE ANLAMA GELİYOR?
Mardin şehrinin petrol konusunda ciddi bir potansiyele sahip
olduğunu düşünenler sadece TPAO yetkilileri değil. Cüneyt Özdil bu
konuda oldukça iddialı: “Mardin’in hemen güneyinde Ceylanpınar,
Mardin, Cizre üçgeninde Suudi Arabistan’da çıkan petrol kalitesinde
rezervler olduğunu tespit ettik. Bunu sismik ve gravite
çalışmalarıyla ortaya koyduk. Tespitlerimize göre bu bölgeden günde
1 milyon varil petrol çıkarmak mümkün. Bu gerçekleşirse Türkiye
sadece kendi ihtiyacını karşılamakla kalmaz, petrol ihraç eden bir
ülke haline bile gelebilir.” Bu durumda akla bir başka önemli soru
daha geliyor. Acaba ABD ordusu İkinci Irak Savaşı sırasında bu
yüzden mi Mardin’e yerleşmek istedi?
TPAO’nun petrol konusunda umut bağladığı bir diğer alan ise
Karadeniz. Ülkemizin üç tarafı denizlerle çevrili olmasına karşın
deniz aramaları konusunda son derece kötü bir karnemiz var. Bu
başarısızlığın başlıca nedeni olarak deniz aramalarının karaya
nazaran daha pahalı olması ve ileri teknoloji ile desteklenmesi
zorunluluğu olarak gösteriliyor. Bu faktörleri göz önünde
bulunduran TPAO, deniz aramalarını uluslararası petrol şirketleri
ile yürütüyor.
2002’den bu yana Amerikalı Madison Oil şirketi ile Batı
Karadeniz’de, İngiliz enerji devi BP ile Doğu Karadeniz’de ortak
arama çalışmaları yürüten TPAO, bu bölgedeki arama grubuna son
olarak Brezilya millî petrol şirketi Petrobras’ı da dâhil etti.
Sinop ve Kırklareli açıklarında ortaklaşa derin deniz araması
yapmak üzere Petrobras ile anlaşma imzalayan TPAO, bu çalışmalardan
oldukça umutlu.
Geçtiğimiz aylarda “Türkiye’de Petrol Gerçeği” isimli kitabı
yayımlanan gazeteci Mahir Etyemez’e göre Türk petrolü, artan
fiyatlar sayesinde artık çıkarılmaya hazır hâle geldi. “Türkiye’de
petrol var ancak oldukça derinlerde olduğundan yabancı petrol
şirketleri açısından ciddi bir maliyeti de beraberinde getiriyor.
Bu nedenle uluslararası petrol şirketleri fiyatların 15-20 dolar
seviyesinde olduğu bir ortamda bu maliyeti yüklenmek istemedi.
Şimdi fiyatlar 70 dolar seviyesinde hatta bazı yatırım bankaları
100 dolar olabileceğini yazıyor, dolayısıyla böyle bir ortamda
yüksek maliyetli Türk petrolü bile şirketlere ciddi kazançlar
sağlayabilir.” İşte bu nedenle Etyemez çok yakında Anadolu’nun
birçok şehrinden “petrol çıktı” haberlerinin gelmeye başlayacağına
inanıyor: “Çok yakında Mardin, Van, Hakkâri, Sivas, Erzincan ve
Batı Karadeniz’den petrol bulunduğuna dair haberler
okuyacaksınız.”
TPAO’nun son yıllarda başlattığı arama hamlesinin ülkemizin
geleceği açısından önemi büyük. Ama bu çalışmalara özel sektörün de
destek vermesi gerekiyor. Zira, Türkiye’de petrol Ortadoğu
ülkelerinde olduğu gibi yüzeye yakın noktalarda değil, 3 ila 6 bin
metre derinlikten çıkarılıyor. Şüphesiz bu da ciddi bir maliyet ve
teknoloji kullanımı gerektiriyor. Enerji Bakanlığı yetkililerine
göre önümüzdeki dönemde çokuluslu şirketler, gözlerini Türkiye’ye
çevirebilir. Sebebi ise gayet basit: Petrol fiyatlarının yükselmesi
ve Latin Amerika ve Rusya’daki “millîleştirme” hamleleri. Meclis
Genel Kurulunda görüşülmesi beklenen Petrol Kanunu Tasarısı özel
sektör şirketlerinin de bu sürece aktif katılımını sağlamayı
amaçlıyor. Daha önceki düzenlemelere nazaran oldukça liberal
hükümler içeren yeni düzenlemenin uluslararsı kartelleri petrol
çıkarma noktasında ne ölçüde harekete geçireceğini bekleyip,
göreceğiz.
REZERVLER AZ GÖSTERİLİR Mİ?
Emekli Hava Korgeneral Erdoğan Öznal’ın “Ulusal Strateji”
dergisinde yayımlanan “Türkiye’de petrol yok mu?” başlıklı makalesi
petrol şirketlerinin menfaatleri gereği bilimsel gerçekleri nasıl
çarpıtabildiğine ilişkin çarpıcı örnekler içeriyor. Rockefeller’ın
Standard Oil şirketinin 19. yüzyılın başında hazırladığı raporlarda
Teksas kentinde bir damla dahi petrol bulunmadığını söylediği buna
karşın kentin dünya petrol üretiminde ne kadar önemli bir konuma
geldiğine dikkat çekiliyor. 1926’da Anglo-Persian Oil (BP) olarak
bölgede arama ve sondaj faaliyetleri yürüten İngilizler Suudilerle
yaptıkları görüşmelerde jeolojik raporların çok da iyimser
olmadığını ileri sürüyorlardı. Hatta İngilizlere göre Arabistan
yarımadası petrolden nasibini alamamış bir bölgeydi.
Bu hususta verilebilecek bir diğer örnek de Bakü-Ceyhan (BTC)
Petrol Boru Hattı’nın kuruluşu sırasında yaşanır. İngiliz
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (IISS) Müdürü John
Chipman hattın yapımından önce Hazar bölgesindeki petrol
rezervlerinin abartıldığını, bölgede en fazla 35 milyar varil
petrol olduğunu söyler. Oysa ABD Enerji Bakanlığı verilerine göre
bölgedeki rezervler Chipman’ın telaffuz ettiği rakamın 7 katıdır.
IISS’in bilimsel verileri neden çarpıttığı kısa süre sonra
anlaşılır. Hattın yapımında İngiliz petrol şirketi BP önder konumda
değildir. BP’nin projeyi üstlenmesinin hemen ardından bu
bilimsel(!) yanlışlık da düzeltilir.
PKK GÜNEYDOĞU’DAKİ PETROL ARAMA ÇALIŞMALARINA BÜYÜK ZARAR VERDİ
Uzmanların tespitlerine göre petrol çıkarılmasının önündeki yegâne
engel yabancı petrol şirketlerinin ilgisizliği değil. Terör örgütü
PKK da petrol arama çalışmalarına ciddi darbe vurdu ve vuruyor.
1992’de Batman’da TPAO ve Mobil tesislerini basarak üç mühendisi
öldüren bölücü örgüt militanları o tarihten bu yana stratejik önemi
haiz petrol kuyularına, rafineri ve şantiyeleri devamlı olarak
tehdit ediyor. Sorunun büyüklüğünü TPAO Yönetim Kurulu eski Başkanı
Ali Türkoğlu şu sözlerle dile getiriyor: “Şirketimizin ana bölgesi
ve en fazla petrol üretimi yaptığımız yer olan Güneydoğu’da son on
yılda terörist faaliyetlerden ötürü yeterince çalışma yapamadık.
Çünkü bazı alanlar güvenlik nedeniyle çalışmalara kapatıldı.”
Devlet Planlama Teşkilatı Petrol ve Doğalgaz Çalışma Grubu
tarafından 1996’da hazırlanan “Madencilik Özel İhtisas Komisyonu”
raporunda bu konuya ilişkin daha çarpıcı ifadelere yer veriliyor:
“Güneydoğu Anadolu’daki olağanüstü durum ülke petrol aramacılığında
ve üretiminde en önemli sorunlardan birisini oluşturmaktadır.
Olağanüstü durum nedeniyle, en ümitli petrol arama alanı olan ve
ülkenin petrol üretiminin büyük çoğunluğunu karşılayan yörede,
petrol arama ve üretim faaliyetleri aksamaktadır. Çalışma yapılan
yörelerde güvenlik tedbirleri gerekmekte, işin gereği olan tam
kapasite ile çalışmak mümkün olmamaktadır. Bu durum yatırımları
aksatıp, zaman kaybına ve maddi kayba neden olduğu gibi yörede
çalışan personeli de tedirgin etmektedir. Bölgenin bu koşulları
yerli ve yabancı sermayenin yöredeki yatırımlarını olumsuz
etkilemektedir. Güneydoğu olaylarının sonuçlanması ile potansiyel
alan olarak görülen Hakkâri-Van dolaylarındaki yatırımlara da etkin
olarak yeniden başlanabilecektir.”
Haber: Ufuk Şanlı
Kaynak: www.aksiyon.com.tr