Özkök, WAN'da konuşulanları anlattı
Abone olHürriyet'in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, Dünya Gazeteler Birliği’nin İstanbul Üniversitesi'nde yapılan kapanış gecesinde koridorlarda konuşulanları kaleme al
Koridorlarda sorulan irkiltici soru
Önceki akşam İstanbul Üniversitesi’nin rektörlük binasındaydık. Dünya Gazeteler Birliği’nin kapanış gecesi Ayasofya ile Sultanahmet arasındaki meydanda yapılacaktı.
ALLAHÜMME SALLİ ALA
Ancak yağmur nedeniyle İstanbul Üniversitesi’nin rektörlük binasına alındı.
WAN toplantılarının organizasyonunu yapan Milliyet Gazetesi muhteşem bir program hazırlamış.
Tarihi binanın sütunlar arasındaki salonunun merdivenlerine geniş bir müzik topluluğu yerleşmiş.
Merdivenlerin en üst kısmında koro duruyor.
Onun önünde orkestra yer almış.
Sütunların sağına ve soluna iki koro daha yerleştirilmiş.
Biri Ermeni dini müziğini seslendiriyor. Öteki ise Sefarad müziği söyleyen bir ikili.
Sanat yönetmenliğini Arda Aydoğan’ın yaptığı orkestrayı Orhan Şallıel yönetiyor.
Gecenin sonuna doğru tam bir kreşendo yaşıyoruz.
Topluluk, önce Mevlid’in ‘Salat-ı ümmiye’ bölümünü söylüyor.
Bütün salonu ‘Allahümme salli ala’ sesleri kaplıyor.
Koronun en yükseğe çıktığı an müzik birden Beethoven’ın Dokuzuncu Senfonisi’nin ‘Hymne a la joie’ kısmına geçiyor.
Salondaki bine yakın insan Türkiye ile Batı’nın kucaklaştığı bu anı dinliyor.
Parça bittiğinde bütün salon ayakta alkışlıyor.
İstanbul Üniversitesi’nin tarihi binası bu sahneye inanılmaz bir dekor haline dönüşüyor.
KORİDOR KONUŞMALARI
Dünya Gazeteler Birliği kongresi işte bu sahne ile kapanıyor.
Geriye oturumların salonlarında yapılan konuşmalar kalıyor.
Tabii bir de kahve aralarında, yemek masalarında, kongre koridorlarında yapılan konuşmalar.
Bu konuşmaları hepimize, ama özellikle de hükümete aktarmayı çok önemli bir görev olarak kabul ediyorum.
Anlattıklarımın samimiyetine inanmak veya inanmamak onlara ait.
Kongre koridorlarının en çok konuşulan konusu Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğiydi.
Hiç dolaştırmadan, kestirme yoldan söyleyeyim.
İmam hatip okulları tartışması maalesef özellikle Amerikalı ve Avrupalı gazetecilerin kafasını karıştırmış.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs tartışmaları sırasında doruğa çıkan imajını biraz flulaştırmış.
Onları dinlerken şunu düşünmedim değil. Acaba Türkiye’ye müzakere tarihi vermek istemedikleri için bahane mi arıyorlar?
Bir kısmı için bu geçerli olabilir.
Ama aralarında uzun zamandan beri tanıdığım ve Türkiye’ye karşı olumlu bakışlarından emin olduğum gazeteciler de vardı.
OLABİLİR AMA
Onlar da aynı soruları soruyorlardı.
Diyeceksiniz ki bir imam hatip okulu olayı Türkiye’nin imajını bu kadar etkilemeli mi?
Kuşkusuz etkilememeli.
Ama dünyada duyguların bu kadar sivrildiği anda, antenler bir anda sembolik davranışlara fokus oluyor ve sonunda imajlar etkileniyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve çevresindekiler bu durumu mutlaka değerlendirmelidir.
Özellikle Fransız ve Kuzey ülkelerinin gazetecilerinden de şu soruyu işittim.
‘Acaba AB, Türkiye’de ordunun etkisinin azalmasını isterken iyi bir şey mi yapıyor?’
Biliyorum bu çok irkiltici bir soru. Ama yine de başımızı kuma gömüp, hiç işitmemiş gibi yapmamalıyız.
Nitekim geçenlerde Herald Tribune Gazetesi’nde de bu soruyu dile getiren bir yazı yayınlanmıştı.
YAPILMASI GEREKEN
Bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim.
Bundan iki ay önce bu soru sorulmuyordu.
Ama şimdi soruluyor.
Çünkü Türkiye’nin AB üyeliği önümüzdeki günlerde yapılacak olan Avrupa Parlamentosu seçimlerinin en önemli tartışma konularından biri haline geldi.
Bu psikolojik ortamda ister istemez imam hatip okulu gibi konular da seçim malzemesi haline geliyor.
Bu imajı değiştirmek hepimizin görevi.
Ama her şeyden önce hükümetin görevi.
O nedenle Başbakan’ın bu olayı gereksiz yere kişiselleştirmeden soğutması yararlı olacaktır.
Önceki akşam İstanbul Üniversitesi’nin rektörlük binasındaydık. Dünya Gazeteler Birliği’nin kapanış gecesi Ayasofya ile Sultanahmet arasındaki meydanda yapılacaktı.
ALLAHÜMME SALLİ ALA
Ancak yağmur nedeniyle İstanbul Üniversitesi’nin rektörlük binasına alındı.
WAN toplantılarının organizasyonunu yapan Milliyet Gazetesi muhteşem bir program hazırlamış.
Tarihi binanın sütunlar arasındaki salonunun merdivenlerine geniş bir müzik topluluğu yerleşmiş.
Merdivenlerin en üst kısmında koro duruyor.
Onun önünde orkestra yer almış.
Sütunların sağına ve soluna iki koro daha yerleştirilmiş.
Biri Ermeni dini müziğini seslendiriyor. Öteki ise Sefarad müziği söyleyen bir ikili.
Sanat yönetmenliğini Arda Aydoğan’ın yaptığı orkestrayı Orhan Şallıel yönetiyor.
Gecenin sonuna doğru tam bir kreşendo yaşıyoruz.
Topluluk, önce Mevlid’in ‘Salat-ı ümmiye’ bölümünü söylüyor.
Bütün salonu ‘Allahümme salli ala’ sesleri kaplıyor.
Koronun en yükseğe çıktığı an müzik birden Beethoven’ın Dokuzuncu Senfonisi’nin ‘Hymne a la joie’ kısmına geçiyor.
Salondaki bine yakın insan Türkiye ile Batı’nın kucaklaştığı bu anı dinliyor.
Parça bittiğinde bütün salon ayakta alkışlıyor.
İstanbul Üniversitesi’nin tarihi binası bu sahneye inanılmaz bir dekor haline dönüşüyor.
KORİDOR KONUŞMALARI
Dünya Gazeteler Birliği kongresi işte bu sahne ile kapanıyor.
Geriye oturumların salonlarında yapılan konuşmalar kalıyor.
Tabii bir de kahve aralarında, yemek masalarında, kongre koridorlarında yapılan konuşmalar.
Bu konuşmaları hepimize, ama özellikle de hükümete aktarmayı çok önemli bir görev olarak kabul ediyorum.
Anlattıklarımın samimiyetine inanmak veya inanmamak onlara ait.
Kongre koridorlarının en çok konuşulan konusu Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğiydi.
Hiç dolaştırmadan, kestirme yoldan söyleyeyim.
İmam hatip okulları tartışması maalesef özellikle Amerikalı ve Avrupalı gazetecilerin kafasını karıştırmış.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs tartışmaları sırasında doruğa çıkan imajını biraz flulaştırmış.
Onları dinlerken şunu düşünmedim değil. Acaba Türkiye’ye müzakere tarihi vermek istemedikleri için bahane mi arıyorlar?
Bir kısmı için bu geçerli olabilir.
Ama aralarında uzun zamandan beri tanıdığım ve Türkiye’ye karşı olumlu bakışlarından emin olduğum gazeteciler de vardı.
OLABİLİR AMA
Onlar da aynı soruları soruyorlardı.
Diyeceksiniz ki bir imam hatip okulu olayı Türkiye’nin imajını bu kadar etkilemeli mi?
Kuşkusuz etkilememeli.
Ama dünyada duyguların bu kadar sivrildiği anda, antenler bir anda sembolik davranışlara fokus oluyor ve sonunda imajlar etkileniyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve çevresindekiler bu durumu mutlaka değerlendirmelidir.
Özellikle Fransız ve Kuzey ülkelerinin gazetecilerinden de şu soruyu işittim.
‘Acaba AB, Türkiye’de ordunun etkisinin azalmasını isterken iyi bir şey mi yapıyor?’
Biliyorum bu çok irkiltici bir soru. Ama yine de başımızı kuma gömüp, hiç işitmemiş gibi yapmamalıyız.
Nitekim geçenlerde Herald Tribune Gazetesi’nde de bu soruyu dile getiren bir yazı yayınlanmıştı.
YAPILMASI GEREKEN
Bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim.
Bundan iki ay önce bu soru sorulmuyordu.
Ama şimdi soruluyor.
Çünkü Türkiye’nin AB üyeliği önümüzdeki günlerde yapılacak olan Avrupa Parlamentosu seçimlerinin en önemli tartışma konularından biri haline geldi.
Bu psikolojik ortamda ister istemez imam hatip okulu gibi konular da seçim malzemesi haline geliyor.
Bu imajı değiştirmek hepimizin görevi.
Ama her şeyden önce hükümetin görevi.
O nedenle Başbakan’ın bu olayı gereksiz yere kişiselleştirmeden soğutması yararlı olacaktır.