"Paşalar istedi bombaları patlattık!"
Abone olDevrimci liderlerden Sarp Kuray, 1971 yılındaki ihtilal hazırlıkları sarısında darbeci paşalar tarafından suça itildiklerini öne sürdü. Kuray'ın açıklamaları bir döneme ışık
1971 yılındaki ihtilal hazırlıkları sırasında 27 Mayısçı Orhan
Kabibay, Numan Esin, Talat Turhan, İrfan Solmazer ve zamanın kuvvet
komutanları tarafından suça itildiklerini anlatan devrimci Sarp
Kuray, Aksiyon’a ilginç açıklamalarda bulundu.
Tarih 1970 yılının son ayları... 12 Mart’a daha üç-dört ay var:
“Biz Kabibay Cuntası ile yani Orhan Kabibay’ın görünürde başını
çektiği Numan Esin, İrfan Solmazer ve Talat Turhan’ın içinde
bulunduğu bir grupla birlikte hareket ettik. Onları açık
söylüyorum.
Bir gün bir asker tıbbiyeli arkadaşım Orhan Kabibay’ın benimle
görüşmek istediğini söyledi. Gülhane Askeri Hastanesi’nde
yatıyordu. Biz oraya, yanımızda bir-iki asker tıbbiyeli arkadaşla
birlikte gittik. O gece bütün saydığım o kadro da hazır vaziyette
idi. Oturduk, konuştuk. Türkiye’nin 27 Mayıs’taki hatasını bir daha
yapmayacağını, kalıcı, daha sol bir program uygulamak gerektiğini,
Türkiye’nin emperyalizme karşı tavır alması gerektiğini, bu konuda
da devrimcilerle ittifak yapmak istediklerini söylediler bana. Biz
‘diğer bütün devrimci arkadaşlarımızla konuşalım, gelelim’ dedik.
Ve o meşhur Dikmen Toplantısı zaten bize yapılan bu talebin,
Dev-Genç’in içindeki diğer bütün devrimci gruplara açılma
toplantısıydı. ‘Beraber hareket edelim’ dedik. Bir komite seçildi.
Bu komite ertesi gün Kabibay’ın evine gitti ve müşterek hareket
etme konusunda karar alındı.
Şimdi söylüyorum. En büyük yanılgı bu. Ortada bir parti olacak.
Program olacak. Sizde de çok ciddi bir parti terbiyesi olacak. Bu,
bir partinin organlarında verilecek bir karardır. Bizim çok genç,
en ateşli olduğumuz bir dönem bu. Böyle bir kararı veriyoruz. Bu,
bizim, zaten olaya yenik başlamamız anlamına geliyor. Karşı tarafta
bir sürü olayda pişmiş, tecrübeli, affedersiniz kaşarlaşmış
kadrolar vardı. Ve bunlar bizden ortamın hazırlanmasını
istiyorlardı. Bu çok önemli. Sonra bombalar atılıyor işte.”
Taraflardan biri, o zaman işlerin içinde yer alan Sarp Kuray
anlatıyor bunları; hani Yargıtay’ın, hakkında verdiği zikzaklı
kararlardan sonra dördüncüsünde müebbet hapis cezasına çarptırdığı
ve bu şekilde onanması halinde yaklaşık yedi yıl hapis yatacak
olan, 1968 ve 69 yıllarındaki iki bildiriyi yayımlayan Denizci
Subaylar’dan biri olarak ordudan ihraç edilen Sarp Kuray.
Devam edelim:
-Neler istiyorlar mesela?
“Eylem... Bir tanesini söyleyeyim. ‘Yükseliş Koleji’ne bomba atın’
diyorlar. Gidiliyor, atılıyor.
-Siz var mıydınız orada?
“Ya ben yokum da biliyorum kimin attığını. Ben öyle elime bomba
alıp, yani ben öyle atmam. Ama bizim ekibimiz atıyor.
-Sebebi neydi peki?
Muhsin Batur’un MGK’da yapacağı bir konuşmanın altyapısını
oluşturmak için. Bu gerekçe ile istenmiştir.
-Bu eylemin kararını kimler aldı?
Bunlar aldı da bunların arkasında kim var, daha tepeyi arıyorum
ben.
-Kanaatiniz nedir?
Faruk Gürler ile Muhsin Batur çıkıyor benim karşıma.
-Bu ekibin içerisinde saydığınız isimlerin dışında başka kimler
var?
Tabii bunların arkasında Celil Gürkan paşalar var. Yani bizim
bildiğimiz bunlar. Yani bunun arkası dolu tabii esasında. -Söylemek
istemediğiniz isimler var mı?
Yok. Söylediklerim zaten işin başındaki adamlar yani. Bunu
konuştuğunuz zaman rahatsız oluyorlar. Çünkü devletin yapması
gereken bir özeleştiri var burada. İşte derin, gizli denilen
olaylar bunlar yani. Ama bunun tepesinde de Deniz Kuvvetleri, Hava
Kuvvetleri ve Kara Kuvvetleri var. Bunun derinliği nerede, sığlığı
nerede esasında? Biliniyor, bilinerek yapılıyor bu işler.
-İrtibatı kimler sağlıyordu?
Komiteden arkadaşlarla kuruluyor. Tabii bunlar giderek irtibatı
biraz daha yaygınlaştırıyorlar. Çünkü bizim içimizde de bir
dağınıklık yaratmak istiyorlar. Türkiye’deki devrimci gençlik bu
oltaya takılmıştır. Mesela Deniz Gezmiş o zaman kaçıyor. Deniz
Gezmiş’in evden eve ve belli yerlere naklini istediğimiz zaman bize
Tarım Bakanı Turan Şahin’in arabasını veriyorlar. Ama orada ufak
uyanıklık yapıp, kapıyı açık bırakıyorlar. Biz düz kontak
yapıyoruz. O araba Ankara polisinin bildiği bir araba. Zaten
dönemin emniyet müdürü de ‘Ben Deniz Gezmiş’i yakalayamam. Çünkü
benim giremeyeceğim yerlerde saklanıyor’ diyor.
Dönüyoruz para istiyoruz. Bize soygun yaptırıyorlar. Bizi çok ciddi
bir şekilde suça doğru itiyorlar esasında. Bir emniyet müfettişini
bize takıyorlar ve o soyulacak yerleri gösteriyor ve soygun
yapıyoruz.
-Nerede yaptınız mesela?
Taksim La Martin Caddesi’nde bir yedek parçacı, kaçakçılık
yapıyormuş, falan filan. Giriliyor, eller yukarı!
-Para kimlere gidiyor peki?
Para onlara gitti. İrfan Solmazer’in eline gitti.
-Sizin şahit olduğunuz olay var mı böyle?
Paranın gittiğini biliyorum yani. Tabii para oraya teslim
edildi.
-Kaba bir hesap yaparsak o dönemde kaç eylemde bulundunuz?
Valla bilemiyorum ama çok.
-1970’in sonları. İhtilale 90 gün var. Her güne 1-2 eylem düşüyor
mu?
Yani düşebilir tabii.”
Ne acı değil mi? İşin bizzat başındakiler, komuta kademesi, nasıl
bir hesap içerisinde?
Sarp Kuray, hazırlıkları içinde bulundukları 9 Mart darbesinin
gerçekleşmesi halinde ‘bu kadrolarla hiçbir şey olmayacağını
söylüyor bugün. Kendileri ile irtibat kuranların, devrimcileri
etrafına topladıktan sonra bir çeşit paratoner gibi bu enerjiyi
alıp toprak etmesini manipülasyon olarak niteleyen Kuray, bu
sayfanın kapanmadığını anlatıyor: “Esasında Türkiye’de kapatılmamış
hesaplar olduğuna inanan adamlarız. Yani bakıyorsunuz Talat Aydemir
idam edilmiş, oğlu kapatmış bu hesabı, bir yerde oturuyor. Bir daha
üstüne gitmiyor bu işin. Büyük haksızlığa uğramış. Ama Fethi
Gürcan’ın oğulları hesabı kapatmıyor. Devam ediyorlar mücadeleye.
Yani 1963’te babalarının idam edilişini, arka planı ile beraber
ciddi bir tahlile tâbi tutuyorlar ve bunu kapanmamış bir hesap
olarak alıyorlar. Bizim hayatımız da böyle. 1968’den itibaren
Türkiye’deki siyasal olaylarda kapanmamış hesaplar vardır.”
-Siz kapattınız mı?
Ben kapatmam kafamda bunu. Türkiye’de Kürt sorunu varsa, Türkiye’de
1919’ların ordusu ile bugünkü ordu arasında fark varsa hiçbir
şekilde ben kapatmam. Buradaki mahkûmiyeti, bir yıldır Kürt
meselesine dair söylediğim sözlere, yaptığım siyasi çıkışlarıma,
bunu da geri planlarla beraber getirmiş olmama bağlıyorum. Eğer bu
yolla bana sus diyorlarsa yanılgı içindeler. Susmam. Çünkü 1993’ten
bu yana bende bir değişiklik yok. 1993 senesinde benim için artık
illegal mücadele kapanmıştır. Silahlı mücadelenin özeleştirisini
yaparak, bunun, sonunda bir paylaşım savaşına döndüğünü gördüm.
İttihat Terakki metotları bu işin içinde bir metot haline
dönüştürülmüştür.”
Sarp Kuray, Ankara Valiliği yapmış Enver Kuray’ın oğlu, Yassıada
duruşmalarının Başsavcısı Altay Ömer Egesel’in de yeğenidir.
Kastamonu civarlarından Balkanlara yerleşmiş bir aileye mensup Sarp
Kuray’ın ormancılıkla meşgul dedesi Hüsnü Cemal, Balkan
Savaşları’ndaki yenilgi üzerine eşi Gülbende ve Manastır’da dünyaya
gelmiş ilk çocukları Enver ile birlikte yollara düşer. Kastamonu’da
Orman Müdürlüğü yapan Hüsnü Cemal’in burada, Enver dışında,
albaylıktan emekli Bahtiyar ile Leman adında iki çocukları daha
gelir dünyaya.
Enver, Kastamonu Lisesi’nin ardından 1934 yılında Mülkiye’nin idari
bölümünü bitirdikten sonra Meriç Kaymakamı olarak idarecilik
hayatına atılır. Bala, Silivri, Vakfıkebir, Dikili
kaymakamlıklarının ardından Muğla, Sivas ve İzmir vali
muavinlikleri ve nihayet 1957’de Siirt valiliği yapan Enver Kuray,
27 Mayıs darbesi olduğunda da Mardin’e vali tayin edilir. O
tarihlerdeki anayasa oylamasında Mardin en fazla ‘evet’ diyen il
olur. Kuray, buradan, en az ‘evet’ diyen Bursa’ya, oradan da, İsmet
İnönü’nün, 27 Mayıs’tan sonra tekrar başbakanlık yaptığı süreçte
Ankara Valiliği’ne getirilir. Merkeze alındıktan bir süre sonra yaş
haddinden emekliye ayrılan Kuray’ın, Bala’da kaymakam iken en iyi
arkadaşı orada savcı olan, 1954 seçimlerinde DP’den milletvekilliği
için adaylığını koyup kazanamayan, daha sonraki yıllarda Yassıada
Başsavcısı adı ile nam salacak Altay Ömer Egesel’dir. İkilinin bu
tanışıklığı akrabalığa dönüşür. Kuray, Egesel’in kız kardeşi Bedia
Hanım ile 1943 senesinde hayatını birleştirir. Bedia Hanım’ın
babası Galiçya cephesinde şehit olduğundan Ömer, Niyazi ve Feridun
ile birlikte Bedia da yetim büyümüştür. Bedia Hanım’ın dayısının
çocuklarından Hakkı Bey de Yargıtay 5. Daire başkanlığı yapmış
birisidir.
Bedia-Enver Kuray çiftinin de dört çocuğu gelir dünyaya. Üçü
kızdır: Ankara İlahiyat Fakültesi dekanlarından ve Enver Bey’in
Mülkiye’den arkadaşı Prof. Dr. Mehmet Taplamacıoğlu’nun oğlu Uğur
Taplamacıoğlu ile evlenen Bilge, 27 yaşında iken İngiltere’de
üzerine düşen kütüphane vesilesiyle ölen Sema ve Hale. Sarp Kuray
ise ailenin umut bağladığı, özellikle bürokrat olan babasının aile
geleneğini sürdürmesini beklediği tek erkek evladıdır: “Babamla
ilişkimiz maalesef tartışmalı oldu. Babam mülkiyeye gidip bürokrat
olmamı istiyordu. Hukuk Fakültesine gidişim de onu rahatsız etti.
Harp okuluna gidişime de muhalefet etti. Babamın sınırı CHP idi,
onun ötesini asla tasvip eden bir adam değildi. Bu olayların
özellikle de 1970 sonrası böyle boyutlara varması onda ciddi
endişeler yarattı. Onun için de biz, zaman zaman kırgınlık,
konuşmama, zaman zaman evi terk etme… hep böyle bir gergin ilişki
yaşadık. Yurtdışına çıkışıma, ticari hayatıma hep endişe ile baktı.
Çünkü o düzen insanıydı. Bendeki o aykırılıkları hiç tasvip etmedi.
Hiç. O, bu yolu harcanma gördü.” Buna rağmen Kuray, babası
öldüğünde, verdiği ilanda ondan özür dileme ihtiyacı hissetmişti:
“Çünkü ‘seni pek dikkate almadım. Seninle insana dair daha iyi
ilişkiler kurabilirdim’ dedim. Ben onların şartlarına pek dikkat
etmedim, biraz hoyrat davrandığım için özür diledim.”
Anne ise bütün ailelerde olduğu gibi burada da baba ve oğul
arasında en büyük acıları çeken kişiydi: “Ona karşı çok büyük hata
yaptım. Bir hesap yaptım, askerî mektebe gidişimden ölümüne kadarki
32 senede annemi toplam 3 ay görmüşüm ve dünyada beni ondan fazla
seven çıkamazdı yani. Babamla da aynı.”
Kronik küskünlükleri olmasa da dost, hatta bir baba oğul dahi
olamamıştı Sarp Kuray ve Enver Kuray. Onun için Sarp Kuray, Çağan
Irmak’ın Babam ve Oğlum filmini ‘kendi hayatına denk düştüğü için’
iki kez seyretmiş, hatta ağlamıştı bile: “Devrimci de ağlar tabii.
Çok örtüldü bu iş. Silahlı militanlar, hiç sanki duyguları yok,
aşkları yok, hiçbir şeyleri yok. Yok öyle bir şey. Biz sermaye-emek
çelişkisinden bu işlere girmiş adamlar değiliz. Biz, önü açık
insanlarız. Ben orduda subaydım. Çok genç yaşımda bir dalgıç
gemisinde komutanlık yapıyordum. Ailemin durumu belli. Yeteneklerim
var kendime göre. Sporcuyum. Yürür, en azından albaylığa kadar
giderdim. Bu bir istikbaldir esasında. Bunların hepsinin
reddedilmiş olması bir idealizmdir. Ben öğrenci devrimcisi değilim.
Mesleğini kazanmış bir insanım, bir anda bütün nimetleri silip
atarak halkın arasına girmiş biriyim.”
Hata yaptık. Dini ıskaladık
‘Esasında ve yani’ kelimelerini çokça kullanan Sarp Kuray kendi
geçmişi ile ciddi bir hesaplaşma içinde olduğunu söylüyor. Kuray,
bu muhasebeyi yaparken, başta kendisi olmak üzere devrimcilerin en
büyük yanlışlarına da vurgu yaparak ‘dini ıskaladıklarını’ dile
getiriyor. Anlatımlarında isim zikretmeyen, onca samimi
açıklamasına rağmen bazı noktalarda dilinin ucuna getirdiği şeyleri
söylemekten son anda vazgeçen bir izlenim bırakan Kuray,
bildiklerinin önemli kısmını kendisinde tutuyor. Bütün bunların
ışığında, Türkiye’nin en hareketli, en boğucu, kardeşin kardeşe
kırdırıldığı, bin bir çeşit oyunun oynandığı yıllara doğru, bu
üçüncü karşılaşmamızda röportaj vermeyi kabul eden Sarp Kuray’ın
anlatımları ile bir yolculuğa çıkalım.
Sarp Kuray, 1945’te, babasının kaymakam olduğu Boyabat’ta dünyaya
geldiğinde Türkiye’de çok partili döneme geçiş tartışmaları da
gündem maddelerinden biridir: “1946 senesinde bu ülkenin Amerika’ya
teslimiyetinin imzalarını İsmet Paşa atmıştır. Çünkü bugün
Türkiye’ye çıkan fatura buradan çıkıyor. Kesinlikle birinci
sorumluluk İsmet Paşa’dadır. 27 Mayıs’ta yargılamaları biz yapsa
idik İsmet Paşa’yı da yargılamaya dahil ederdik.”
Babasının idareci olması sebebiyle ilkokula İzmir/Dikile’de
başlayan Kuray, tahsiline ikiden dördüncü sınıfa kadar Muğla’da
devam eder. Diplomasını ise Sivas’taki Ziya Gökalp İlkokulu’ndan
alır. Bu sefer İzmir’de ortaokul tahsiline başlar. Karşıyaka’da
futbol da oynar. Sonra ver elini Siirt Lisesi. Eski siyasetçilerden
Saffet Arıkan Bedük sınıf arkadışıdır burada. 27 Mayıs olduktan
sonra ise Mardin Lisesi’ne geçer. Liseyi bitirdiğinde Bursa’dadır
ve Bursa Erkek Lisesi’nden mezun olur: “Türkiye’nin her yerini
gördüm. Aşağı yukarı bütün etnik zenginliklerle çok küçük yaşımda
tanıştım.”
Üniversite imtihanlarına girdiğinde ‘göçebe’ hayatı bitecek
sananlar yanılır. Ankara Hukuk Fakültesi’nde ancak bir sene
okuyabilir. 1963’ün nisan ayında Celal Bayar’ın hapishaneden
çıkışını protesto eden gençlik hareketinin içinde o da vardır.
Hatta Adalet Partisi binasına giren dört kişiden biri odur.
Yaralanır. Sonra askerî imtihanlara girip, deniz harp okulunu
kazanır. Askeriyeye girişi bilinçli verilmiş bir karardır: “21
Mayıs 1963 gecesi Fethi Gürcan’ların olaylarını izledim. Gerçekten
o insanlara karşı büyük bir sempatim oldu. Bu bayrağı biz devam
ettirelim dedim ve harp okuluna geldim.” Sarp Kuray 1966’da teğmen
üniformasını giymeye hak kazanır. 1969’da donanmaya çıkıp, bir sene
donanmada görev yaptıktan sonra da Işın dalgıç gemisinde komutan
vekilliği yaparken tutuklanır ve Gölcük’teki Güllübahçe
Hapishanesi’ne getirilir. Beş-altı ay burada hapis yattıktan sonra
beş arkadaşı ile birlikte ordudan ihraç edilir. Sebep, biri
1968’de, diğeri de 1969’da olmak üzere askerî birlikte iken iki
bildiri kaleme alıp yayımlamaktır. Ali Kırca’nın yazdığı bildirinin
hazırlanış sebebi Mehmet Şevket Eygi’nin Bugün gazetesinde
yayımlamış olduğu köşe yazılarıdır: “İkinci bildiri, ülkede siyasal
cinayetlerin hızlanması ve devrimci öğrencilere karşı yoğun öldürme
olaylarının üst üste gelmesi üzerine ‘tüfeklerimizdeki mermi,
mermilerimizdeki barut, yüreklerimizdeki ateş yeter size. Kimse
sahipsiz değildir’ bildirisidir. Devrimci gençlere bir arka çıkma,
onlarla dayanışma yapma bildirisidir. O gün bugündür de askerî
birliklere ve orduevlerine girişimiz yasaktır bizim.”
-Düşünerek verilmiş bir karar mıydı bildiriyi yazmak?
“Hayır. Ama bedelsiz hiçbir şey yok. İnsan bu olayların içine
girdiği zaman perspektifi genişliyor ve tarihe biraz meraklı ise de
zaten bu tarzdaki eylemcilerin sonunun felaketle bitebileceğini
görüyor esasında. Tabii bizim de asılacağımız başta konuşuluyordu.
Bu anlamda daha şanslıyım tabii. Yani bu bir infaza dönüşebilirdi;
dönüştü de bir sürü genç arkadaşımız için. Burada manipülasyon
yapıp, yani Amerikan konseptleri ile bu ülkeyi idare edip,
kargaşaların esas nedenlerini yaratanlar bunlardan pişmanlık
duymalılar.”
Ordudan ihraç edildikten sonra, zaten Dev-Gençli olan devrimci Sarp
Kuray ve arkadaşları için zemin hazırdır. Orhan Kabibay, Numan
Esin, Talat Turhan ve İrfan Solmazer’in teklifi gelir. 12 Mart’tan
birkaç ay öncesindeki bu süreç Kuray’a göre Türkiye’nin en
hareketli dönemidir: “Son zamanlarda kafamızda şüpheler
beliriyordu. Çünkü belli şeylerde zorladığım zaman kapalı
tutuyorlardı ilişkileri. Mesela daha merkezî kadrolarda bir
arkadaşımızla temsil hakkı istiyorduk, oraları kapatıyorlardı bize.
9 Mart olmayınca bizi ‘işte (Korgeneral) Atıf Erçıkan ihbarcılık
yaptı’ falan diye teknik, taktik işlerle oyalıyorlardı. Halbuki bir
Amerikan müdahalesi vardı işin arkasında. Bir hafta önce Muhsin
Batur Amerika’ya gitmiş ve döndüğü zaman bu planı
gerçekleştirmişlerdi. Yani İsmet Paşa’nın ‘çok kritik 48 saat
geçirdik. Bu bir rejim sorunu’ dediği saatlerdi bunlar.” Afla
kurtuldu
Olan oluyor ve Sarp Kuray da tutuklanıp Ankara’da hapse atılıyor.
Sonra dava İstanbul’da görüldüğü için Selimiye’ye, oradan da
Maltepe Cezaevi’ne gönderilir. Mahir Çayanlar’ın tünel kazarak
Maltepe Cezaevi’nden firarından sonra, tekrar Selimiye’ye
nakledilirler. Af çıkar ama gasp ve soygunu kapsamadığı için ve
Kuray da Taksim Soygunu’ndan dolayı 24 sene ceza aldığından, aftan
yararlanamaz. Daha sonra anayasaya uygunluk bakımından yapılan
müracaat neticesinde özel bir yasa ile o da hapisten kurtulur. Sene
1975’in ilk aylarıdır. Yılmaz Güney’i Ankara’da ziyaret eden
tiyatro sanatçısı Ayşe Emel Mesçi ile tanışarak o sene evlenir.
Çiftin, biri 1976 ve diğeri de 78’de olmak üzere Zeynep ve Sema
isimlerinde iki kızı doğar.
1993 senesinde ikinci evliliğini sinema sanatçısı Nur Sürer’le
yapan Sarp Kuray, olayın Ayşe Emel Mesçi tarafından magazin
malzemesi yapılmasını hiçbir zaman tasvip etmez: “Zaten benim Ayşe
Emel Mesçi ile 1983 senesinde kopmuş bir ilişkim vardı esasında.
Yurtdışına beraber gittik ama kopmuştuk yani. Bunu karşılıklı
konuştuk. Ama ben onu, Avrupa’ya birlikte sürüklendiğimiz için asla
yalnız bırakmadım. O konuya ben pek girmek istemiyorum ama böyle
bir sevgi yok yani. Düşmanlık oldu yani. İki çocuğumuz varken
paparazzilere kadar tartışma indirilir mi? İndirilmez. Yanlış.”
1975 senesinde hapisten yeni çıkmış ve yeni bir döneme yelken açmış
Sarp Kuray, kimya sektöründe tecrübesi olan kayınbiraderi Sinan
Günaltay’ın teklifi ile iş hayatına atılır: “Ya gideceğiz gemilere
gireceğiz veya başka yapabileceğimiz bir iş yok bizim.”
İmkansızlıklar içinde Çamlıca Kolonyaları’nı üreterek ıtriyat işine
giren Kuray, Sintox markası ile de böcek ilacı üretimi
gerçekleştirir. İşi epey büyütür. Ta ki 1980’in nisan ayında
yurtdışına çıkana kadar. Çıkış nedeni yine devrimci harekettir.
Çünkü 1978’lerde Türkiye yine karışmaya başlamıştır. Kahramanmaraş
olayları bunlardan biridir: “Kahramanmaraş Valisi Tahsin Soylu
babamın arkadaşıydı. Ben ondan duymuştum. Eğer askerî birlikler
oraya müdahale etmezse şehirde büyük bir katliam olacağını içişleri
bakanlığına bildiriyor. İçişleri bakanı da İrfan Özaydınlı.
Burunlarının dibinde birlikler var. Tekrar ortam aranıyor yani.
Türkiye’de kardeş kardeşi vuruyor. Aynı 1971’deki kurgu yapılıyor
esasında. Bu CIA kurgusudur ve bu Amerikan konseptidir. Ve bizim
itiraz ettiğimiz burasıdır.”
Türkiye’nin yeni bir döneme doğru yol aldığını gören Kuray, geri
planda durmaması gerektiğine karar vererek önce Partizan Yolu’nu
kurar. Yol dergisini çıkarır. Bununla devrimci kamuoyunu uyarmayı
hedefler. DİSK’te gelmek istedikleri yönetim seçimlerini çok az bir
farkla kaybederler. Yeterince güç toplayamadıklarını düşünüp, bir
darbenin olabilirliğini de hesaba katarak, darbeye direnmek ve
kurumları teşkilatlandırmak üzere yurtdışına çıkar. Burada en büyük
ipucu 24 Ocak Kararları’nın alınmış olmasıdır onun için: “Tedbirler
ilan edildiği andan itibaren Türkiye’nin aynen 1971’de olduğu gibi
bir askerî darbeye yönlendirildiği artık belli olmuştu.”
12 Eylül gelir gelmez vatandaşlıktan çıkarılanlar arasında adı ilk
listede yer aldığı için Çamlıca Kolonyaları işletmesine ait ne
varsa hepsine devlet el koyar. 13 sene sonra, 1993’te, döndüğünde
de bu konuda pek bir şey yapmayı düşünmez: “O sayfayı ben tam
anlamı ile kapadım. Evimizdeki eşyayı, resimlere kadar
aldılar.”
Yurtdışına çıkış kararı örgütte komite tarafından alınmış bir
karardır. Kıvılcımlı taraftarlarının oluşturduğu ‘Doktorcu’ diye
tabir edilen grupla beraber hareket eden Nasrullah Ayan da vardır
hem komitede hem de o zaman dışarı çıkması gerekenler arasında.
Ayan’ın bu devrimci mücadeleye dahil olması 1978’dir. Yurtdışına
beraber çıkarlar: “1983’e kadar bu örgütün iki kaynağı oldu. Bir
Nasrullah’ın destekleri bir de Çamlıca Kolonyası’nın parası. İşler
Nasrullah’ın yurtdışına yaptığı faaliyetlerden elde edilmiş gelirle
yürümüştür.”
-Ne tür faaliyetler yapıyordu yurtdışında?
Ticaret.
- Altın işi.
Devlet organize etmedi mi? Özal gelip İsviçre’de bu adamlarla
konuşmadı mı? Mehmet Emin Karamehmetlerden çıkmadı mı bunun parası?
Hüsnü Özyeğin Pamukbank’ın şeyi değil miydi? Çuvalla paralar
verilmedi mi, Kapalıçarşı’dan altın toplansın diye. Şimdi bu böyle
bir mekanizmada Nasrullah günah keçisi olmaz yani. Tabii biz
kurmaylık yapmışız, arka plandayız, buradan elde edilen para… ondan
rahatsız oluyorlar zaten. Biz nasıl buraya burnumuzu soktuk
diyorlar. O da bizim işimiz zaten.”
Kalıp, hapis yatmalıydım.
Kuray önce Belçika’ya, sonra Nasrullah Ayan’ın yanına
İsviçre/Zürih’e geçer. Sonra İsveç’e gidip iltica eder: “O dakikaya
kadar ilticam yok.” İsveç’te iltica pasaportu alıp Fransa’ya
yerleşir. Ondan sonra Fransa’dan bir daha çıkmaz. L’express
dergisinde Sarp K. isimli bir Türk’ün eroin trafiğinde adının
geçtiği haberi yapılır. Kuray da dergiye tazminat davası açar:
-Siz neden üzerinize alındınız, Sarp K. siz miydiniz?
“Başka Sarp K. yok çünkü.”
Kuray, medyada hakkında çıkan yalan haberlerden rahatsızlık
duymaktadır hep. Bu da ona göre yalan haberlerden biridir. Abdullah
Çatlı Paris’te hapishaneye düştüğünde de onu aramamıştır:
“Hayatımda hiç görmedim onu. Yalnız arkadaşımız Hüseyin Karahan
onunla birlikte hapishanede kalıyor. O bir mektup çıkarıyor
dışarıya. Çatlı’yı 15 gün sonra bir Amerikan istasyon şefinin
ziyaret edeceğini bana ihbar ediyorlar. Ve ‘kaçırabilir miyiz?
Sorgulayabilir miyiz?’ diye soruyorlar. Reddediliyor. Bu kadar
yani.”
Kuray, Fransa’da 7-8 mağazalık bir döner zinciri de kurar. Kendi
ifadesiyle ithalat ihracat işleriyle uğraşır: “1988’e kadar
mücadeleye devam ettik ama ciddi bir direniş cephesi oluşturamadık.
Ve maalesef benim, kendimi de içine katarak eleştirdiğim yanlar
oldu. Avrupa’da oluşum hoşuma gitmedi. Ben çıkmamalıydım esasında.
Kalıp hapishanede yatmalıydım. Çünkü Avrupa’nın yıpratıcı
süreçlerinin içine girmezdim. O benden çok şey aldı götürdü.
Hayatımın en büyük politik hatası Avrupa’ya çıkış ki örgüt
istemiştir bunu. Benim tercihim asla değildir bu. Bu, 9 kişilik
örgütün merkezi komitesinden çıkmıştı. Bir de 1978’de ben alelacele
bir grup kurarak bu işe müdahale etmemeliydim. Yani o olaylara
duyarlı olan ilk gençlik malzemeleri güçlü örgütler kurmuştu.
Burada eklektik anlamda bir örgüt kurmaya gerek yoktu. Bunu da
büyük kırılma noktası olarak alıyorum.”
1983 senesinde Suriye’deki kamplara gitmek için Avrupa’dan
Suriye’ye geçen Kuray, burada, bugün Kürt hareketinde desteklediği
Abdullah Öcalan’la tanışır. Dolayısıyla 2004’te, Öcalan’ın ‘Sarp’ın
zamanıdır’ demesinin geçmişinde, bu tanışıklık yatmaktadır.
Fransa benimle pazarlığa girdi
Kuray, 1988’de Partizan Yolu’nu kapatır. Bunda 12 Eylül sürecinde
tabanlarını kaybettiklerini görmesinin etkisi büyük olur. Ve bundan
sonra ekipteki arkadaşlarıyla da anlayış ve düşünce itibariyle
aralarında farklılıklar oluşur. Ardından 16 Haziran Hareketi’ni
kurarlar: “Örgüt kadrolarının Türkiye’de kurduğu bir örgütlenmedir.
Ben bundan haberdarım. Haberdar değilim demiyorum, bakın. Komuta
edemiyordum, yani esas problem burada idi. Benim ismimi
kullanıyorlardı. Benim karşımda kriminal hâl almışlardı bunlar.”
Konuşmaları da iradesi dışında bantlara alınıp polise teslim
edilir. Burada yargılanan arkadaşları bir yıl dahi içerde kalmadan
serbest bırakılmaktadır. Bütün bunların üzerine Sarp Kuray,
Avrupa’da da huzursuz olduğu için Nasrullah Ayan’ın yardımı ile
geri dönmeye karar verir: “500 Frank ile geldim Türkiye’ye.
Nasrullah’a ‘Bana yardım et’ dedim. ‘Hapishanede bulunduğum süreç
içerisinde çocuklarıma bakacaksın. İki, eğer bir gücün varsa benim
ezilmememi sağlayacaksın bu süreçlerde’ dedim. Çünkü Fransız
hükümeti sıkıştırmaya başladı beni. Benimle bir pazarlık ortamına
girmeye çalıştı. Avukatlar tutuldu. Hatta şimdi Sabah grubunun
başındaki Kenan Tekdağ benim avukatımdı. Nasrullah’ın da hukuk
danışmanıydı. Türkiye’ye gelmekte geç kalarak, yanlış yaptım.
Partizan Yolu’nu feshettiğim zaman uçağa atlayıp gelmem gerekiyordu
esasında.”
1993 senesinde Türkiye’ye dönen Kuray, tutuklanmayı beklerken iki
ay yatıp serbest kalır: “Ben geldiğim zaman ilk aşamada beni beraat
ettirdiler.”
-Bekliyor muydunuz böyle bir sonucu?
“Hayır beklemiyordum. Ben zaten havaalanında da söyledim. ‘Bu bedel
ödenecek mutlaka. Çelik çomak oynamıyoruz çünkü.’
Sarp Kuray, bundan sonra Nasrullah Ayan’ı zor döneminde yalnız
bırakmamak için Türkinvest şirketinin yönetimine girer. 1994
senesinde de Türkinvest batar: “Çünkü İstanbul’da onu yutmak
isteyen çok mihraklar vardı. İnfazlar vardı, silahlar konuşuyordu
Türkiye’de. Sapanca hattı, orası, burası. Nasrullah bir av olarak
sunuldu ortaya. Biz de onu avlamasınlar diye yanında durduk.”
Bu süreçte Kuray da kurşunlanır. Ama söylediğine göre bu direkt
kendisi ile değil Nasrullah Ayan’la ilgili bir arazi meselesinden
dolayı vuku bulmuştur.
Kuray, Altın Tavuk ile tavukçuluk işine girer. Bankalardan kredi
alamadığı için toparlayamaz, 3-5 milyon dolar borç ödemek durumunda
kaldığından şirketi de devreder. 2000-2002 yılları arasında,
hayatında, daha önce hiç başına gelmeyen bir şeyi yaşar, elindeki
son arabasına kadar satmak durumunda kalacak şekilde, inanılmaz bir
ekonomik darlığa düşer: “Ama şu an hiçbir borcum yok. Bazı
arkadaşlarıma ticari olarak danışmanlık yapıyorum. Karım çalışıyor.
Yani mütevazı bir hayatım var.”
Hakkında çıkan yanlış bilgilendirmelerden bundan sonra hesap
soracağını söyleyen Kuray’a göre devrimci hareketin kırılma
noktalarından biri de dine yaklaşımdır: “Gençlik dönemimizde
olayların gelişmesi ile birlikte bir dini eksen alan çok yüzeysel
bir tanrı inkârı olmuştur. Bu bir hata, ben kırılma noktası olarak
koyuyorum bunu. Ben Yaradan fikrine inanan bir insanım esasında.
Ama bizim halkla aramıza çok büyük bir mesafe de buradan girmiştir.
Çünkü sonraki yıllarda bazı köylerde, köylünün bizi çok sevdiği ama
bu tartışmalardan dolayı da ilişkilerin koptuğunu gördüm ben,
1971’lerde.” Kuray, sonraki yıllarda din meselesini sosyolojik
anlamda çok ciddi bir araştırmaya tâbi tutar: “İslam üzerine çok
ciddi araştırdım. Dini, daha kültürlü, bir bilim olarak ele
alabilirdik.”
-Ne zaman incelediniz?
“Hapishanelerde başladı. Ben mesela Kur’an-ı Kerim’i de okudum,
mealinden. Arapça bilmem. Çok güçlü bir nasihatler kitabı, orada
hangisine, neye itiraz edilecek? Katiyen. Yani, iyi, dürüst insanın
sahip olması gereken bütün değerler sayılıyor orada. Bir daha bu
hatanın yapılmaması kanaatindeyim.”
Siyasi kitaplar okumayı seven, denizci bir subay olmasına rağmen 30
yıldır denize girememiş Kuray, Türkiye’nin toplumsal ve sosyal
yapısı ile birlikte, zaman zaman tarihî arka planına da inen, kendi
yanılgılarına da değineceği bir Sarp Kuray kitabının aciliyet
kazandığını ifade ediyor. Kuray, kendisine yakıştırılan ‘kabadayı,
mafya, itirafçı, devletin adamı, devletin serçe parmağı, orta
parmağı’ gibi konulara da burada açıklık getirecek.
Söyleşi: A.Cemal Kalyoncu
Kaynak: