Öztürk ekonomiyi değerlendirdi
Abone olMarmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. İbrahim Öztürk ekomonik gelişmeleri değerlendirdi.
Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. İbrahim Öztürk
www.ekocerceve.com sitesine Dünya ekonomisi ve Türkiye ekonomisi
hakkında önemli açıklamalarda bulundu. Dünya ekonomisi çöker mi ?
Dünya ekonomisinde ki çöküş Türkiye'yi nasıl etkiler ? İşte
Öztürk'ün çarpıcı açıklamaları:
Türkiye Ekonomisine dış çözüm şart
Türkiyenin şu sıralar bir yandan iç, bir yandan da dış âlemin
sürüklediği daralan bir kıskaçta olduğunu söyleyen Öztürk,
dışarıdan kaynaklanan kısmı elbette tek başına Türkiye'yi değil,
bütün dünyayı ilgilendiren bir meydan
okuma olup, çözümü de küresel inisiyatif gerektirdiği
görüşünde.
Dış alemdeki sıkıntılara birde içte yaşanan sorunlar ekleninde
ekonomi üzerinde baskı daha fazla arttığı görüşünde olan Öztürk,
Deli mayın gibi sınırlar arası dolaşan ve miktarı 11 trilyon doları
aşan finans kapital ile
üretim ekonomisi arasındaki uçurum kapanmadıkça, sorunlar geçici
olarak bastırılabilir; ancak yapısal nitelik kesbederek ve
derinleşerek geriye dönüş olacağını söyledi.
Kocaman Deniz'de taka gibi sallanmakla bu iş olmaz
Öztürk sözlerine şöyle devam etti: "Hatırlanacağı gibi, Asya Krizi
dahil bütün krizlerde suç "evinin içini düzene koyamayan" ulus
devletlere çıkartılmıştı. Oysa görülüyor ki; Türkiye son dört yılda
can havliyle evinin içini düzene koymaya çalışmış, esasen belli bir
notaya da gelinmiştir. Ancak kocaman okyanusta taka gibi savrulan
bir ulus devletin tek başına ne evinin içini düzeltmesi mümkündür,
ne de düzeltse bile bunun işe yaraması. Ezilen üretim ekonomisi
nedeniyle küresel boyut kazanan işsizlik ve milletler arasındaki
gelir dağılımı uçurumu giderek derinleşmektedir. Büyük aktörler
henüz yüzleşmekten kaçınsalar da, tarihsel veriler bize dünya
ekonomisinin
1930 ve 1970'lerde uluslar arası ekonomide yaşanana benzer bir
çöküntüye doğru yol aldığını göstermektedir. Zira parasal ekonomi
ve reel ekonomi arasındaki uçurum bu şekliyle idare edilemeyecek
kadar kopmuş, bunun bir
yansıması olarak gelir dağılımı uçurumu derinleşmiş, işsizlik
sorunu dalga dalga sanayileşmiş ekonomileri de vuracak bir nitelik
kesbetmiştir. Geri kalmış ülkelerin insanı bir kuru ekmek kabuğuna
umut bağlayabilir. Esas
çanlar belli bir zenginlik çıtasına alışmış sanayileşmiş ülkelerin
insanı için çalmaktadır. Geçen ay Fransa'da getirilmeye çalışılan
"esnek çalışma" düzeninin Fransa sokaklarını nasıl savaş alanına
çevirdiği görüldü".
Bir dünya sorunu olarak ABD ekonomisi
Açıkça ifade etmek gerekir ki; işine gelmeyen hiçbir küresel
inisiyatife yaklaşmayan ABD, finans kapitalle oynayarak ekonomik
sorunlarını dünyaya "ihraç" etmeye çalışmaktadır. Bu arada entegre
bir dünyada 12,5 trilyon
dolarlık dev cüssesiyle ABD'nin kırılganlıkları bütün dünyanın
kırılganlığına dönüşmektedir. Gerçekten de rekor düzeydeki "ikiz
açıklar (bütçe ve cari açık) ile uğraşan ABD, bunların bir
yansıması olarak kısa vadede bir ay işsizlik, bir ay da enflasyon
datasına bakarak ekonomiye yön vermeye çalışmaktadır. ABD son 4-5
yıldır açık finansmanına dayalı bir hızlı büyüme süreci
geçirmiştir. Emtia ve petrol fiyatlarındaki artışın da
tetiklemesiyle bu sürecin nihayet enflasyonist etkisi ortaya
çıkmıştır.
Son gelen enflasyon rakamlarının tahminlerin üzerinde çıkmasının
ardından Bernanke, ekonomiyi soğutmak ve açıkları finanse etmek
üzere kısa vadeli faizleri artırarak küresel sermayeye davetiye
çıkarmış, bu da şimdiki küresel dalgalanmaya neden olmuştur. ABD
ekonomisindeki açıklar doların değer kaybetmesini gerektirirken,
yüksek faiz politikası (ve daha da değerlenen dolar ile) ekonomiyi
soğutmasını ve netice almasını beklemek akılcı değildir.
(Türkiye'de olmadığı gibi!) Ancak başkalarından farklı olarak ABD
hâlâ dünyanın doları rezerv para olarak kullanmaya devam
etmesini
istismar etmekte ve kolayca borçlanarak süreci devam
ettirebilmektedir. Öyle gözüküyor ki, dolar egemenliğine dayalı
dünya düzeni de yavaş yavaş çatırdamaktadır. Çin faktörü dengeleri
sarsıyor. Kabul etmek gerekir ki; bu şekilde ortam hazır olunca,
sermaye de "durumdan vazife çıkartmakta" her zamanki gibi maharetli
davranmaktadır. Gerçekten de son yıllarda çevre ekonomilerine akan
oluk oluk küresel sermaye neredeyse her şeyin "balonlaşmasına"
neden olmuştur.
Bütün yükselen piyasa ekonomilerinde borsalar, tahviller, temel
emtia fiyatları ve ham petrol zirve yapmıştır. Dolayısı ile
kazançta tavan yapan küresel sermaye, ABD'nin kendi iç sıkıntıları
nedeniyle uyguladığı faiz politikasını da istismar ederek
gelişmekte olan ülkelerde yarattıkları kırılganlıklar patlamadan
tabanları yağlamış, yeni "fırsatların oluşması" için, başta çevre
ülkeler olmak üzere kriz ortamını göze almıştır. Not etmek gerekir
ki, ABD'de ipi sallayınca ucu Çin'e ve küresel ekonominin bütün
ücra köylerine kadar uzanmaktadır. Ve bu sürece ne bloklar halinde,
ne de tekil olarak başlıca dünya aktörleri tepki vermiştir. Rusya,
değişim sürecinin başında hızla çürüyen ve vahşi kapitalizme teslim
olan sürece dur demiştir. Küresel sermaye bu bağlamda Rusya'yı
büyük oranda kaybetmiştir. Ama Rusya'nın bunu yapacak sağlam
taşları vardır. Dünyanın bağımlı olduğu büyük bir enerji
tedarikçisi olarak elinde garantisi vardır.
Eskimiş de olsa büyük bir askerî ve konvansiyonel teknoloji havuzu,
büyük bir devlet geleneği, askerî kapasitesi, büyük bir iç pazarı
ve diasporası vardır. Bana göre Rusya'nın en çok söylemek istediği
söz, henüz söylemediği sözdür. Çin konuşmak yerine iş yapıyor. ABD,
Çin'i yavaş yavaş bir kuşatma altına almaya çalışır ve hacet
kapılarını kontrol etmek isterken, Çin'in elleri armut toplamıyor
ve ABD'ye Afganistan'da, Irak'ta bir Vietnam sendromu için
çalışıyor. 700 milyar dolarlık gizli-açık bir büyük rezerv ile
ABD'yi finanse ediyor. Kendisi de kazanırken bir yandan bu
finansman ile, öte yandan da ürettiği ucuz mal ve hizmet
ihracatıyla tüketim canavarı ABD halkına refah sunuyor. Çin,
gelişiyor, iyi gözlem yapıyor, zamanında esnek tepki veriyor; ancak
kararlı davranmasını da biliyor. En önemlisi, Çin değişiyor.
Değişecek de. Ancak nereye gideceğini, nasıl gideceğini kendisine
öğretecek binlerce yıllık birikimini günümüze taşıyan bir yol
haritası ve bir referanslar seti var elinde.
Çin, ABD mutlu olsun diye ve ona yakınsamak için değil, kendine ait
değişim silsilesine yeni ve özgün bir halkayı daha eklemek için
değişecek. AB, ABD'nin hasta adamıdır artık. Reflekslerini
kaybetmiş yalı bir kıtadır Avrupa artık. Soğuk savaş döneminin
refah dönemi bitti. Sosyal devletin sürdürülmesi imkansız. Reformu
ise daha imkansız. Bu değişim maliyetini omuzlayacak çilekeş bir
halk yok. AB kendisine yeni fırsatlar oluşturacak yeni üyeleri
kurtuluş olarak görüyor. Ancak bunları finanse de etmek istemiyor.
Pazar olacak ama başına sorun açmayacak bir partner arıyor. Aslında
gümrük birliğine giren Türkiye tam da böyle bir statüyü ifade
etmektedir. Görülüyor ki, dünyada şu aşamada fırtına öncesi
sessizlik hakimdir.
Kontrollü bir krize doğru...
Yukarıda ortaya konulan analizin mantığı çerçevesinde bakmaya devam
edersek, yakın bir gelecekte 1997 Asya Krizi'nde olduğu gibi yıkıcı
bir kriz beklenemez. Zira küresel finans kapitalin ve ABD'nin
dünyayı istikrarsızlaştırarak gidebileceği pek bir yolu
kalmamıştır. Yaşanan sürecin Türkiye'deki etkisine gelince
olumsuzlukların kontrol altında tutulmaması için hiçbir neden
görünmüyor. Yaşanmakta olanlar bize ekonomimizin ne kadar dirençli
olduğunu gösterdiği için kazançlıyız.
(i). 2006 hedeflerinde bir revizyona gerek yoktur. Petrolün de
körüklediği enflasyonun artış eğilimini dizginlemek üzere daha da
sıkı maliye politikası uygulanmalı, seçim havasına girilmemeli,
bilhassa lüks ithalata yönelik
vergi önlemlerinde kararlı davranılmalıdır.
(ii). Ayrıca sermaye çıkışını durdurmak için faiz artırımına şu
aşamada gerek yoktur. Yabancı sermayenin bir kısmı aşırı köpük olan
sektörlerden çıksa da Türkiye'de büyük potansiyel olduğundan devamı
gelmeyecektir. Bir
başka husus, çıkan sermayenin yerini dolduracak yeni ve taze para
zaten yoldadır. Zira 2006 yılında Türkiye'ye özelleştirmeler,
turizm ve yabancı satın almalar nedeniyle zaten çok fazla döviz
girişi gerçekleşecektir.
(iii) 2001'den beri devam eden süreci,, kamunun büyük tasarrufu,
dışarıdan gelen ucuz kaynakları ve özel sektörün sağladığı
verimlilik artışı taşımıştır. Bunlardan dış alemden giren sermaye,
katkı kadar zarar da vermiş, dış dengenin bozulmasına neden
olmuştur. Ancak gereksiz yere tedirgin olunmaz ve spekülatörlere
kanıp Merkez Bankası sağlam duruşunu bozmazsa göreceksiniz ki, bu
telaşe geçince yüzde 20 oranında değer kaybeden
YTL sayesinde bir-iki senedir bozulan dış denge düzene girecek,
ihracatçı rahatlayacak ve ekonomi daha sağlıklı bir patikaya
oturacaktır.
www.ekocerceve.com