Özkökten askere mektup
Abone olYazıyı yazıp yazmama konusunda çok düşündü. Ertuğrul Özkök kararını verdi ve askere mektup yazdı.
Hürriyet Genel yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök Şemdinli
iddianamesi ile gözlerin çevrildiği TSK'ya komutanların
dikkatine diyerek ordu içinde verilen eğitimin altını
çizdi.
Yazı:Ertuğrul Özkök
Kaynak: www.hurriyet.com.tr
-BU yazıyı Türk Silahlı Kuvvetleri komutanlarının dikkatle okuyup
değerlendirmelerini çok isterdim.
Yazıp yazmamak konusunda çok düşündüm.
Ama Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt hakkında
yazılan, maksadı apaçık belli iddianameyi okuyunca yazmaya karar
verdim. Yaşadıkları bu olaydan sonra aşağıda yazacaklarımı çok daha
iyi anlayacaklarını umut ediyorum.
* * *
Geçen yaz sonunda, uzun yıllardan beri tanıdığım bir arkadaşımın
oğlu, bedelli askerliğini yapıp yaşadığı ülkeye döndü.
Döndükten sonra bana bir e-posta attı.
Hemen belirteyim, öyle ideolojik saplantıları olan bir genç
değildir.
Vatanı Türkiye’ye çok kuvvetli bağlarla bağlıdır.
Çok sağlıklı ve tarafsız bir değerlendirme yeteneği vardır.
* * *
Bedelli askerliği sırasında, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne olan
bağlılığını derinden sarsacak bazı olaylarla karşılaşmış.
Yanlış anlamayın, kötü muameleden falan söz etmiyorum.
Askerliği boyunca kendilerine verilen "doktriner eğitimi"
kastediyor.
Genelkurmay tarafından görevlendirilen bazı komutanlar, kendilerine
uzun konuşmalar yapmışlar.
Bu konuşmalarda açık bir biçimde Avrupa Birliği üyeliğine karşı
görüşler empoze ediliyormuş.
Fener Patrikhanesi’nin Türkiye’ye düşman bir kurum olduğu,
Türkiye’yi yıkmaya çalıştığı anlatılıyormuş.
Bazı müttefik ülkeler hakkında çok ağır ifadeler
kullanılıyormuş.
Hıristiyanların Türkiye’de misyonerlik faaliyetlerini
sürdürdükleri, bunun yıkıcı bir faaliyet olduğu iddia
ediliyormuş.
* * *
Arkadaşımın oğlunu sadece bunlar değil, kullandıkları üslup da çok
irkiltmiş.
Avrupa Birliği’ni savunan insanlara "hain" damgası
yapıştırılıyormuş.
Bunu savunan gazeteciler için "Ali Kemal" ifadesi
kullanılıyormuş.
Dediğim gibi sağduyusuna çok güvendiğim, vatanseverliğinden en
küçük kuşkum bulunmayan bir çocuğun anlattıkları bunlar.
* * *
Onun söylediklerinin etkisini henüz üzerimden atmamışken, bu defa
bir başka tanıdığım buna benzer şeyler anlattı.
Onun bir yakını da askerden dönmüş ve aynı doktrin konuşmalarına
tanık olmuş.
Hatta daha da ileri gidilerek, Türkiye’nin saygın bazı
şirketlerinin sahipleri hakkında, ancak 1970 model fanatik bir
solcunun veya sağcının söyleyeceği aşağılayıcı ifadeler
kullanıldığını anlatmış.
Her iki genç insan da büyük bir düş kırıklığı yaşadığını
söylüyordu.
Ama asıl vurucu gözlemleri şuydu:
"Bize konuşma yapan bu komutanlar ile aşırı dinci bazı gazetelerin
üslubu birbirine çok yakındı."
22 Mart 1990’da Hürriyet’in Genel Yayın yönetmeni olduğum gün, iki
talimat verdim.
Birincisi, her cuma namazından sonra sakallı insanların fotoğrafını
çekip önüme "Kara Cuma" haberi getirilmemesiydi.
İkinci talimatım ise şuydu:
"Ben bu gazetede çirkin görünümlü Türk askeri fotoğrafı
istemiyorum."
Bugün yazdıklarımın işte bu çerçevede değerlendirilmesini
isterim.
Şunun cevabını öğrenmek istiyorum:
Acaba bu konuşmalar Genelkurmay Başkanlığı’nın bilgisi dahilinde mi
yapılmaktadır?
Yoksa komutanların şahsi zihniyetlerini mi yansıtmaktadır?
* * *
Komutanlarımız, Van Savcısı’nın yazdığı keyfi ifadelerle dolu
iddianameden haklı olarak çok rahatsız oldular.
Bu konuda, kendilerine karşı bildikleri, dini hassasiyeti olan
gazete ve yazarlardan bile destek aldılar.
O nedenle diyorum ki:
Eğer iddianamedeki ifadeler komutanlarımızı rahatsız ettiyse,
kendileri de toplumun öteki kurumları ve üyeleri hakkında daha
dikkatli davranmalıdırlar.