Kemal Sunal’ın “Şark Bülbülü” isimli
filmini seyretmeyeniniz yoktur.
Filmde mafya patronu rolünü canlandıran karakter ne zaman
birlerine kızsa, sinirlense, tepesi atsa “Mazlum’u
getiren bana!” diye seslenmekte ve getirilen
Mazlum isimli garibanı bir güzel dövmekte, böylece
sinirlerini yatıştırmaktadır.
Dayak yemekten bitkin düşen Mazlum artık iş
yapamaz hale gelince Mazlum diye Kemal Sunal’ın
canlandırdığı Şaban karakterini getirirler.
Ancak Şaban hiç de Mazlum gibi değildir.
Mafya patronu kendisine vurmaya başladığında o da başlar patrona
yumruk atmaya bir güzel dövmeye başlar. Mafya patronunun adamları
hemen müdahale ederler ama dayak yemek kendisine iyi gelen patron
devam ettirir kendisine dayak atılmasına. Dayak yemek o kadar iyi
gelmiştir ki adeta iyilik meleğine döner astığı
astık kestiği kestik patron.
“Teşbihte hata olmaz, hatasız da teşbih olmaz”
darb-ı meseline sığınarak müsaadenizle bazı benzetmelerde
bulunacağım...
Toplum ve fert olarak adeta mafya patronu misillü
davranıyoruz.
Her sorunumuzu şiddetle halletmeye, karşımızdaki insanları
sindirerek, bağırarak, döverek, olmadı öldürerek sorunlarımızı ve
dertlerimizi halletmeye çalışıyoruz.
Bu durum bugünlerde en çok siyaset aranasında
yaşanıyor.
Karşımızdaki rakibi bağırıp çağırarak, hakaret ederek, olmadı
tehdit ederek sindirmeye çalışıyoruz. Daha da olmadı yumruğu
çenesine oturtuveriyoruz..!
Bir baba ve aile reisi olarak gerek eşimizi gerekse
çocuklarımızı bağırarak, gerekirse döverek sindirmeye, dertlerimizi
sorunlarımızı halletmeye çalışıyoruz!
Gücü büyüklere yetmeyen hasta ruhlar ise çocukların bedenlerine,
ruhlarına canlarına uzatıyorlar o kırılasıca ellerini...
Daha da olmadı hayvanlardan çıkarıyoruz hıncımızı. Eziyet
ediyor, yerlerde sürüklüyor, yakıyor, olmadı zehirliyoruz...
Güya böylece sorunlarımızı hallediyoruz ama heyhat,
sorunlarımız daha da büyüyor da farkında
değiliz.
Bereket ki Ramazan geliyor…
O Ramazan ki Mazlum gibi dövülmeye değil Şaban misillü
dövmeye, terbiye etmeye geliyor ruhlarımızı.
Nefsin en çok korktuğu cezalandırma ve terbiye metodu olan
“açlık” kırbacıyla hem bedenlerimiz hem de
ruhlarımızı temizleyecek inşallah.
En çok da bugünlerde ihtiyacımız var
Ramazan’a.
Çünkü toplum çok gerildi, çok dejenere oldu, çok hırslandı, çok
sinirlendi...
Bir an önce hırslarımızı dizginlemeye, sinirlerimizi
yumuşatmaya, gerginlikleri atmaya ihtiyacımız var.
İşte Ramazan tam da bunlar için biçilmiş
kaftan.
Hayatın hay huyuna ara vermeye, ruhlarımızı dinlemeye,
bedenlerimizi dinlendirmeye ihtiyacımız var.
Açın açabildiğiniz kadar öfke ve
nefretle dolmuş kalbinizi Ramazan’a...
Açın açabildiğiniz kadar hakaret,
iftira, küfür üretmekle meşgul olan zihninizi
Ramazan’a...
Açın açabildiğiniz kadar kararan
ruhlarınızı Ramazan’a...
Açın açabildiğiniz kadar katılaşmış
vicdanlarınızı Ramazan’a...
Açın ki en çok ihtiyaç
duyduğumuz, merhamet, af, saygı, sevgi, hürmet sarsın dört
bir yanımızı...
Açın ki bir lokmaya muhtaç fakirler
sevinsin...
Açın ki merhamete muhtaç çocuklarımız
sevgiyi yudumlasın...
Açın ki saygı görmek isteyen eşlerimiz
gülümsesin...
Açın ki sıcak bir yuva arayan hayvanlar
merhameti tatsın...
Gelin bu Ramazan’da birilerini sözlü ve fiili
olarak dövmekten vazgeçip Ramazan’dan dayak
yiyelim.
Ramazan bizi dövdükçe biz güçlenelim, Rabbimize
uruc edip melekleşme yolunda mesafeler kat
edelim...
Ben şahsen Ramazan’ın dayağını çok özledim ve
azgınlaşan nefsimi zincire vurmasını dört gözle bekliyorum...
Ya siz...
Özlediniz mi Ramazan dayağını...
facebook.com/msbeser
twitter.com/msbeser
instagram.com/msbeser