-“Hey DJ, Biraz yalnızlık efekti ekler misin bu
mısralara?” - S.B
Her yer kartpostalımsı bir beyazlıktaydı. Başında bir bere,
boynunda da atkısı vardı.
Serap, ellerinin arasına aldı onun ellerini. Sıcacıktı.
Son kez canı kanamadan bir çırpıda söylemek istedi...
-Ben seninle mutluyum. Ama…
“Ama” ile başlayan o cümle, aslında Serap'ın
karmaşık dünyasının "açıl susam açıl" denilen
kapısıydı. Öyle sihirliydi ki; mağlup olunmuş aşkları, unutmak
zorunda kalınan adamları, beyhude çabaları, tesadüfleri,
ayrılıkları, atılmış ve yenilmiş kazıkları, bağrışmaları, kavgaları
anlatıyordu. Tüm hepsinin kapı aralığıydı. Tüm kirli suların
biriktiği bir kuyuydu "ama".
Böyle başladı cümleye Serap.
Semih ise sessizce dinlemeye koyuldu. Uzun bir yolculuğa çıktı
bir dinleyişte. Pencere kenarında, önünden geçen kelimeleri izledi.
Hayal kırıklığının bilançosunu hesaplamaya çalıştı. Tadını bile
çıkaramadı bu ani seyahatin. Koridorlarda emekleri yatıyordu...
Onunki, sıkış tıkış bayram telaşıyla arife günü binilmiş bir
şehirlerarası otobüstü. Ve o, cenazeye yetişmeye çalışan bir adamın
stresi ve yorgunluğu ile kilometreleri deviriyordu
zihninde.
Saydı sayabildiği kadar hecelere gizlenmiş gerçeklikleri.
Dinledi Serap’ı… İtiraz da etmedi. Susmanın kayıplığını yaşadı
bedeninde. Sadece gözlerine baktı ve onun gözleriyle kesişmeye
korkan, her kelimede bir oraya bir bu kenara kaçışan küçük siyah
bilye tanelerini izledi.
Serap’ın söyledikleri bitti.
Gitti...
O ise olduğu yerde kaldı.
Kalmanın hangi haliydi bu bilemedi.
Az evvel ellerini tuttan el, avuçlarına bir demet “hayal
kırıklığı” çiçeği bırakmıştı. Toprağa ekilmeyi bekleyen ve
bir sonraki kadına armağan edeceği, onun için yetiştireceği, her
gece toprağını sulayacağı, sessiz durgun bakışlılarla avutmaya
çalışacağı bir ayrılık çiçeği...
Sağına soluna bakındı. Civarda ki beyazlıklar da gözünü almadı
bu sefer. Tek kişilik masasına bir çay daha istedi garsondan. Tek
kişiydi… Yanlış kişilerden türeyen bir "tek
kişi."
Kelebeğin rüyası
-“Film izlemek, şiir okumanın bahanesidir”
diyeceksiniz
-Şu çok postmodernli çağda, sosyal medyada yada ulu orta sokakta
tüketim hızımızı fark edip, kitaplara döneceksiniz.
-Naif sevgileri, “sadece bir kez gözlerime baksa
bile yeter” diyen aşkları göreceksiniz.
-Bir dostun da gerektiğinde “anne baba” yerine
geçebileceğini fark edeceksiniz.
-İnönü’lü yılları, Türkçe okunan ezanı, Osmanlıdan Türkiye
Cumhuriyeti’ne evrilen devletin modernleşme sürecini ve
kentleşmenin zedelemediği muhteşem doğa güzelliğini
göreceksiniz.
- Kıvanç ara ara “Kuzey atarı” yapacak
gibi gelse de, oyunculuk adına son derece başarılı performanslar
izleyceksiniz.
- Çok iyi bir film müziği, kıvamında bir senaryo ve kısaca büyük
bir emeğin tanığı olacaksınız.
Mutaka izleyin derim.