Pala: Fatih hıristiyan değildi
Abone olÇetin Altan'ın bir süre önce Fatih Sultan Mehmet'in hıristiyan olduğuna dair iddiasına Divan Edebiyatı'nın en yetkin isimlerinden olan Prof. Dr. İskender Pala'dan cevap.
Çetin Altan'ın bir süre önce Fatih Sultan Mehmet'in hristiyan
olduğuna dair iddialarına İstanbul Kültür Üniversitesi öğretim
üyelerinden Prof.Dr. İskender Pala cevap verdi. Pala, Radikal Kitap
Eki için kaleme aldığı yazısında, Divan şiirinin inceliklerini
bilmeden böyle bir iddiaya kalkışmanın yanlış olabileceğini
savundu:
- Sayın Çetin Altan'ın pek çok kitabını okudum. Öğrenciyken köşe
yazılarını da takip eder, özellikle tarihle ilgili anlattıklarına
ilgi duyardım. Osmanlı şiiri üzerine akademik çalışmalara
başlayınca onun tarih diye anlattıklarından pek çoğunu yeniden
araştırmam gerekti. Okuyucularının dikkatinden kaçmamıştır; sayın
Altan, padişahları konu edindiği yazıların hemen hepsinde eleştirel
cümlelere yer verir, söz gelimi kardeş katli meselesini temcit
pilavı gibi kendi hazırladığı mönü ile ısıtıp her fırsatta servis
yapar. Nitekim geçtiğimiz günlerde yayımlanan 'Türbanlı Mona Lisa,
silindir şapkalı Fatih Mehmet...' başlıklı yazısında da (Milliyet,
24 Şubat 2005) Fatih'in Hıristiyanlığını öne sürüverdi.
Çarpıtmanın yararı ne?
Ben, fıkra muharriri olarak anılan kişilerin doğruları araştırarak
yazmak gibi bir sorumlulukları olduğunu düşünüyorum. Gerçek bir
muharrir, asla okuyucusunu yanıltmak istemez çünkü. Hele divan
şiiri gibi özel ilgi ve uzmanlık isteyen alanlarda kalem
oynatacaksa, daha da duyarlı olur. Zira bu edebiyatta şarap her
zaman üzümün kızı olarak karşımıza çıkmayabilir; sarhoşluk da biri
iki gösteren esriklik yerine ikiyi bir gösteren mestlik (vahdet)
cinsinden olabilir.
Sayın Altan'ın söz konusu yazısında konumuzla ilgili söyledikleri
şunlar: "Örneğin Fatih Sultan Mehmet'in Hıristiyan olduğunu
açıklayan ünlü gazelindeki son beyiti bir kez daha
hatırlatalım:
Bir frengi kâfir olduğun bilürdi Avniya (Avniya -Fatih'in mahlası-
bilirdi senin bir kafir Hıristiyan olduğunu)
Belde zünnarını boynunda çelipayı gören
(Belinde keşiş kuşağını, boynunda haçını gören)
* * *
Böyle tarihsel ve çarpıcı bir belgeyi görmezlikten gelmenin yararı
kime? İmdi, her şeyden evvel sayın Altan'ın, alıntıladığı beytin
ikinci dizesini Fatih Divanı'nda yer aldığı biçimiyle yazmayışına
şaşırdık. Fatih böyle bir dize söylememiş çünkü. Bundan emin olmak
için de yegane elyazma nüshanın fotokopilerine, ardından da gazelin
yayımlandığı kaynaklara (Saffet Sıtkı, Kemal Edip Ünsel, Ahmed
Aymutlu, İskender Pala, Muhammet Nur Doğan'ın günümüz diline
çevirilerine) baktık. Hepsinde ikinci dize "Belün ü boynunda zünnâr
u çelîpâyı gören" biçimindedir.
Sayın Altan'ın bir divan şairine ait dizeleri arşiv kayıtları ile
desteklemeden tarihî belge gibi sunması, ardından da o beyit için
"tarihsel ve çarpıcı bir belge" tanımlamasını yakıştırması, bu
şiirin kendine özgü estetik kurallarını ve mazmunlarını görmezden
gelip şairin söylediklerini çıplak anlamlarıyla tarihsel hayata
aktararak yorumlaması oldukça yadırgatıcıdır.
Doğrusu biz, 'Divan şiiri gerçek hayattan kopuktur' söylemini
dillendirenlerin, bu açıklamaya itiraz etmelerini beklerdik. Oysa
silindir şapkalı bir Fatih görme arzusunun sonucu gibi duran bu
yazıya -şimdilik- hiçbir itiraz gelmedi. Asıl şaşırtıcı olan ise,
saçlarını Babıali'de ağartmış, köşesini kalemiyle hak etmiş, bilgi
ve kültürüyle seçkinliğini cümle aleme kanıtlamış bir muharririn,
yek - âhenk (beyitleri arasında konu yönünden bütünlük ve ilgi
bulunan) bir şiirin tamamını bırakıp yalnızca son beytine (makta)
bakarak hüküm vermesidir. Eğer gazelin tamamına bakılsaydı, hiç
şüphesiz şairin, Hıristiyanlıkla ilgili ögeleri bir araya toplama
gayretinde olduğu görülürdü. Bu bağlamda ilk dört beyitte
Galata'da, İsevî bir güzelden, onun fettanlığından, kafirlikler
yaptığından, Müslüman tutkunlarını dinden imandan çıkardığından,
sırf bu dilberi görmek için kiliseye giden ve mescidi terk eden
insanların varlığından bahseden bir şairin, son beyitte de buna
uygun bir ifade ile belinde papaz kuşağından ve boynunda haçtan
bahsetmesi çok doğaldır. Ama eğer mutlaka bu haç Fatih'in boynuna,
papaz kuşağı da beline dolanacaksa o vakit neden bu sözcüklerin bir
de o kültürdeki mecaz anlamları ve çağrıştırdıkları tasavvuf imge
veya sembolleri olduğu düşünülmesin?!..
'Sahil'de mi, 'deniz'de mi!
Çünkü konuyla ilgili ansiklopedik sözlüklere, yahut mistik
kitaplara bakan herkes, - doğal olarak bir muharrir de - zünnâr
(papaz kuşağı), çelîpâ (haç), kâfir, bel ve boyun sözcüklerinin çok
daha derin ve mecaz anlamlarını görebilir. O halde sayın Altan'ın
elinde Fatih'in Hıristiyanlığına bizi inandıracak tarihî bir belge
var ise onu yayınlamasını rica ederiz; yoksa yukarıdaki beyti
kendince yorumlamak onu Hıristiyan yapmaya yetmiyor. "Açık
denizlerde giden bir geminin, alt kamaralardaki yuvarlak lomboz
deliğinden dışarı baktığınızda sürekli olarak sadece denizi, hep
aynı denizi görürsünüz; sanki hiçbir şey değişmiyormuş gibi..."
Sayın Altan'a, söz konusu yazısının bu ilk cümlesini bir de kendisi
için okumasını öneriyoruz. Bunun şiircesini Koca Ragıp Paşa
(ö.1763) söylemiş: "Zanneder keştî- nişînân sâhil-i deryâ yürür"
Yani şöyle demek: "Gemiye binenler zannederler ki sahiller
yürümekte..."
Yazı: İskender Pala
Kaynak: