Paşam beni vurduracak mısınız?
Abone olGenelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un 'sabrımızı taşırmayın' sözlerine Ahmet Altan bugünkü köşesinden yanıt verdi...
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un dünkü toplantıda
'TSK'nın sabrının sınırı'nın olmasını söylemesine Taraf yazarı
Ahmet Altan'dan yanıt geldi:
'TSK'nın sabrının sınırı' olduğunu söyleyen Orgeneral
Başbuğ'a şunu da söylemek istiyorum.
Ne olacak sabrınız tükenirse?
Vurduracak mısınız, tutuklatacak mısınız, gazeteyi mi
kapattıracaksınız?
Bu ne biçim konuşma?
Türkiye'nin "hukuk sistemini" sizin sabrınızın ölçüsü mü
belirliyor?
Vazgeçin bu tehditlerden.
Ben yaşlı bir adamım, ölüm bana kapı komşusu
artık.
İşte Ahmet Altan'ın bugünkü Taraf'ta çıkan tam metni:
- Kürtler ve generaller
Biz önce generallerden başlayalım.
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ "Balyoz planıyla" ilgili konuştu
ama doğrusu ben ne dediğini gene pek anlamadım.
Bu planı araştırıyorlarmış.
Ben öyle "muğlâk", ortadan konuşmaları sevmem, öyle de konuşmam,
netlikten, açıklıktan yanayım.
Birinci Ordu'da hazırlanan "darbenin" cami yakmak gibi korkunç
planlarının "harekât emirleri" var, bu emirleri hazırlayan
subayların isimleri var, bu harekâtta görevlendirilen personelin
isimleri var ve bu emrin yazıldığı "bilgisayarın" kimliğine ait
bilgiler var.
Biz bu harekât emrini ve içindeki isimleri açıkladık.
Böyle başka planlar da bulunuyor, onlarda da "görevlendirilmiş"
personelin isimleri yazılı, onların da çıktığı bilgisayarlar
belli.
Genelkurmay'ın elinde bu harekât planları yoksa verelim.
Varsa kendileri baksınlar.
O harekât planlarında isimleri yazılı olan subaylar sağ, bir kısmı
hâlâ görevde, çağırıp onları, sorsunlar.
Ya diyecekler ki "bu planlar maalesef hazırlanmış, sorumluten™
yargıya havale ediyoruz".
Ya da diyecekler ki, "o planları o subaylar hazırlamamış ama
Birinci Ordu'daki bütün bilgisayarlara girilmiş, ayrı ayrı
bilgisayarlarda ayrı ayrı emirler yazılmış ama ne Birinci Ordu ne
de Genelkurmay, harekât bölümlerinin, komutanlarının, subaylarının
resmî bilgisayarlarının başkaları tarafından ele geçirildiğini fark
edebilmiş." İki ihtimal var, ya Birinci Ordu darbe planı hazırladı
ya da Birinci Ordu "düşmanlar" tarafından gizlice zaptedildi ama
kimse fark edemedi.
Hangisi?
La"fı uzatacak, ezecek, büzecek bir şey yok.
Durum net, belge net, soru net.
Ama cevap net değil.
Sarıkamış'ta binlerce askerin Enver Paşa'nın zekâsız çılgınlığı
sonucu öldüğünü yıllarca bu halktan saklayan "gazetecilerin"
bugünkü uzantıları olan küçük çakallarını bizlere, ailelerimize
saldırtmak, bizi bu soruları sormaktan vazgeçirmez.
Küfürlerle, gürültülerle, aşağılık oyunlarla olayı saptırmalarına
izin vermeyiz.
Onun için kurtuluşu buralarda aramayın.
Net ve açık konuşun.
Bu arada, "TSK'nın sabrının sınırı" olduğunu söyleyen Orgeneral
Başbuğ'a şunu da sormak istiyorum.
Ne olacak sabrınız tükenirse?
Vurduracak mısınız, tutuklatacak mısınız, gazeteyi mi
kapattıracaksınız?
Bu ne biçim konuşma?
Türkiye'nin "hukuk sistemini" sizin sabrınızın ölçüleri mi
belirtiyor?
Vazgeçin bu tehditlerden.
Ren yaşlı bir adamım, ölüm bana kapı komşusu artık, bir gün önce
bir gün sonra hesabı yapacak halim yok, bu tehditlere aldırmam,
sizin "aferininizi" almak için paçamda dolaşan solucanlarınızın
yapışkan ıslaklığından iğrensem de, çok kızarsam elimin
kirlenmesine aldırmaz onları da avucumun içinde ovalayıp
parçalarım.
Bunları boşverin de siz işinizi yapın, darbe planları
hazırlayanları ortaya çıkartıp yargıya sevk edin.
Ordunun içindeki bu "darbeciler" yüzünden biz asıl konuşmamız
gereken konuları konuşamayız.
Neşe Düzel, Adil Gür'le muhteşem bir konuşma yaptı, Gür sadece
siyasetteki son durumu değil, yaptığı araştırmalar sonucu
belirlediği Kürt halkının eğilimlerini, isteklerini de
açıkladı.
Gür'ün araştırmasına göre DTP'lilerin yüzde seksene yakınının
istemesine rağmen partili olmayan Kürtlerin büyük çoğunluğu
"özerklik" istemiyor, Kürtlerin özerkliğini en çok destekleyenler
"beyaz" Türkler.
Gür'ün araştırmasını temel aldığımızda, en azından ilk adım için
"demokratikleşmenin", Kürtlerin eşit vatandaşlar olmasının
sağlanmasının "Kürt sorununu" büyük ölçüde çözebileceğini
görüyoruz.
Dağdaki PKK'lılar için getirilecek bir af da ortamı çok
rahatlatacak.
"Ayrılmayı, bölünmeyi" bir yana bırakın "özerkliğe" bile isteksizce
yaklaşan Kürtlerle Türklerin nasıl bir sorunu var o zaman?
"Demokratikleşmeye" karşı çıkan Türkler, hep "ülkeyi bölecekler"
mazeretinin arkasına sığınıp her türlü gelişmeyi engellemeye
uğraşıyorlardı.
Hükümet de onların bu "temelsiz" çıkışlarından korkup
geriliyordu.
Bunun yanlış bir korku olduğu anlaşılıyor.
Türkiye, yeni ve çağdaş bir düzen kurabilir kendisine, Türklerle
Kürtlerin eşit olduğu, Avrupa standartlarını oluşturmuş, askeri
kışlasına gönderrroVhaikın iradesini parlamentoya.yansıtmış,
dindarların inanç özgürlüğüne, dinsizlerin yaşama biçimine saygılı,
fikir özgürlüğünü kısıtlamayan, barış içinde bir ülke
kurabiliriz.
"Yanlış korkularla" gelişmeleri engellemeye kalkanlara aldırmadan
yürüyecek bir hükümet bu sorunları çözer.
Çözmeli de.
Bıktık usandık bu sıkıntılı, baskılı, kasvetli hayattan.
Diğer yazarların Orgeneral İlker Başbuğ'a tepkisini okumak için
ikinci sayfaya geçiniz
Ali Bayramoğlu (Yeni Şafak)
Bu gemi parmak sallamakla yürümez artık
Taraf Gazetesi'nde yayınlanan metinleri okudukça, çeşitli internet sitelerinde yayınlanan ses kayıtlarını dinledikçe her hangi bir şüphe kalmıyor.
Darbe planlaması ve tatbikatı yapan bir ordu, 1. Ordu Komutanlığı var karşımızda.
Okumayanlar için iki küçük örnek verelim:
1 Ordu Komutanı Çetin Doğan plan seminerinde şöyle diyor ilk gün:
"Milli birliğin ve beraberliğin oluşmasında evvela inandırıcı, milli birliği sağlayıcı bir hükümetin varlığı gerekir (…) ulusal birliğimizi evvela inandırıcı bir milli mutabakat, buraya öyle yazmışım, milli mutabakat hükümeti kurulması sureti ile…'
Kapanışta ise şunları söylüyor:
"Arkadaşlar bu plan seminerini, (…) dikkatlerimizi nerelerde yoğunlaştırmamız gerektiğini ortaya koymak için yaptığımı herhalde hepiniz anlamışsınızdır. Yani buradaki Yunanistan meselesi tali bir meseledir… Söylediğimiz her söz, atacağımız her adım evvela laik demokratik cumhuriyetin korunması ve kollanılması için olmalıdır."
Bu iki konuşma arasında, laik demokratik cumhuriyetin korunması ve kollanılması eyleminin tatbikatını yapıyor 1. Ordu.
Yani EMASYA Planları üzerinden tutuklamalar, tasfiyeler, provokasyon eylemleri, 200.000 kişinin göz altına alınmasıyla "darbe tatbikatı" yapılıyor.
Böylesi hiç görülmedi. Böyle bir vesika hiç ortaya çıkmadı. Taraf Gazetesi'ne bu açıdan çok şey borçludur bu ülke…
Ne Emekli general Çetin Doğan ne Genelkurmay karargâhı böyle plan seminerinin varlığını yalanlayabiliyor. Karargâh Taraf Gazetesi'nin belgelerini çürütecek en küçük adımı dahi atamıyor ve çaresizliğini ya da bahanesini şöyle ifade ediyor: O dokümanlar imha edilmiş… İtiraz ettikleri, ses yükselttikleri tek konu, "camilerin bombalanması ve ordunun kendi uçağını düşüreceği iddiaları…"
Bu gelişmeler karşısında yaşananları sulandırmaya kimse cesaret edemiyor.
Bu da kendi başına önemli bir gelişmedir.
Kritik noktanın altını hemen çizelim:
2003 darbe tatbikatı ve planları, bu tarihi öncesine ve sonrasına bağlıyor.
Çetin Doğan'ın başkanı olduğu "Batı Çalışma Grubu binlerce memuru fişlemişti. Bu fişler ve Doğan zihniyeti 28 Şubat'ı 2003'e bağlamaktadır."
Diğer taraftan "EMASYA yapılarına aktarıldığı anlaşılan bu fişler ve iç güvenlik doktrini, halkı hedef alan müdahale planları bugün 2010 kışında, sivilleşme istikametinde en önemli adımların atıldığı anda bile hala varlığını sürdürmektedir."
Bu durumda demokrasi ve demokratikleşmenin hedefi bellidir:
EMASYA Protokolü başta olmak üzere, yasalar yanında yönetmelik ve protokoller üzerinden askerin sivil otoriteye tabi olmasını engelleyen ya da askeri otoriteye özerklik veren tüm düzenlemelerin elden geçirilmesi…
Dün Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'u dinledik…
"Ordu zorda"… Özetle bu çıkıyordu Başbuğ'un konuşmasından…
Başbuğ'un "TSK'nin bir sabrı vardır, rahatsızız, vicdansızlar, Allah Allah diye eğitim veren bir ordu Allah'ın evini bombalar mı" gibi sözlerinin yanında, "bu tür girişimleri tüm orduya mal etmemek" gerekir gibi imalarını, "demokrasilerde hükümet seçimle gelir seçimle gider" gibi vurgularını, "bu konuşma planlı değildi konuşsanız sorun oluyor, konuşmazsanız da olmuyor" gibi arada kalmış ruh halini gösterir ifadelerini dikkate almak gerekir.
Şunu görüyoruz:
Çetin Doğan, "evet yaptık ne var, bizim görevimiz bu ve olan kurallara uygun" tarzıyla, bir meydan okuyucu tavrıyla eski karargâh mantığına işaret ediyor. Başbuğ ise daha yasalcı bir tavır içinde geri çekiliyor, geri çekilirken ordusunu korumaya ve geçmişi örtbas etmeye gayret ediyor.
Bu açıdan "Darbe lafından hicap duyarım", "demokrasilerde hükümet seçimle gelir seçimle gider" sözlerini Genelkurmay Başkanı'nın Taraf Gazetesi'nin yayınları üzerine olsa da, sarfetmesi, sarfetmek zorunda kalması önemlidir.
Ama yeterli değildir…
Yeterli olan o Genelkurmay Başkanı'nın savunmaya çekilmek yerine, hızla kendi içinde temizlik yapmaya başlaması ve bunu açık olarak ilan etmesidir…
İnandırıcılığın yolu budur.
Son söz...
Başbuğ Paşa bilsin ki, bu gemi "zamanlamaya bakın, kim sızdırıyor acaba" demekle, gazeteciye, gazeteye, demokratlara kaş çatmakla, parmak sallamakla yürümez artık...
Asker sorununda sona doğru hızla ilerliyoruz…
Hakan Albayrak (Yeni Şafak)
Başbuğ'un karmakarışık konuşması
Genelkurmay Başkan İlker Başbuğ, "Balyoz Darbe Planı" iddiaları
hakkında bir konuşma yaptı.
Karmakarışık bir konuşma.
Bir yandan, 'Tüm iddiaları ciddiye almak durumundayız. Gerçeği bütün açıklığıyla ortaya çıkarıp, zamanı geldiğinde bunu kamuoyuyla paylaşmak durumundayız. Kara Kuvvetleri'nde devam eden incelemenin bu hafta içinde sonuçlanmasını bekliyoruz' diyen Başbuğ, öbür yandan, "Allah Allah diye taarruz eden bir ordu Allah'ın evi olan camiye nasıl bomba koyar? Vicdansızlara sesleniyorum: TSK'nın da bir sabrı var… İddiaları lanetliyorum" diye gürledi.
Dikkat buyurun:
"Tüm iddiaları ciddiye almak durumundayız"la başlayan söz, "İddiaları lanetliyorum"la bitiyıor.
Enteresan, değil mi?
"Balyoz Darbe Planı" iddialarıyla ilgili inceleme henüz sonuçlanmadan iddiaları peşinen lanetleyen Başbuğ, bize Kara Kuvvetleri'ndeki incelemenin sıhhati (daha doğrusu sıhhatsizliği) hakkında esaslı bir fikir vermiş oldu, kendisine teşekkür ederiz.
***
Başbuğ'un konuşmasının en güzel bölümü:
"1960'lardan beri, elbette Türkiye'de bazı olaylar yaşandı. Ama TSK olarak bugün bu olayların geride kaldığını değerlendiriyoruz. Bu süreçte yaşanan olaylardan, herkesin kendi payına düşen bölümden gerekli dersleri çıkardığını düşünüyoruz. Bugün artık 2010 yılındayız; TSK olarak toplumumuzun huzura, barışa ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Toplumumuzun yürekten inanması gereken şu olmalı: Demokrasilerde en önemli olan husus iktidarların seçimlerle, demokratik yöntemlerle el değiştirmesidir. Bu düşünceye herkesin de yürekten inanması gerektiğini değerlendiriyoruz."
Millete güvenceden ziyade cuntalara veyahut cunta heveslilerine nasihat olarak okuduğum bu güzel sözler, ne yazık ki, "TSK'nın da bir sabrı var" cümlesinin gölgesi altında kaldı.
TSK'nın sabrının taşması, askeri darbeden başka ne anlama gelir?
Darbe geleneğinin sona erdiğini / ermesi gerektiğini savunan bir genelkurmay başkanı, nasıl böyle 'darbeci' bir refleks gösterebiliyor?
Dediğim gibi; karmakarışık bir konuşma oldu.