Bu köşede her gün türlü türlü olumsuzluktan bahsediyoruz.
Ama bugün, içimize umut tohumu ekecek bir hikâyeden bahsetmek
istiyorum size.
***
Önce 1966 senesine götüreceğim sizi.
O dönemin Türkiye’sinde; Siirt iline bağlı küçücük bir ilçe olan
Batman’dan,
İluh tepesinden bakarak, bir Türkiye manzarası anlatmaya
çalışacağım.
***
Batman, petrolün bulunup, sanayinin gelmesiyle hızlı bir biçimde
büyümeye başladı.
Bunun üzerine de Türkiye Petrolleri A.O’da çalışmak için Mardin,
Diyarbakır, Siirt ve Türkiye’nin dört bir yanından binlerce aile
göç etti bu küçük yerleşim yerine.
Ve göçle gelen bu insanlarla büyüyüp olgunlaşan bir kent halini
aldı.
Batman,
kendisine gelen ailelerin büyüttüğü bir çocuk,
yeni doğan çocukları ise yetiştiren bir
“anne-baba” idi artık.
Feodal baskı ve yoksulluk içerisinde yetişen “suskun
çocukluklara” ruh ve tat verdi.
Zengin renkleriyle mayalayıp, harmanladı onları.
İşte bugün o renklerle boyanmış çocukluklardan birisinin
hikâyesini aktaracağım size.
***
Ahmet, Batmanlı bir ailenin 7 çocuğundan biriydi.
“Yokluğu” ve “hayata tutunma
mücadelesinin ne demek olduğunu” çok iyi biliyordu.
Etrafında ki bu “yoksunluğa” hangi rengi en çok
yakıştırıyordu bilmiyorum ama daha çok küçükken eline kalem kâğıdı
alıp resimler çizmeye başlamıştı.
Görmek istediği dünyayı çiziyordu mahcup kalemiyle.
Boyaları, renkli kalemleri, içinde sıkışıp patlayan sesleri
bastıran tek güçtü.
Gençliğinin en ”d-elikanlı” yıllarında, belki
de arkadaşlarının bir kısmı siyasal olaylara karışmış, bir kısmı da
dağa çıkmışken, o İstanbul yollarına düşmeye karar verdi.
Çünkü genç yüreğinde bir derdi ve
bizi “yüzleştirmek” istediği gerçeklikler
vardı.
Bu nedenle bavuluna kalem, kâğıt ve boyalarını da koyarak yola
çıktı. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi
sınavlarına girip, kazandı.
Çilesi İstanbul’da da bitmedi. Parasızlık, büyük şehirde
tutunmak gibi onlarca sorunla boğuştu.
Ama yılacak değildi. Yenildikçe ayağa kalktı.
Onun resimlerinde, siyah umuttu, gri ne de olsa beyazın bir
tonuydu...
Yaşadığı hayatın renkleri soldukça, o biraz daha boya sürdü
fırçasına ve çizmeye devam etti.
***
İşte o genç Ahmet, resimlerinde;
renkleriyle,
çizgileriyle,
Doğudan Batıya gelen, doğu ve batı arasında sıkışıp gelişen bir
çocuğun;
Yani Türkiye’nin hikâyesini anlattı bize.
Bizi bize dinletti.
***
Ressam Ahmet Güneştekin'den bahsediyorum.
Ta doğunun doğusu olan Batman'dan gelen Güneştekin, bunca yıllık
emeklerinin neticesini alarak “Art Price”in
2010-2011 yılları arasında Dünyadaki en değerli 500 sanatçı
listesine girdi.
“Kesişimler-Dönüşümler”,
“bir-çok” gibi sergileri çok büyük ilgi
uyandırdı.
Şuan ise o genç yaşlarda İstanbul’a gelen Ahmet’in bizi
gerçeklerimizle “yüzleştirmek”
istediği yeni sergisi büyük bir ilgiyle karşılanıyor.
Sergiyi gören herkes “gidin ve o sergide (aynada)
kendinize bir bakıp, yüzleşin” diye
haykırıyor.
Güneştekin’in “yüzleşmek” isimli
sergisi,
İktidarı, gücü ve ezilenleri,
Tarihin unuttuklarını,
Barışı ve savaşı,
Güce tapınmayı ve o güçten alaşağı olabilmeyi irdeliyor.
Günümüz Türkiye’sini ve dünya politik sistemini geçmiş ve
bugünüyle yüz yüze getiriyor.
Mutlaka gitmenizi öneririm.
Sergiyi ziyaret ederek karanlıklarımıza "bir Güneş'te
siz yakın" derim.
Sergi İstanbul’da Antrepo No 3’te 30 Aralık’a kadar açık.
Daha sonrasında ise 22 Ocak – 30 Mart 2013 tarihleri arasında
Cer Modern’de Ankaralı sanat severler ile buluşacak.
Daha fazla bilgi içinde adresini takip edebilirsiniz.
***
Batman, PKK ve Hizbullah’la anıldı yıllarca,
Oysa bir zamanlar petrolüyle ön plana çıktığı gibi,
Artık Ahmet Güneştekinleriyle anılmalı.
Ve Türkiye’de Ahmet Güneştekinler iyi anlatılmalı ki,
daha çok çocuğumuz yokluğa imkânsızlığa başkaldırıp,
İçindeki renkleri tuvallere yansıtsın, yazılar kaleme alsın.
En önemlisi;
Mücadele vermeyi, kaybettikçe yeniden başlamayı ve kendini
geliştirmenin erdemini öğrensin.