Özkök'ten 12 Eylül güzellemesi
Abone olErtuğrul Özkök bugünkü yazısında 12 Eylül darbesini savundu. Özkök'e göre 12 Eylül, o dönemin kargaşasını beraberinde aldı. Özkök'ün yazısı çok tartışılacağa benziyor...
Yazısına 12 Eylül'le ilgili son dönem yorumlara gönderme
yaparak başlayan Özkök, kendisi için darbe öncesini temsilen "11
Eylül"ün önemli olduğunu yazıyor.
Yazı: Ertuğrul Özkök
Kaynak:
BİR haftadan beri Türk basınında yüzden fazla ‘12 Eylül’ yazısı okudum.
Yazıların neredeyse tamamı, 12 Eylül askeri müdahalesini yerden yere vuruyordu.
Avrupa Birliği’ne tam üyelik müzakerelerine hazırlanan bir ülkede, askeri bir girişimin böylesine canlı biçimde eleştirilmesi, demokrasi açısından elbette güzel bir şeydir.
Bir hafta boyunca güçlü bir aydın ordusu, koltuğunu kaybetmiş eski siyasetçi, derneğini kaybetmiş eski sendikacı korosu, önümüzde muazzam bir demokrasi resmi geçidi yaptı.
Bu sayede darbelere karşı sarsılmaz inancımızı bir kere daha tazeledik.
Güçlü bir demokrasi andı içtik.
* * *
Şimdi ben, kimsenin bana vermediği, kendi kendime gelin güvey olduğum başka bir misyonu yükleniyorum.
Yani bu güçlü aydın, siyasetçi, sendikacı korusunun aksi istikametinde bir resmi geçit yapacağım.
İsterseniz buna tek kişilik resmi geçit deyin.
Tek kişilik diyorsam bakmayın.
Aslında yanımda milyonlarca insandan oluşmuş sessiz bir çoğunluk var.
Ne yazık ki, sessiz çoğunlukların sesi, örgütlü azınlıklar kadar gür çıkmadığı için, onları kimse işitmiyor.
Başkaları 12 Eylül 1980 ‘askeri darbesinin’ 25’inci yılını andı.
Bense ‘11 Eylül’ün’ 25’inci gününü anacağım.
Yani 1980 yılındaki o askeri müdahalenin bir gün öncesini.
* * *
Ey gençler, yaşı 35’in, 40’ın altında olanlar, siz bilmiyor olabilirsiniz.
Yaşı daha büyük olanlar, belki unutmuşsunuzdur.
11 Eylül 1980 günü ülkemizin manzarai umumiyesi şöyleydi.
Ülkenin sokaklarında her gün 25-30 insan katlediliyordu.
Solda 5 bin, sağda 5 bin eli silahlı militan, büyük şehirlerin sokaklarını işgal etmişti.
Ülkenin yetişmiş yüzlerce öğretim üyesi, sendikacısı, avukatı, savcısı cinayet şebekeleri tarafından evlerinin önünde, arabalarında, sokaklarda kalleşçe vurulmuştu.
Ve vurulmaya devam ediyordu.
Üniversitelerde örgütlü fanatikler yüzünden dersler yapılamıyordu.
Sağ ve sol fanatizm devlette hızla kadrolaşıyordu.
Anneler ve babaların kulakları radyolarda, gözleri kapıda, çocuklarının ölüm haberini bekliyordu.
Ya siyasetçiler?
Dışarda kan gövdeyi götürürken, onlar Meclis’te bitip tükenmek bilmeyen kavgalarıyla meşguldüler.
Cumhurbaşkanını seçebilecek sağduyu bile Yüce Meclis’in çatısını terk etmişti.
Onlar bu haldeyken, şehirlerde, kasabalarda, köylerde milyonlarca bıkkın insan, ordusunun yolunu gözlüyordu.
* * *
Evet, 11 Eylül günü ülkemizin durumu ne yazık ki böyleydi.
Siz bakmayın bugün böyle ortalıkta gezenlere.
12 Eylül sabahı onlar bile ‘Oh hayatımız kurtuldu’ duygusuyla uyandılar.
O gün, milyonlarca insanın gözünde, ‘geç bile kalmış’ bir askeri müdahaleydi.
25 yıl sonra bunları söylemek bana keyif vermiyor.
Ama, aradan 25 yıl geçtikten sonra bazı insanların, 12 Eylül sabahından başlayan mazisiz bir ‘resmi tarih’ yazmalarını da, o günleri yaşamış bir insan olarak içime sindiremiyorum.
Evren Paşa hálá bu halkın içinde göğsünü gere gere dolaşıyorsa, bunun bir anlamı olmalıdır.
Bu ülkenin insanlarının hafızası sizlerden daha kuvvetlidir ve siz 12 Eylül’ü anarken, onlar 11 Eylül’ü anmaktadır.
* * *
Bana sorabilirsiniz.
Neden 11 Eylül gününü unutup, siz de bu güçlü demokrasi resmi geçidine katılmıyorsunuz?
Katılıyorum. Ama 11 Eylül’ü unutmamak şartıyla.
Çünkü, 11 Eylül gece yarısına kadar görevini yapmayan, bugün Evren Paşa’ya ve eski komutanlara karşı gösterdiği cesaretin yüzde birini o günlerde sokakları parsellemiş solcu, sağcı, dinci, etnik çapulcuya göstermeyen bir aydının ve sivil toplumun sefaletini ortaya koyamazsak, bu demokrasiyi yaşatamayız.
İşte bu yüzden anma törenini bir gün önceden başlatıyorum.
Yazı: Ertuğrul Özkök
Kaynak:
BİR haftadan beri Türk basınında yüzden fazla ‘12 Eylül’ yazısı okudum.
Yazıların neredeyse tamamı, 12 Eylül askeri müdahalesini yerden yere vuruyordu.
Avrupa Birliği’ne tam üyelik müzakerelerine hazırlanan bir ülkede, askeri bir girişimin böylesine canlı biçimde eleştirilmesi, demokrasi açısından elbette güzel bir şeydir.
Bir hafta boyunca güçlü bir aydın ordusu, koltuğunu kaybetmiş eski siyasetçi, derneğini kaybetmiş eski sendikacı korosu, önümüzde muazzam bir demokrasi resmi geçidi yaptı.
Bu sayede darbelere karşı sarsılmaz inancımızı bir kere daha tazeledik.
Güçlü bir demokrasi andı içtik.
* * *
Şimdi ben, kimsenin bana vermediği, kendi kendime gelin güvey olduğum başka bir misyonu yükleniyorum.
Yani bu güçlü aydın, siyasetçi, sendikacı korusunun aksi istikametinde bir resmi geçit yapacağım.
İsterseniz buna tek kişilik resmi geçit deyin.
Tek kişilik diyorsam bakmayın.
Aslında yanımda milyonlarca insandan oluşmuş sessiz bir çoğunluk var.
Ne yazık ki, sessiz çoğunlukların sesi, örgütlü azınlıklar kadar gür çıkmadığı için, onları kimse işitmiyor.
Başkaları 12 Eylül 1980 ‘askeri darbesinin’ 25’inci yılını andı.
Bense ‘11 Eylül’ün’ 25’inci gününü anacağım.
Yani 1980 yılındaki o askeri müdahalenin bir gün öncesini.
* * *
Ey gençler, yaşı 35’in, 40’ın altında olanlar, siz bilmiyor olabilirsiniz.
Yaşı daha büyük olanlar, belki unutmuşsunuzdur.
11 Eylül 1980 günü ülkemizin manzarai umumiyesi şöyleydi.
Ülkenin sokaklarında her gün 25-30 insan katlediliyordu.
Solda 5 bin, sağda 5 bin eli silahlı militan, büyük şehirlerin sokaklarını işgal etmişti.
Ülkenin yetişmiş yüzlerce öğretim üyesi, sendikacısı, avukatı, savcısı cinayet şebekeleri tarafından evlerinin önünde, arabalarında, sokaklarda kalleşçe vurulmuştu.
Ve vurulmaya devam ediyordu.
Üniversitelerde örgütlü fanatikler yüzünden dersler yapılamıyordu.
Sağ ve sol fanatizm devlette hızla kadrolaşıyordu.
Anneler ve babaların kulakları radyolarda, gözleri kapıda, çocuklarının ölüm haberini bekliyordu.
Ya siyasetçiler?
Dışarda kan gövdeyi götürürken, onlar Meclis’te bitip tükenmek bilmeyen kavgalarıyla meşguldüler.
Cumhurbaşkanını seçebilecek sağduyu bile Yüce Meclis’in çatısını terk etmişti.
Onlar bu haldeyken, şehirlerde, kasabalarda, köylerde milyonlarca bıkkın insan, ordusunun yolunu gözlüyordu.
* * *
Evet, 11 Eylül günü ülkemizin durumu ne yazık ki böyleydi.
Siz bakmayın bugün böyle ortalıkta gezenlere.
12 Eylül sabahı onlar bile ‘Oh hayatımız kurtuldu’ duygusuyla uyandılar.
O gün, milyonlarca insanın gözünde, ‘geç bile kalmış’ bir askeri müdahaleydi.
25 yıl sonra bunları söylemek bana keyif vermiyor.
Ama, aradan 25 yıl geçtikten sonra bazı insanların, 12 Eylül sabahından başlayan mazisiz bir ‘resmi tarih’ yazmalarını da, o günleri yaşamış bir insan olarak içime sindiremiyorum.
Evren Paşa hálá bu halkın içinde göğsünü gere gere dolaşıyorsa, bunun bir anlamı olmalıdır.
Bu ülkenin insanlarının hafızası sizlerden daha kuvvetlidir ve siz 12 Eylül’ü anarken, onlar 11 Eylül’ü anmaktadır.
* * *
Bana sorabilirsiniz.
Neden 11 Eylül gününü unutup, siz de bu güçlü demokrasi resmi geçidine katılmıyorsunuz?
Katılıyorum. Ama 11 Eylül’ü unutmamak şartıyla.
Çünkü, 11 Eylül gece yarısına kadar görevini yapmayan, bugün Evren Paşa’ya ve eski komutanlara karşı gösterdiği cesaretin yüzde birini o günlerde sokakları parsellemiş solcu, sağcı, dinci, etnik çapulcuya göstermeyen bir aydının ve sivil toplumun sefaletini ortaya koyamazsak, bu demokrasiyi yaşatamayız.
İşte bu yüzden anma törenini bir gün önceden başlatıyorum.