Özkök'ten Gülen'le ilgili şaşırtan itiraf!
Abone olHürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına adeta yalvardı: Sayın Başsavcım, Allah aşkına!
Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök bugünkü yazısında olan-biteni
değerlendirerek geçmişte yaşadığı ilginç bir diyaloğa da yer verdi.
Özkök yıllar önce dönemin Genelkurmay başkanı
İşte Hürrriyet yazarının deyiş yerindeyse Başsavcı Yalçınkaya'ya
yalvarışları:
- 28 Şubat’ın en sıkı günlerinden birinde dönemin güçlü
adamı Çevik Bir’le yarım saat kadar süren bir telefon konuşmam
oldu.
Genelkurmay’daki bütün telefon konuşmalarının resmi olarak
kaydedildiğini duymuştum.
Doğruysa, bu konuşmanın kayıtları
orada hâlâ duruyor olmalı.
Konuşmamızın konusu Fethullah Gülen’di.
Ben o günlerde askerlerin Fethullah Gülen’e haksızlık ettiklerini düşünüyordum.
Bu görüşümü de Çevik Bir’e aynen
aktardım.
Hatta askerlerin Fethullah Gülen’le konuşup, ondan
yararlanabileceklerini bile söylemiştim.
Çevik Bir benimle aynı fikirde
değildi.
Cemaat okulları konusu tartışılıyordu.
Gülen’e yakın bir isim olan
Alaattin Kaya, bu konuyu gidip bizzat
Çevik Bir’e anlatmak istiyordu.
Onun bu arzusunu Çevik Bir’e ben
iletmiştim.
Yani bir anlamda aracılık yapmıştım.
* * *
Şimdi içimde çok kuvvetli başka bir duygu var.
Fethullah Gülen’le ilgili
görüşlerim hâlâ değişmiş değil.
O dönemde kendisine haksızlık yapıldığına inanıyorum.
İşte bu nedenle, bugün, Fethullah Gülen adına
yapılanlar veya ona atfedilenler beni çok şaşırtıyor.
Merak ediyorum.
Acaba kendisi bütün bu olup bitenler hakkında ne
düşünüyor?
Tanıdığım Gülen’in bunlardan çok mutlu olacağını
sanmıyorum.
Ben mi yanılmıştım, yoksa o mu değişti.
Veya ne ben şaşırdım, ne o değişti; ama birileri onun arkasına
geçip, oradan ateş açıp kaçıyor.
Herkes o tarafa bakınca sadece Gülen’i
görüyor.
Fatura da ona kesiliyor.
28 Şubat döneminde ona yapılan bazı haksızlıkların daha ağırını,
şimdi birtakım insanlar, onun adını kullanarak yapıyor.
O nedenle, Çevik Bir’le yaptığım konuşmanın bir
benzerini bugün Fethullah Gülen’le yapmayı çok
isterdim.
Çevik Bir’e karşı nasıl onu
savunduysam, bugün haksızlıklara uğrayan, aşağılanan, hatta
hayatını kaybeden insanlarla ilgili duygularımı ona aktarmak
geliyor içimden.
Ergenekon davasının nasıl, postmodern otoriter bir rejime
dönüştüğünü bütün kalbimle anlatmayı arzu
ederdim.
* * *
Erzurum’da olup biteni, yaşadığım Türkiye tarihinin ışığında, derin
bir endişe ile izliyorum.
Artık açıkça görülüyor ki, Ergenekon davası, darbe soruşturması
olmaktan çıkıp, bayağı bir hesaplaşma, bir intikam operasyonu
haline dönüşmüş.
Bir 28 Şubat alışkanlığı, bu defa tam tersinden
doğmakta.
Birtakım insanlar, “durumdan hem vazife, hem de ikbal
çıkarma” hevesinde.
Benim yaşımda olan insanların önünden akan sular bizlere şunu
öğretti.
Bu ülkede herkesin olması gereken kurumlar, “şunun”,
“bunun” tarafı, fanatik taraftarı haline geldiği, ortalık
güce tapan eli sopalı rövanşist holiganlara kaldığı zaman, kader
ülke için ağlarını örmeye başlıyor.
* * *
Nehrin kenarında oturan adam figürü tuttu.
Son iki haftadaki gözlemim şu.
Bir tarafta nehrin kenarında oturan insanlar var.
Öteki tarafta ise gladyatörler.
Türkiye’de nehrin kenarında oturan insanların sayısı hızla
çoğalıyor.
Buna karşılık sayısı zaten az olan çığırtkan gladyatörlerin
nüfusunun ne olduğu açıkça ortaya çıkıyor.
Önümüzden akan nehir taşıyor, sel haline dönüşüyor.
Barajın kapakları patladı patlayacak.
Artık nehrin kenarında oturabilmek bile mümkün değil.
Sel suları hepimizi alıp götürecek.
* * *
Son sözüm Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sayın Abdurrahman
Yalçınkaya’ya.
“Sayın Başsavcım, lütfen, Allah aşkına, ne olur karışmayın. Ne olur
siz de durumdan vazife çıkarmayın. Parti kapatma defterini sonsuza
kadar kapatın. Bırakın; kapatılacak veya açılacak bir şey varsa,
seçmen yapsın bu işi.”
Ne olur bir defa da bunu deneyelim...