Perinçek'in kitabı savcıların masasında
Abone olDönemin Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Can, AK Parti'ye açılan kapatma davası öncesi, Doğu Perinçek'in kitaplarının savcıların masasında gördüğünü söyledi
Doç. Dr. Osman Can... AK Parti kapatma davasının raportörü
olarak gündeme girdi. Öyle zehir zemberek bir rapor koydu ki ortaya
parti kapatılmadı, kapatılamadı. Kimi “Cemaatin adamı” dedi, kimi
“AK Parti’den bakanlık sözü aldı” buyurdu.
Bir taraftan sivil anayasa için çalışmalar yapıyor, kitaplar yazıyor, bir taraftan Marmara Üniversitesi’nde ders veriyor, bir taraftan da ihtiyacı olana işadamından siyasetçisine, medya mensubundan sokaktaki vatandaşa “Niye yeni bir Anayasa’ya ihtiyacımız var?” sorusunun cevabını anlatıyor.
Osman Can, Habertürk yazarı Balçiçek İlter'e konuştu. Röportaj
Habertürk'te sürmanşetten "derin devlet devreye girdi" başlığıyla
yer aldı. İşte o röportaj:
- Önce şunu merak ediyorum, sizin gibi düşünen birini nasıl
oldu da Anayasa Mahkemesi’ne raportör olarak aldılar?
Anayasa Mahkemesi’ne geldiğim dönem Avrupa Birliği, küreselleşme,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi vs. bunların çok hit olduğu
dönemler. Böyle olduğu için de Anayasa Mahkemesi’nde en azından
raportörler nezdinde bazı muhaliflerin bulunmasına da ihtiyaç
duyuluyordu diye düşünüyorum. Anayasa Mahkemesi’nin Antalya’daki
sempozyumuna davetliydim, tebliğ sunacaktım. Mesleğimin daha
başındayım. Almanya’dan yeni dönmüş ve Erzincan Hukuk Fakültesi’nde
yardımcı doçent olarak başlamışım. Ve burada Türkiye’nin Anayasa
konusunda konuşacak en yetkin insanları, anayasa hukukçuları,
Anayasa Mahkemesi üyeleri var. Benden önceki oturumda özgürlük
karşıtı yorumlar alkışlanınca ikilemde kaldım. Ben şimdi kalksam
bunlarla çatışsam, kariyerim bitecek. Bir daha da bir yerde bir şey
tutturamam. Ama kendi doğrularımı söylemezsem de kendime olan
saygımı kaybederim. Uzun uzun düşündüm. Benjamin Franklin’in bir
sözüyle başladım konuşmaya: “Güvenlik sağlamak için özgürlüğünden
feragat eden, her ikisini de kaybeder.” Konuşmada tezlerimi olduğu
gibi sundum ve “Bu Anayasa değişiklikleri yetersizdir, bu Anayasa
değişiklikleri ilerleme falan değildir, sadece bir anomaliyi
ortadan kaldırdı. Demokratikleşme için bunun ötesine geçmek lazım”
dedim. Anayasa Mahkemesi’ni de yoğun bir şekilde eleştirdim.
Anayasa’nın faşizan içerikli bir başlangıç kısmı vardır. Ona
dayanarak karar veriyor. Parti kapatmaları ona dayandırıyor, bütün
kritik kararları ona dayandırıyorlar. Bunu da eleştirdim. Bu nasıl
mahkeme diye düşünüp Erzincan’a döndüm, ancak sonra mahkeme başkanı
aradı ve davet etti. AB süreci var, konjonktür muhalif isimleri
istiyordu.
İKİ DEĞERLİ BAŞKAN
- AKP’ye yakın isimler mi etkili oldu?
Tam tersine... Benim oraya girmemi sağlayanlar AKP’ye yakın olan
insanlar değil. Mustafa Bumin, Tülay Tuğcu gibi birlikte
çalışacağım iki çok değerli başkan vesair üyeler... O zaman 16
raportör vardı, başladım çalışmaya. Eleştirel olduğumu herkes
biliyor. Yalnız bu eleştirellik bilimsel bir eleştirellik oldu.
Yargıda partizanlığı hiç hazzetmedim.
- Kurumda en ateşli tartışmalar hangi dönemde
yaşandı?
AK Parti kapatma davasında...
- Gelelim o davaya... Anlamadığım nokta şu, madem sizin
hakkınızda aileye zarar veriyor diye düşünülüyor nasıl oldu da bu
davayı size bıraktılar?
Başörtüsü ve AK Parti’yle ilgili davalarda mahkemede raportör
kadrosu itibarıyla bir genel devlet ideolojisi ve algısına uygun
olan, eski dönemden alınanlar vardır. Bir de daha sonra, zaman
içerisinde gelen, siyasal tutum ve yaşam tarzları itibarıyla
onlardan farklılaşanlar, mütedeyyin, muhafazakâr vs. vardır. Böyle
bir durumda Anayasa Mahkemesi Başkanı, üyelerin de üzerinde
tarafsız olacağını düşündükleri bir raportöre davayı vermek
durumundaydı. Sanırım dava bu yüzden bana verildi.
ÇANKAYA’DAKİ SAVAŞ
- Şimdi gelelim AK Parti davasına... Nasıl bir atmosfer vardı
Anayasa Mahkemesi’nde?
367’den sonra Türkiye ciddi bir kriz sürecine girdi ve bir savaş
başladı. Devlete kimin egemen olacağına dair bir savaş mı dersiniz,
ne derseniz deyin. Bu tabii her şeyi etkiledi ama 2005-2006’dan
itibaren bütün bunların en yoğun yaşandığı yer Çankaya’dır. Bizim
çalıştığımız ve oturduğumuz mekânlar Çankaya’da. Ve siz orada nasıl
sertleşmelerin yaşanmaya başladığını, hareketliliğin ortaya çıkmaya
başladığını çok net olarak gözlemleyebiliyorsunuz. Çünkü bütün
yüksek bürokratlar, yüksek hâkimler, Anayasa Mahkemesi üyeleri, üst
düzey subaylar, generaller falan orada oturur. Ciddi hareketlilik
vardı o dönemlerde.
- Nasıl bir hareketlilik?
Derin devlet harekete geçiyor kısacası. Onu çok net
görüyorsunuz.
PERİNÇEK’İN KİTAPLARI
- Biraz açar mısınız?
Yani yargıçlarla subaylar arasındaki ilişkiler, sosyalleşmeler,
lokaller, mahkeme ziyaretleri vs. bunları net olarak görüyorsunuz.
Yılda sayısız resepsiyon olur, orada iletişimi rahatlıkla
gözlemleyebiliyorsunuz. Bir bakıma gazetelerin Ankara
temsilcilerinin gördüklerini biraz da içeriden görme fırsatı
diyelim buna... Tam o dönemde bütün bu hareketliliklerin sizin
karşınıza davalar olarak gelmeye başladığını görüyorsunuz. 367
davasıyla başlıyor, Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin Anayasa
değişikliğiyle devam ediyor... Örneğin 367 konusunda düşüncelerin
ortaya çıkmaya başladığı dönemlerde hemen otomatik olarak bazı
kurumların harekete geçtiğini, sempozyumlar ve toplantılar yapmaya
başladığını görüyorsunuz. “Nasıl bloke ederiz?” diye.
- Hissediyordunuz kapatma davasının
geldiğini...
Çok net olarak hissediyorduk. Başörtüsü ile ilgili Anayasa
değişikliği yapılmasa dedim. Bir de şu var Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı vardır, rejim açısından önemli bir mekândır. Ve
kimlerin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı olarak atandığını, kimlerin
örneğin siyasi parti bürosunda çalıştığını ve nasıl bir
kadrolaşmanın yaşandığını gördüğünüzde zaten aşağı yukarı renk
bellidir ve bazı şeyler olacak demektir. Savcıların masalarında
Perinçek’lerin veya Poyraz’ların kitaplarını görünce,
anlıyorsunuz.
- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’ndaki siyasi parti
bürosu ne iş yapar?
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nda farklı bürolar vardır.
Bunlardan bir tanesi de siyasi parti bürosudur. Ve Türkiye’de bir
parti hariç tüm partiler hakkında orada dosya tutulur.
- Hangi parti o? CHP mi?
Evet CHP hariç bütün partiler hakkında dosya vardır. Ve sürekli
olarak o dosyalara yeni bir şeyler eklenir. Ama CHP hakkında bir
sayfa yok.
- Yani o dönem AK Parti için o büroda dosyalar
çoğalıyordu...
Tabii, siz bunu gazetelerde yüksek yargıç olan bazı figürlerin veya
yüksek yargıda iyi bağlantıları olanların yazdığı yazılardan da
anlayabilirsiniz. Derin devlet harekete geçmişti. Resepsiyonlarda
görüyorsunuz, sonra mesela adliye muhabirlerinin o resepsiyonlarda
kümelenme biçimleri, kimlerin etrafını sardığından da bunu
okuyabiliyorsunuz. Yargıtay ve Danıştay’da verilen bazı
kararlardaki sertleşmeyi görüyorsunuz.
"MAHKEMEDE KAMPLAŞMA VARDI AMA NEZAKET DE
VARDI"
- Sizin hakkınızda o dönem ne düşünüyorlardı
kurumda?
Kanaat şudur muhtemelen: “Kimsenin adamı değil, nevi şahsına
münhasır” veya “Avrupa’da okumuş, Türkiye’nin kendine özgü
şartlarını anlamıyor.” 367 ile ilgili tartışmalardan sonra eski
güzel günler geçti. Statükonun devamından yana olanlar, yazılı
Anayasa’yı bir kenara itmeye başlayınca, haliyle onlarla aynı
merkezde durmam söz konusu olamazdı. Artık aileden değildim.
Aileden falan değilse ne olacak? Mümkün olduğunca davaların ona
gelmemesi gerekir. Ya da onun ürettiği ne kadar argüman varsa ona
karşı argüman üretilmesi lazım... Benim için “O ideolojimize,
hâkimiyetimize zarar veriyor” kanısı egemen olmaya başladı. Bu
şekilde politik bir kamplaşmaya ya da çatışmaya doğru gitti Anayasa
Mahkemesi. Ancak kurum içinde nezaket ve saygı işlemeye devam
etti.
"BAŞLANGIÇTA HAŞİM KILIÇ'LA BİRÇOK KONUDA
ÇATIŞTIK"
- Haşim Kılıç ile önceden tanışıyor muydunuz?
Mahkemede tanıştım, başlangıçta çok çatıştık. Örneğin TÜBİTAK’taki
kadrolaşma iddiasıyla bağlantılı bir kanun değişikliği vardı. Bu
kanun yürürlüğünün durdurulmasını önerdiğimde böyle bir tartışmamız
olmuştu. Kadın-erkek eşitliği veya sosyal haklar konusunda da
ayrıştığımız durumlar oluyordu. Ancak Haşim Kılıç’ın orada olması
büyük bir şans oldu. Anayasa Mahkemesi için. Bazen görüşlerimiz
farklılaşmış olsa dahi bu çok önemli. En özgürlükçü, en liberal
sayılabilecek kararların önemli bir kısmının altında Haşim Kılıç’ın
imzası vardır.
- Başörtüsüyle ilgili Anayasa değişikliği dosyasını Kılıç
verdi size...
Evet. Burada artık bir kamplaşma vardı ve kamplaşmada dengeyi
bulabilmek ve güven yaratabilmek çok zordur. Ve Haşim Kılıç o zaman
bana şunu söyledi: “Bu dosyanın altından sen kalkabilirsin. Çünkü
duruşun belli ve merkezde... 2007’de de Anayasa değişikliği
dosyasına baktın. Bu davada her tür soruya cevap verebilecek
durumdasın. Bu yük senin omuzlarında, ne dersin?” Ben de “Siz bu
şekilde takdir ettiyseniz, heyetin güveni varsa, ben bu
yükümlülüğün altından kalkarım, Anayasa ve uluslararası standartlar
çerçevesinde raporumu hazırlarım” dedim. Ve aldım o davayı. Asıl
kırılmalar da o davayla başladı.
- Ne gibi?
125 sayfalık raporda “Bu Anayasa değişikliğini Anayasa Mahkemesi
inceleyemez ve inceleyememesi de gerekir” dedim ve gerekçemi
anlattım. İncelerse Anayasa’yı ihlal eder. Anayasa’yı ihlal etmek
demek Anayasa dışına taşmak demektir ve bu durumda mahkemenin
hukuki meşruiyeti biter. Başörtüsüne ilişkin tek satır yoktur bu
raporda. Çünkü işin esasını incelememiz Anayasa gereği yasaktı...
İşte buna ilişkin raporu hazırlarken o arada AK Parti davası geldi.
2008’in Mart ayıydı, AK Parti hakkında iddianame Anayasa
Mahkemesi’ne ulaştı. İddianame de başörtüsü ve laiklik
bağlantılıydı. İkisi bağlantılı olunca da bu dava bana verildi.