Terörist olmadığı sürece, insanlara zarar vermediği müddetçe kim
hangi fikrin/aklın peşinde olursa olsun her zaman saygı
duyulasıdır. Davası vardır ve davasının peşindedir.
Tuttuğu siyasi partinin yönünü hedeflemiştir, o tarafa akıyordur.
Herhangi bir tarikat müdavimidir, yaşam şeklini ona göre
belirlemiştir.
Feministtir/ateisttir/nihilisttir/yeşilcidir/satanisttir/özgürlük
savaşçısıdır, böyle uzar gider…
İnandığı doğruların peşinde koşmak, bir nevi insanın kendini
topluma ifade ediş tarzıdır. Toplumdaki yerini, dışarıya yansıttığı
görüntüsü belirler. Ve çevresi de ona göre şekillenir.
Buraya kadar tamam.
Peki, sahibi olduğumuz fikirler ve hedefler sadece çevre için
midir, kendini ifade etme olarak mı kullanılır? Yani o kişiden,
gerçekten davasını özümsemiş, hayatı yaşama şeklini buna göre
düzenlemiş, dava adamı olmuşsa, şartlar ne olursa olsun davasının
peşinde olan biri olması beklenilmez mi?
Neden bunları zırvalıyorum, anlatayım…
Çok yakından takip ettiğim bir gazeteci var(dı). Nerede/ne zaman
bir miting, yürüyüş vs. ön saflarda bulunuyordu bu zat. Olay
anından canlı görüntüleri Facebook/Twitter sayfasından
izliyordum.
Buraya kadar her şey güzeldi. Bende bıraktığı izlenim; çok güçlü
ve gerçek bir gazeteci gibi davranan, kendi inandığı doğruların
peşini bırakmayan iyi bir gazeteciydi.
Sonra ne mi oldu?
Bu gazeteci, çalıştığı büyük gazeteden ayrıldı. Kendi isteği
dahilinde olmadığı açıktı.
Ve o gün bugündür bu cengaver savaşçımız, Facebook ve Twitter
sayfalarında sıradan ev kadınları modunda sevimli kedi ve
köpeklerin fotoğraflarını paylaşan (karikatür de paylaşıyor),
durumu çabuk kabullenmiş biri oluverdi.
Ne dersiniz?
Dava peşinde koşmak, sadece dışarıya yansıtılan görüntünün
getirisinin cazibesi mi?
Facebook ve Twitter gibi ortamlar insanın hayatını basitleştirmiş
olamaz mı?
Paylaşım kültürünün geldiği nokta tehlikeli bir boyut değil mi?
Bakınız hemen bir örnek vereyim:
Bundan iki gün önce İngiltere’de bir erkek, eşinin Facebook
mesajına kızıp, üç çocuğunu bıçaklayarak öldürüp, kendisini de
uçurumdan aşağı atarak intihar etti.
Muhtemelen Facebook yüzünden tartışmalar yaşıyordu bu çift. Eşinin
Facebook’da orta yaş krizi ile ilgili mesajını görünce, adam
çılgına dönüyor ve bir vahşet yaşanıyor.
Görüyorsunuz; Facebook’un cazibesine kapılmanın, orada söz söylüyor
olmanın ve bunların okunuyor olmasının egolarda yarattığı tesir ve
sonuçları.
Evliler, kadın veya erkek, neden birbirleriyle paylaşacakları
konuları kendilerinin dışında belki de hiç tanımadıkları insanlarla
paylaşmayı seçiyorlar?
İngiliz kadın bu iletisini neden eşiyle paylaşmayı seçmiyor?
Bir gazeteci işine son verildiğinde neden davasını yarım
bırakıyor?
Bir gazeteci Facebook’da gün boyu kedi/köpek fotoğrafları
yayınlayan birine nasıl dönüşüyor!
İnsanın röntgen ve kendini sunma merakının geldiği nokta çok acı
değil mi?