Özür dilensin mi dilenmesin mi?
Abone olÖyle bir karışık konu ki.. Vicdani bir mesele mi? Yoksa halkı toptan suçlamak mı? İşte iki farklı görüş..
1915 yılında yaşanan olaylara ilişkin başlatılan "özür
diliyorum" kampanyası gündemin ilk sıralarında. Zaman yazarları
Mümtaz'er Türköne neden özür dilemediğini ve Şahin Alpay da neden
özür dilediğini anlatıyor.
Bu aslında toplumda var olan iki kutbun da hissiyatını özetlemesi
açısından önemli. On yıllarca tartışıldı halen sonuç alınamadı. Her
iki yazar da kendi gerekçelerinde haklı gibi. Görünen o ki bu
tartışma çok ama çok uzun yıllar sürecek gibi.. Her iki yazardan
kısa ama öz bölümler aktarıyoruz. Yorum sizlerin..
Şahin Alpay (Zaman): Niçin 'özür diliyorum'?
Elbette ki Osmanlı Ermenilerinin başına gelenlerde hiçbir şahsi
sorumluluğum yok. Ama yurdumda yaşanan ve devletçe üzeri örtülen,
tabu kılınan bir trajediden, bir insan ve Türk olarak büyük üzüntü
duyuyorum. Bildiriyi imzalamamın başta gelen nedeni, bundan
kaynaklanan bir vicdani vecibe. İkinci olarak, Türkiye'nin
demokrasisini güçlendirmesini, kötülüklerin tekrarlanmaması için
tartışılmayan, aydınlığa kavuşmayan konu kalmamasını istiyorum.
Üçüncü olarak, milliyetçilikler çağı gelene kadar yüzyıllarca
dostluk içinde yaşayan Türkler ve Ermeniler, Türkiye ve Ermenistan
arasında dostluğun yeniden tesis edilmesini önemsiyorum. Türkiye
tarihiyle yüzleştikçe, Ermenistan'ın ve Ermeni diasporasının da
tarihiyle yüzleşeceğine inanıyorum. İşaretleri şimdiden görülüyor:
"Biz Türkiye kadar özgürce tartışamıyoruz... Biz de öldürülen Türk
ve Müslümanlar için özür dilemeliyiz... Ermeni arşivleri
açılsın..." sesleri yükseliyor.
Mümtaz'er Türköne (Zaman): Niçin 'özür
dilemiyorum'?
Önce iki cümleden mürekkep bildiriyi hatırlayalım: "1915'te Osmanlı
Ermenilerinin maruz kaldığı Büyük Felaket'e duyarsız kalınmasını,
bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği
reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını
paylaşıyor, onlardan özür diliyorum..." İlk cümlenin altına imza
koymak, bu hadiselerin dışında kalan üçüncü kişi olmak anlamına
geliyor. "Duyarsız kalmak" insanî, özellikle vicdanî olmayan bir
durum. "İnkâr etmek" ise hem taraflara hem de üçüncü kişilere
yönelik anlamsız bir suçlama. Çünkü "Felaket"i inkâr eden kimse
yok. Sadece felaketin boyutları, soykırım olup olmadığı ve
suçluları konusunda bir tartışma var. Peşinden gelen ikinci
cümlenin varacağı yer ise "bireysel özür" değil bir "acıya saygı"
ifadesi olmalıydı. Bildirinin maksadı ile içeriği arasındaki
uçurumu da bu "özür" oluşturuyor.
Tarihle hesaplaşmak, bugüne dair sorunları çözmek içindir.
Devletlerin, devletleri yönetenlerin farklı zamanlarda, farklı
hesapları ve planları olur. Tarih bu hesap ve planların gereği
devletlerin giriştiği katliam örnekleriyle dolu. Hiç kimsenin
bugüne kadar iddia etmediği ve aklından geçirmediği bir durum:
1915'te yaşanan "Ermeni tehcir ve taktili"nin bir "Türk-Ermeni
mukatelesi" olduğu iddiası. Bildiri tek tek bireylerin "kendi
payına" düşen sorumluluğun sonucu olan "özür"ü vurgulayarak,
"Felaket"i devletin sorumluluğundan alıp halkın sırtına yüklüyor.
Ermenilerin doğumla kazandıkları etnik kimliklerinden dolayı gadre
uğramaları bir "felaket". Ama, bu topraklarda yaşayanların verili
kimliklerinden dolayı "sorumlu" tutulmaları ve onlardan
işlemedikleri kabahatleri için özür beklenmesi adaletsizlik ve
haksızlık değil mi?