'Paralel Yapı, Komünist Rusya icadı'
Abone olZaman Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'nın "paralel yapı"nın icadıyla ilgili yazısı AK Parti'lileri kızdıracak.
Zaman Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı "paralel yapı" ile
ilgili ilginç bir yazı kaleme aldı. "Müslüman kitlelere ilk kez
kimler tarafından ‘paralel' dendiğini biliyor musunuz?" diye soran
Dumanlı, cevabı da kendisi verdi.
Komünist Rusya'nın, İslam'ı kökten kazımak için 'Paralel İslam'
kavramını icat ettiğini, ancak tüm çabalara rağmen İslam'ın
ülkedeki insanların kalbinden sökülüp atılamadığını yazdı
İLK KEZ 2005 YILINDA RUSYA
KULLANDI
Müslüman kitlelere ilk kez kimler tarafından ‘paralel' dendiğini
biliyor musunuz? Açıkçası bilmiyordum. Geçenlerde cesur bir dostun
elinde gördüğüm “Şeytan'ın Oyunu” (Devil's Game) adlı kitapta
uzunca bir dipnota rastladım.
İlk kez 2005'te neşredilen kitapta Komünist Sovyet rejimi
tarafından kullanılan ‘paralel İslam' üzerinde duruluyor ve yazar,
konuyu bazı kaynaklara havale ediyor. Bu kaynaklardan biri
“Sovyet Devletine İslam Tehdidi” adını taşıyor. 1983'te kaleme
alınan eser, Alexandre Bennigsen ve Marie Broxup imzasını taşıyor.
Bu iki eserde rastladığım ‘paralel İslam' tabirinin izini sürünce
gördüm ki komünist sistem kendi dayattığı ‘resmî İslam' dışındaki
Müslümanlara ‘paralel' yaftasını yapıştırmış. Ta 1978'de bir
dergide yayımlanan makalesinde yazar, Komünist Rusya'da bir ‘resmî
İslam' bir de ‘paralel İslam' olduğunu ifade ediyor. Yani, Sovyet
yapımı bir kavram var karşımızda: Paralel İslam.
NASIL VE NE MAKSATLA
UYDURULDU?
Müsaadenizle bu kavramın ne zaman, nasıl ve ne maksatla
uydurulduğuna bir göz atalım.
1917 Ekim devriminin hemen ardından (3 Aralık 1917) komünistler bir
bildiri yayınlıyor. “Rusya ve Doğu'daki Emekçilere Çağrı” başlıklı
bildiride Komünist rejim, Müslümanların kimliklerini tanıdığını,
inanç ve geleneklerinin güvence altında olduğunu deklare ediyor.
Çarlık rejiminin aksine bir tutum bu. Ne var ki yeni rejimin asıl
derdinin inanç özgürlüğü olmadığı, devrim sonrası ortaya çıkacak
kaosu bertaraf etmek istediği anlaşılıyor. Nitekim 1920'den
sonra dinler üzerine baskılar artmış, Sovyet rejimi insanları
dinden uzaklaştırabilmek için her türlü zulmü ‘halklara' reva
görmüştür. 1928'den sonra Rusya'daki Müslümanlara
karşı baskı dayanılmaz boyutlara ulaşmış, camiler kapatılmış,
Müslümanların okulları yasaklanmış, din adamları hakkında
soruşturmalar açılmış, pek çoğu gözaltına alınmış, İslam'ı topyekûn
ortadan kaldırmak için devlet bütün imkânlarıyla seferber
edilmiştir. Dinin baskıyla yok edilemeyeceğinin
anlaşılması uzun sürmedi. İnsanlar yazılı dinî kaynaklara
ulaşamıyordu ve her geçen gün daha da bilgisiz hale geliyordu;
fakat gelenek ve görenek kodlarında yer edinmiş kimliğini
unutmuyordu. Düğünler, sünnet merasimleri, cenazelerin defni gibi
birtakım hayata dair pratikler insanların kültürel kimliğini diri
tutuyordu. Bunun üzerine Moskova 1941 ve 42'de Diyanet İşleri
Müftülüğü kurdu. Taşkent, Buhara, Baynas ve Ufa'da inşa edilen
Diyanet, rejimin belli bir çerçevede İslam anlayışına müsaade
etmesi içindi. Sovyet rejimi aleyhine konuşmayacağı
düşünülen hocalar bulundu ve müftü atamaları yapıldı.
DİNDEN TAMAMEN UZAKLAŞTIRAMAYINCA
Görünen o ki, insanları dinden tamamen uzaklaştıramayan
Moskova, Soğuk Savaş'ın ruhuna da uygun bir formülle kendine bir
çıkış yolu arıyordu. Rus Ortodoks kiliselerini de kapatan
o günkü sistem kendini Hıristiyanlık konusunda kısmen başarılı
buluyordu; ama söz konusu İslamiyet olunca şartlar değişiyordu.
Sebebi malum: İslam bir ruhbanlık sistemi üzerine bina edilmemişti,
dinin yaşaması için kurumsal yapılar şart değildi ve İslam her
aşamada halkın içindeydi. Yani, camilerini kapatsanız,
imamlarını tutuklasanız bile İslam, halkın arasında yaşamaya devam
ediyordu. İşte bu sosyal gerçeğe binaen rejim yeni bir strateji
geliştirdi. İslam'ı resmi makamlar vasıtasıyla temsil etme, onu da
hükümet politikaları doğrultusunda güdümleme...
İSLAM'A DUYULAN İHTİYACI SİVİL
İNİSİYATİFLER KARŞILIYORDU
Strateji ‘resmi İslam' üzerine kurulunca bir başka problemle karşı
karşıya kaldı ‘komünist'ler: Halkın arasında İslam'a duyulan
ihtiyacı sivil bir kısım inisiyatifler karşılıyordu.
Halktan hiçbir beklentisi olmayan bu kişilerin çeşitli
tarikatlar ile anılması ve onlara bazı suçlamalar yapılması bir
itibarsızlaştırmaya yol açsa da sonuçta toplum manevî ihtiyacını
hayatın tabii akışı içinde karşılamaya gayret ediyordu. İşte bu
noktada ‘paralel İslam' tabirinin kullanıldığını
görmekteyiz. Yani, devletin atadığı kişilerce temsil
edilmeyen, devlet politikası doğrultusunda dinî telkinde bulunmayan
Müslümanlara paralel deniyordu. ‘Paralel İslam'ın (gayr-ı
resmî İslam'ın) tehlikeli olduğuna inanan ve herkesi de buna
inandırmaya çalışan o köhne komünist zihniyet, uzun seneler hem
İslam'ı hem de diğer dinleri baskı altında tuttu.
Sonuç?..
DİLLERİ BAŞKA, İCRAATLARI BAŞKA
OLMUŞ
Bir gün o baskıcı sistem temelden çöküverdi. Komünist rejim hak ile
yeksan olunca insanların gizliden gizliye yaşadığı dinî hayat
tekrar canlanıverdi. Kiliseler açıldı, camiler inşa edildi ve
‘dinsiz bir rejim'in nasıl bir hata olduğuna herkes şahitlik etti.
Şimdi Rusya'da insanlar dilediği inancı seçiyor, onun gereklerini
yerine getirebiliyor. Yıllar sonra net bir şekilde görülüyor ki, o
resmî dayatmanın başarı sandığı görüntülerde bile aldatıcı unsurlar
bulunmakta. Mesela devlet eliyle dinî makamlara getirilen
kişilerin önemli bir kısmı zevahiri kurtarmak için komünist sisteme
övgüler dizse bile, kalpleri hatta bazı icraatları hiç de rejimin
istediği eksende olmamış...
İNANMAYAN KOMÜNİSTLERE SORSUN
Su, eninde sonunda aslî mecrasını buluyor ve oraya
akıyor; onu çeşitli baskılarla ana yatağından koparmak insan
fıtratına ters bir yolda yürümeye benziyor. Devlet eliyle din
dayatması olmaz. Sivil gayretlerin samimi hizmetleri için sarf
edilen ‘paralel' lafı, komünist zihniyetin bir yansımasıdır. Nasıl
o gayr-ı tabii ve baskıcı rejim tükenip gitmişse bugün ya da yarın
aynı mantıkla yapılmak istenen toplum mühendisliği de çökecektir.
İnanmayan komünistlere sorsun...