Bismillahirrahmanirrahim
Sıkıntı.
Bu sıkıntının sebebi aslında okumayı
bırakmakla ilgili…
Sanat nedir diye sormuşlar!
-Nedir arkadaşım
sanat!
Mesela bu soruya sarsıntıdır diye
cevaplayanlar olmuş!
Herifçioğlu duvara muz bantlayıp onu
bilmem kaç milyon dolara satıyor satın alan da “Madem parasını
verdik yiyelim bari.” diye muzu yiyor.
Biz de paraya ayrı muzu yiyene
ayrı bakıp sarsılıyoruz.
Siz bana bakmayın ben titreme nöbeti
geçiriyorum.
Bu sarsıntı işini en iyi beceren bizim
Bedri!
Bedri bir bakıyoruz erotik roman
yazıyor bir bakıyoruz hiç de orijinal olmayan bir fikirle boş
çerçeveye “Aha da bu benim resmim.” deyip parası çok olduğu için
sağına soluna sürmekten bıkkınlık geçirmiş bir burjuvaya epey yüklü
bir meblağa satıyor.
Gözümüz yok!
Solcu görünümlü seküler tayfa yine
resim mesim bir şeylere para verip konserlere gidiyor.
Onları taklit eden yeni tip
muhafazakârlar tümden cacık. Ne bir tarzları var ne de
üslupları.
Arada kalmış değişik bir şeyler.
Bence neyin güzel olduğuna karar
veremediler.
Memleketin sineması Yılmaz’la Nuri’nin
elinde o kadar yani.
Bilmemnelerle dans
14 yakında vizyona girer.
Dizi film desek
doksan dakika onu oturup izleyecek sabır kaldı mı tartışma
konusu.
Kadim muhafazakârlar zaten böyle
işlere para harcamayı israf saydığı için Minyeli
Abdullah 12’nin vizyona girmesi hayal.
Hoş girse ne olacak!
Bizimkiler bu kafayla Minyeli’yi,
Ulus’taki pavyonlardan birisine yanlışlıkla yolu düşmüş hatun
kişilerden birine aşık eder arada illaki ufak bir dans filan
sokuşturur yine kafamızı bulandırmayı becerirlerdi.
Olur mu olur!
Tiyatro desen hak getire.
Para tuzağı haline gelmiş.
Memlekette dandikten bir topçu beş
milyon avro ediyor.
Kadim dostum Cengiz Buyar “Bizim tayfa
edebiyatçı ve sinemacı yetiştiremedi.” diye hayıflanıyordu.
Yetişiyor yetişiyor da ben de dahil
adamlar kâğıdı kalemi eline alınca coşuyor.
Mekke dönemine geri döndük.
Sen ne ayaksın
Hoca?
Güzel soru!
Bunu anlatmak lazım.
Yoldaş Stalin bakmış milletin
orası burası ayrı oynuyor. “Toplanın lan !” demiş. 1934 yılında
bütün Sovyet yazarlarını Moskova’ya çağırmış. Sağında Gorki solunda
Jdanov, “Hadi size güveniyorum.” deyip yazarları bu iki yoldaşa
emanet ederek gitmiş işine bakmış.
O kongrede Toplumcu Gerçekçilik
dediğimiz teori esasa bağlanmış, Sovyet Yazarlarına da denmiş ki
“Akıllı olun, bu esasların dışına çıkmayın.”
Hâliyle sizin sorduğunuz soruyu ben de
soruyorum.
Nedir kardeşim bu esaslar?
Burası edebiyat anfisi -Bu kelimenin
yazımı TDK’da başka türlü gösteriliyor. Ama zaten baş aşağıya giden
yazıyı bir de bu kelimenin doğru yazımı ile iyice batağa saplamak
istemiyorum- olmadığı için hiç bu konulara girmeyeceğim.
Özetle “Umutsuzluk yasak kardeşim.”
demişler.
Tanzimattan bu yana bizim Yevropacı
kafanın bu halktan adam olmaz kafasıyla küçümseyerek baktığı
meseleye toplumcu gerçekçiler “Bu halktan adam olur hem de bal gibi
olur.” diye yaklaşmışlar.
Toplumcu gerçekçi derken Sabahattin
Ali’yi ve Kuyucaklı Yusuf’u kastetmiyorum. Rahmetli o kitabı
Sovyetlerde yazsaydı büyük ihtimalle 1939’u göremezdi. Açıktan
kurşuna dizerlerdi. “Küçük burjuvanın romanı bu!” der, bizim Cem’i
kıskandıracak bir iddianameyle ipini çekerlerdi.
Neyse konu dağılıyor.
Bir yazıda her şeyi anlatmak mümkün
değil.
Ama mutlaka bir özet lazımsa, duyarlı
nesiller yetiştirmek için sanat önemli bir araç. Ben az diyeyim siz
çok anlayın.
Son Söz
“Rahmetim, her şeyi kuşatmıştır.”
A’raf sûresi (7) 156