Özkök, test sınavından şikâyetçi
Abone olÖzkök, sınav sisteminin lider yetiştirmekten uzak, tâbi yetiştirdiğini söyledi...
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, İstanbul'da Harp
Akademileri Komutanlığı'nda entelektüel seviyesi çok yüksek olan
bir konferans verdi. Özkök, Türkiye'nin nükleer tehditle karşı
karşıya olduğu ve internetin bir silâh gibi kullanıldığı
tespitlerine yer verdiği konuşmasını dipnotlarla da süsledi. Eğitim
konusunda Özkök şunları söyledi, ''Ne yazık ki, bizde de son
yıllarda çoktan seçmeli imtihan usulleri, bir iki neslin hareket
tarzı yaratma kabiliyetini yok etmiş, hepsini lider değil, tabi
yapmıştır.Lider, herkesin bir tarafa baktığı sırada diğer tarafta
olup biteni de görebilendir. Yaptıklarını başkası beğensin diye
değil, kendisi beğenip doğru bulduğu için yapandır. Tepelerin
arkasını görebilendir. Sadece kabul edilebilecekleri yapan değil,
yaptığını kabul ettirendir''
Orgeneral Özkök'ün, soru-cevap metodunu da sık sık kullandığı
konuşmasının tam metni şöyle:
''Genelkurmay Başkanlığı görevime başladığımdan beri, Harp
Akademilerine birçok kez geldim. Harp Akademileri TSK içinde benim
en çok önem verdiğim kurumların başında gelmektedir. Özellikle
buradan yetişen ve mezun olan subaylarımızın kalitesinin yüksek
olmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü, TSK'nin bütün
birimlerinde kurum vizyonuna uygun yürütülen önemli çalışmalar
ağırlıkla bu arkadaşlarımız tarafından hazırlanmaktadır. Bu
çalışmaların verimliliği, kalitesi onların bilgi ve yetenekleriyle
doğru orantılıdır.
Konuşmamın detaylarına geçmeden önce, sizlere şu soruyu yöneltmek
istiyorum;
"Geçmiş yıllardan sizlere intikal etmiş ve "arşiv" diye
adlandırdığınız dokümanları hangi sıklıkla kullanıyorsunuz?"
Biliyorum ki bu soru hepinizi ürküttü. Şu anda içinde bulunduğunuz
tedirginliği gözlerinizden okuyabiliyorum. Bazılarınız "acaba ne
desem?" diye düşünmeye başladı bile. Ancak sizlere bu soruyu
yöneltmemdeki maksat, artık elinizdeki geçmiş yıllardan kalan
dokümanların şu anki gereksinimlere yanıt verememesi gerektiğini
vurgulamaktır. Hatta ben şunu da iddia ediyorum; elinizde geçen
yıldan kalan benzer dokümanlar bile bugün güncelliğini yitirmiş
olmalıdır. Çünkü içinde bulunduğumuz çağ ve yaşadığımız değişim,
bırakınız yılları, bir günü ve bazen bir saati bile diğerinden
farklı kılmaktadır. Bilginin ve hatta bazen bilinen, geniş
çevrelerce kabul görmüş yaklaşımların bile hızla eskidiği bir çağda
yaşıyoruz. Dolayısıyla, eskiden akademi öğrencisi için bir servet
kıymetinde olan arşivlerin bugün artık çok fazla önemi olduğunu
söylemek mümkün değildir.
Arşiv sahibi olmayanlar, arşiv sahibi arkadaşlarına göre biraz
fazla düşünüyor olabilirler, ancak bu düşünsel zorlanmanın onların
araştırma yeteneğine ve yaratıcılıklarına çok önemli katkı
sağladığını unutmasınlar. Benim sizlere tavsiyem, eski dokümanlara
tabii ki bakın. Ancak onları yargılayın ve kendi düşüncelerinizi
mutlaka çalışmalarınıza aktarın. Özellikle iletişim ve bilişim
altyapısını teşkil eden İnternet de dahil olmak üzere tüm araçların
sunduğu imkanları devamlı olarak kullanın.
Ancak burada, İnternet'in kullanıcılara sunduğu sınırsız
olanakların yanında, çok dikkat edilmesi gereken ve ülkelerin
bekasını tehdit edebilecek riskler taşıdığını da dikkatlerinize
sunmak istiyorum. İnternet'in gelişmesiyle birlikte psikolojik
harekat ve uluslararası siber terörde bir tırmanma yaşanmıştır.
İnternet, korkakların insan karalama forumuna dönüştürülmüştür.
İnternet ortamından yararlanılarak yapılan psikolojik harekât,
hedefi insan, silahı kitle iletişim araçları ve mermisi propaganda
ve iftira olan bir tür mücadele yöntemidir. Günümüzde ülkeleri
korkutan en önemli konu, bilgisayar ağlarının ve İnternet'in
ülkenin gelişimini sürükleyen en önemli araç olmasının yanında,
yönetilebilir olmaktan çıkarak bir tehdit haline dönüşmesi
ihtimalidir. Çünkü, Sayın Ahmet PEKEL'in1 "Bilişim Güvenliği" adlı
makalesinde de vurguladığı gibi; ülkelere ait stratejik önemi haiz
bilgisayar sistemleri, terörist eylemler yoluyla vurulabileceği
gibi siber saldırıların da hedefi olabilir ve zarar görebilir.
Devlet kurumlarına ait bilgisayarlar, bankacılık sistemleri ve
e-ticaret siteleri yoğun siber saldırılara maruz kalabileceği için
ciddi tehdit altındadır.Ayrıca, İnternet yoluyla yayılan
fikirlerin, ülkelerin dokusu ve bekası üzerindeki etkisi de
gittikçe artmaya başlamıştır. Bazı ülkelerde yaşanan yönetim
değişikliklerinin altyapısı İnternet yoluyla hazırlanmıştır.
Bu sebeple, sizin yaptığınız sanal ortamdaki çalışmaların bir
şekilde dünya üzerinde hızla yayılması yüksek bir ihtimal
dahilindedir. Bu noktada, ürettiğiniz dokümanların doğruluğu,
kalitesi ve özgünlüğü çok önemlidir. Bundan dolayı ortaya
koyacağınız her çalışma yüksek standartlarda hazırlanmalıdır. Aksi
takdirde, yapılan çalışmalar 'akademik' sıfatlamasını alamaz. Bunun
için, bilgi devrimi tüm yönleriyle birlikte anlaşılmalı ve
özellikle eğitim sistemimizdeki uygulamalara yansıtılmalıdır.
Daha önce yaptığım bir konuşmamda şu örneği vermiştim. Belki
bazılarınız bu örneği, konuşmalarım TSK-NET'te olduğu için okumuş
olabilir, ancak yine de tekrarlamak istiyorum.
İspanya'nın Bilbao kentinde modern mimarinin harika yapıtlarından
biri olan "Guggenheim Bilbao Müzesi" vardır. Bu müzenin, zor ve
oldukça karmaşık inşa hikayesi vardır. Bu süreci anlatan mimar ve
mühendislerin anlatımlarındaki şu hususlar çok dikkat
çekicidir:
Böyle bir yapıyı tasarlayabilmek için "düşünce seansları"
uyguladık.
Daha önce hiç kimsenin uygulamadığı bir yaklaşım denedik.
Sıra dışı mühendislik yöntemleri uyguladık.
Bilgisayar olmasaydı herhalde böyle bir yapıyı tasarlayamazdık.
Bilgisayar çizimlerinden sonra bilginin etkin biçimde dağıtımı çok
önemliydi.
Kağıt üzerinde her şey inşa edilebilir, ancak uygulama bambaşka bir
şeydir.
Bu altı husus, gelecekte çok önemli görevler üstlenecek ve karmaşık
problemleri çözmek durumunda kalacak siz genç arkadaşlarım için
önemli mesajlar içermektedir. Bir atasözü vardır;
"Bir deli kuyuya bir taş atmış, 40 akıllı çıkaramamış."
Bu sözün tersi bir yaklaşımla, bazen problemlerin çözümünde bir
deliye de ihtiyaç duyulabilir. 40 akıllının bile karmaşa içinden
doğru çözümü bulmak için yeterli olamadığı bir durumda, içinizden
birinin aklına gelen ve sizlere başlangıçta oldukça sıra dışı gelen
bir fikir çözümün anahtarı olabilir.
Bu bağlamda benim sizlere tavsiyem, hiçbir zaman herhangi bir
konuda ileri sürülen bir fikre karşı ön yargıyla hareket etmeyiniz.
Çok aykırı fikirlerle karşılaşabilirsiniz, hele bu fikirlere "vatan
haini bir düşünce" gibi çok iddialı bir önyargı ile yaklaşırsanız,
fikirlerden istifade marjını daha başlangıçta sıfırlamış olursunuz.
Asimetri yaratacak fikirlerden ürkmeyiniz. Bazen onlara bakar
yanlış, bazen de çok doğru olduğumuzu anlayabiliriz. Unutmayınız
ki, uygarlık karşı fikirlerin çarpışmasıyla gelişmiştir. Müsademe-i
efkârdan, barika-i hakikat doğar.2 Yenilikler hep karşı fikirler
sayesinde ortaya çıkmıştır. Bir İngiliz tasarımcısı olan Ross
LOVEGROVE "21. Yüzyılı Tasarlamak" konulu sunumunda öğrencileriyle
ilgili şunları söylemektedir;
- Öğrencilerime bakıyorum. Çok zeki ve yetenekliler. Ama bunları
kullanmak akıllarına gelmiyor. Çünkü öyle bir sistemde
yetiştirilmişler. Geçen sene bir öğrencim yalvarıyordu. "Siz fikir
verin, ben ne isterseniz yapacağım" diye. Fikir vermedim. Önce
zorlandı, sonra çok güzel fikirler bulup uyguladı. Eksiklik burada.
Yapamamakta değil. Yapmamakta. Yanlış alışkanlıklar
kazandırılmasında. Ne yazık ki, bizde de son yıllarda çoktan
seçmeli imtihan usulleri, bir iki neslin hareket tarzı yaratma
kabiliyetini yok etmiş, hepsini lider değil, tâbî yapmıştır.
Burada anlattıklarımda önemli bir alan ortaya çıkmaktadır ki bu da
çağdaşlığın temel göstergelerinden biridir: Problemi tanımlamak,
analiz etmek ve 'aşmaktır'. Bizler, önümüze sürekli çıkacak
engellerin, öncelikle ana çerçevesini tanımlayabilmeliyiz. Daha
sonra, tüm yönleri ile önyargıdan uzak olacak şekilde
tartışabilmeliyiz. Bu arada bizi hedeften uzaklaştıracak
'çeldiricilere' sapmadan problemi çözebilmeli ve engelleri
aşabilmeliyiz. Sizlere anlatmaya çalıştığım bu süreç, sistemleri
işler tutan ve ileriye götüren basit ancak çok önemli bir sosyal
işlevdir. Yoksa birbiriyle boğuşan ve meselenin çevresinde
dolaşanlar ayakta kalamazlar.
YENİ GÜVENLİK ORTAMI VE TÜRKİYE'YE ETKİLERİ
Şimdi de sizlere, "Yeni Güvenlik Ortamı ve Türkiye'ye Etkileri"
konusunda bazı şeyler söylemek istiyorum.
Biz yüzyıllardır dünya üzerindeki diğer ülkelerden çok farklı ve
zor bir coğrafyada yaşamak zorunda kalan bir ülkeyiz. Ne yazık ki
bu durum tüm beklentilerin aksine Soğuk Savaş sonrası da değişmedi,
daha da kötüleşti. Nitekim, bu zor coğrafyada, güvenlik bağlamında
kontrol etmek ve yönetmek zorunda olduğumuz parametre sayısında da
önemli bir artış olmuştur.
Parametre sayısındaki artış, güvenlik konusundaki yeni yaklaşımlar,
ülkemizin bugünkü güvenlik ihtiyaçları ve askeri alanda yaşanmakta
olan değişim bizlerin sorunlara Soğuk Savaş döneminin yaklaşımıyla
bakmamızı olanaksız hale getirmektedir.
Küreselleşmeyle beraber, ülkelerin etki ve ilgi alanlarının
sınırlarında önemli değişmeler olmuştur. Artık etki ve ilgi
alanları neredeyse birbiri üzerine binmiş durumdadır ve bu durum
ülkeler arası çıkar çatışmalarının temelini oluşturmaktadır.
Örneğin, yüzyıllar önce "Monroe doktrini" ile kendi kıtasıyla ilgi
ve etki alanını sınırlandıran ABD'nin etki ve ilgi alanının
sınırlarını bugün tespit etmek mümkün değildir. Etki alanı
günümüzde belki de bütün dünyadır. İlgi alanı ise güneş sisteminin
derinliklerine kadar uzanmaktadır. Gelişmiş ülkeler için uzay en
önemli ilgi alanıdır.
Bir diğer önemli konu da, özelikle 11 Eylül 2001 tarihindeki
saldırılar sonrası, bu çıkar çatışmasına ilave olarak dünya
üzerindeki bölünmeye doğru yönelme eğilimidir. Soğuk Savaş sonrası
dönemde, başlangıçta şüpheyle karşılanan Amerikalı Prof.
Huntington'ın gelecekteki çatışmaların; din, tarih, dil ve
geleneklerle birbirinden ayrılan medeniyetlerin oluşturduğu fay
hatları boyunca meydana geleceğini öngören "medeniyetler çatışması"
kuramı giderek daha fazla taraftar toplamakta ve bu kuramı doğrular
nitelikte gelişmeler yaşanmaktadır. Özellikle, Danimarka
gazetelerinde yayınlanan karikatürler sonrası dünyada yaşananlar bu
konuda son dönemde yaşadığımız önemli bir gelişmedir.
Bir diğer farklı yaklaşım ise, yukarıdaki yaklaşımla da belirli
noktalarda paralellik taşıyan başarılı ve başarısız devlet
kavramlarıdır. Hatta bazı Fukuyama gibi siyaset bilimciler, 11
Eylül saldırılarını devlet yetersizliğinin devasa bir meydan
okuması olarak kabul etmekte, ayrıca devlet zayıflığının ulusal
olduğu gibi uluslararası boyutunun olduğuna da işaret
etmektedirler. Yine, bazı bilim insanları, dünyayı fonksiyonel yani
işleyen merkez ve entegre olamamış boşluk olmak üzere ikiye
ayırmakta; özellikle savaş bölgelerinin, güç gösterilerinin, asker
konuşlandırmanın, tahliye, güvenlik ve barış gücü operasyonlarının
her bakımdan sorunlu ve başarısız devletlerin yer aldığı bu
boşlukta yer aldığını iddia etmektedirler.
Başarısız veya zayıf devletlerle ilgili sorunlar incelendiğinde
görülecektir ki, bu devletlerin sahip olduğu önemli sorunlar;
fakirlik, ekonomik istikrarsızlık, soysal refahı oluşturamama,
güvenlik üretememe veya güvensizlik nedeni olma ve özellikle devlet
yönetimindeki zayıflıktır. Özellikle en sonuncusu kurumsal
kaliteyle de yakından ilgilidir. Bir devletteki yönetim kalitesini,
devleti oluşturan kurumların kalitesi belirlemektedir. Ayrıca bunu
tamamlayan diğer hususlarsa, kurumların iç ahengi ve diğer
kurumlarla uyumlu, etkili işbirliği ve eşgüdüm içinde çalışmasıdır.
Bunları gerçekleştirebilen ulusların profili sürekli
yükselmektedir. Unutulmamalıdır ki, bu profili yakalayan
toplumların başarısında, toplumu oluşturan bireylerin bir amaç
doğrultusunda kanalize olmalarının da etkisi büyüktür. Özellikle,
her konuda sürekli kavga eden, uzlaşamayan toplumların moral
değerlerinden yoksun bir şekilde bu seviyeyi yakalamaları hayal
bile edilemez. Bu nedenle bir ulusun refahı, istikrarı, geleceği,
bağımsızlığı için iç barışın öneminin altını kalın çizgilerle
çizmek istiyorum.
Her ne kadar bazı yabancı düşünürler ve siyaset adamları ülkemizi
farklı bloklarda görseler de, bizim kendimizin hangi tarafta
olacağımıza karar vermemiz gerekir. Aksi takdirde, yalnızlık ve
izolasyon medeni dünyanın ait olduğu sistemden kopmayı da
beraberinde getirecektir. Dış ve yakın çevredeki gelişme ve
değişimlerden kendini soyutlayan ve sadece içine bakan ülkeler
dünya siyasi tarihinin tozlu yapraklarında kalmaya mahkum
bırakılmışlardır. Çevresel şartlara açık ve gelişmelere zamanında
uyum sağlayabilme becerisi, sistemlerin bekasının teminatıdır.
Aslında ülkemiz kararını Cumhuriyetle birlikte ve hatta Osmanlı
döneminde sürekli batıya doğru ilerlemeye çalışarak vermiştir.
Büyük Önder Atatürk de, Türk ulusuna hedef olarak "çağdaş
medeniyetler seviyesinin üzerini" göstererek Türk ulusunun
tercihinin açık olarak akıl ve bilimin en egemen olduğu Batı
medeniyetinden yana olduğunu ortaya koymuştur.
Batı medeniyeti için gittikçe önem kazanan ve şimdilerde çok daha
duyarlı hareket etmemizi gerektiren önemli bir husus da, enerjidir.
Bildiğiniz gibi günümüzde, dünya enerji ihtiyacı büyük ölçüde fosil
yakıtlardan karşılanmaktadır.3 Fosil enerji kaynak rezervlerinin ne
zaman biteceğine dair pek çok varsayım olmakla birlikte, gerçek
olan husus, bu kaynakların sonlu olduğudur.4 Ülkelerin
gelişmeleriyle orantılı olarak enerjiye olan talep gün geçtikçe
artmakta ve enerji açığı daha da büyümektedir. Örneğin, ABD'nin
enerji talebi 2025 yılında 3,4 milyar ton petrole eş değer
olacaktır5. Doğal olarak, özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerin enerji kaynaklarının bulunduğu bölgelere olan ilgilerinde
de artış gözlenmektedir. Özellikle son dönemde ham petrol
fiyatlarında görülen yükseliş, enerji kaynaklarının bulunduğu
bölgelerin önemini gelecek on yıllarda devam ettireceğinin ve
'enerji kullanma maliyetinin' daha da yükseleceğinin önemli bir
göstergesidir. Öyle ki, bazı ülkeler tehdit ve risk algılamalarını
kendi ülkesinden çok uzaklarda değerlendirmekte ve askeri
değişimini bu istikamette yönlendirmektedir. Bununla beraber,
alternatif, yenilenebilir yakıtlara yönelik çalışmalar da hız
kazanmıştır. Ancak, fosil kaynakların işletilmesi ve taşınması
büyük yatırımlara ihtiyaç gösterdiğinden, fosil kaynaklara
bağımlılık devam etmekte; alternatif, yenilenebilir kaynakların
geliştirilmesi için yapılan araştırmalara ayrılan fonlar yetersiz
kalmaktadır.
Dünyanın genel durumu bu iken, ülkemizin de petrol ve doğal gaz
bakımından kaynaklarının oldukça kısıtlı olduğunun altını çizmek
istiyorum. Bu sebeple, ülkemizin enerji talebinin 2010'lu yıllarda
bugünkü talebin çok üstünde olacağını ve fosil kaynakları
kullanmaya devam edeceğimizi söylemek yanlış olmayacaktır. Bir
değerlendirmeye göre, ülkemizin 2020 yılındaki enerji talebi 319
milyon ton petrole eşdeğer civarda olacaktır.6 Dolayısıyla ülkemiz,
gelecekte de enerji bağımlısı bir ülke olmaya devam edecektir.
Diğer taraftan, alternatif çözümler bulunmadığı takdirde, gelecekte
enerji açığı gittikçe yükselecek, ülkemizin bu alanda başka
ülkelerle de rekabet halinde olacağı dikkate alındığında; bu durum,
ekonomik ve sosyal gelişmenin önündeki en büyük engellerden birisi
olacaktır. Çünkü gelecekte, ülkemizin yarattığı ekonomik değerler
artan oranda enerjiye aktarılmaya devam edecektir. Bu süreç,
gelişmiş ülkeler seviyesini hedeflemiş ülkemiz için son derece
olumsuz bir faktördür. Elbette ülkemizde ulusal enerji stratejileri
çerçevesinde kaynak çeşitlendirmesine yönelik bazı çalışmalar
yapılmaktadır. Ancak, kısa ve orta vadeli enerji ihtiyacımızın
dışarıdan karşılanması önemli bir gerçek olarak karşımızda
durmaktadır.
Bu durumda bize düşen acil ve öncelikli görevlerden biri, ülkemizin
geleceği için 'enerji tasarrufu' yapmamız gereğidir. Özellikle,
'enerjiyi verimli kullanma' anlayışının yerleştirilmesi büyük önem
arz etmektedir. Daha az enerji tüketerek aynı işi yapmanın
yollarını oluşturmalıyız. Verimlilik maksimuma çıkarılmalı,
israflar kısılmalı ve rasyonel bir tasarruf stratejisi
izlenmelidir.
Ayrıca, bilimi ve teknolojiyi kullanarak yeni yaşam koşulları
geliştirmek zorundayız. Ancak bu konu bizim en önemli eksiğimizdir.
Çünkü Türkiye bazı önemli kaynakları olmasına rağmen bunları
ülkemiz için önemli bir katma değere çevirecek bilim ve teknoloji
üretememektedir. Bu yetkinliğe ulaşsak bile, kendi kaynaklarımızla
enerji ihtiyacına çözüm üretmek yıllar alabilecektir.
Aslında bu noktada gelişmiş ülkelerin bile sıkıntıları olduğunu
görüyoruz. Onlar da alternatif enerji kaynaklarını kullanma gayreti
içindeler. Ancak bizden farkları şu; yıllar önce bu işe başlamak.
Örneğin, geçenlerde BBC'de yayınlanan bir programda, enerji
tasarrufu ile ilgili şehir belediyelerinin çok önemli çalışmalar
yaptıkları ifade edilmiştir. Özellikle, İngiltere gibi güneşin son
derece az görüldüğü bir ülkede bile, güneş enerjisinin konutlarda
kullanımının teşvik edilmesi ilgi çekicidir.
Sonuç olarak sözde 'fayda' elde edeceğim diye, çağdaş savurganlık
yapılmamalıdır. Borçlanmak kolaydır. Muhasebe hesaplarıyla da bunun
uzun vadeli olarak sermayeyi etkilemeyeceği gibi sonuçlar da
çıkarılabilir. Ancak, hesapsız fayda adına yapılan harcamalar,
geleceğin sermayesinin bugünden yenmesidir. Harcadığımız her kuruş,
gelecek nesillerin, çocuklarımızın, torunlarımızın sırtına
yüklediğimiz ve ödeme için onları taahhüt altına soktuğumuz
tonlarca yükle eşdeğerdir. Buna hakkımız yoktur. Bizden sonraki
nesillerin geleceğini, bugünden yapılacak öngörüsüz harcamalarla
ipotek altına almamalı ve onlara borç bırakmamalıyız.
Özellikle son dönemde yaşanan enerji krizleri ve petrol
fiyatlarındaki aşırı yükselme, enerji faturamızı oldukça
kabartmıştır. Giderlerimizi borçla finanse ettiğimizi unutmayınız.
Fayda elde etmek için, bugün yaptığımız tüm harcamaların ileride
güvenliğimizin teminatı olacak şekilde geri dönmesini hesaplamak
zorundayız. Bu konuda TSK olarak üzerimize çok önemli görevler
düşmektedir. Daha önce birçok alanda yaptığımız gibi, topluma
enerji tasarrufu bilincini yerleştirmede de önemli rol
oynayabiliriz. Her yıl on binlerce Türk genci çeşitli askeri
kurumlarda görev yapmaktadır. Yurt Sevgisi eğitimine benzer bir
düzenlemeyle, enerji tasarrufunun ülkemiz için ne kadar önemli
olduğunu ve alınabilecek tedbirleri gençlerimize anlatabilir ve
onları bu konuda bilinçlendirilebiliriz.
Ülkemiz açısından bir diğer önemli husus da, belirli bir oranda
hala geleneksel bir çatışma ve özellikle de nükleer silahlarla
ilgili tehdit ile karşı karşıya bulunmamızdır. Uzak Doğu'daki Çin,
Kore Yarımadası ve Japonya'nın bulunduğu bölgedeki sorunlar ile
Orta Asya ülkelerinde olup bitenler ve Kafkasya'da şu anda
dondurulmuş halde bekletilen çözülmemiş sorunlar; bir başka küresel
güç adayı Hindistan'dan itibaren Pakistan, Afganistan ve İran'a
kadar uzanan bölgedeki güvenlik problemleri; Orta Doğu'daki
gelişmeler bölgemizde düğümlenen temel küresel kırılma hatlarını
oluşturmaktadır. Bu bağlamda ülkemizin bulunduğu coğrafya, kırılma
hatlarının kesiştiği bir düğüm noktası ve Avrupa'ya doğru uzanan
bir eşik gibidir. Ayrıca, Uzak Doğu'dan başlayarak Orta Doğu'ya
doğru uzanan nükleer eksenin biraz önce bahsettiğim küresel kırılma
hatlarıyla olan ilgisi ve birbirini çeşitli şekillerde besleyen
özel ilişkisi bölgemizdeki güvenlik konusunu çok daha karmaşık bir
hale getirmektedir.
Böylesi bir ortamda, Türkiye gibi etrafı çok sayıda
istikrarsızlıkla dolu bir coğrafyada yaşayan bir ülkenin aynı
zamanda sağlam bir güvenlik stratejisine sahip olması da gerekir.
Konuşmalarımda ve mesajlarımda sürekli olarak vurguladığım
ülkemizin güvenlik stratejisinin dört temel dayanağını tekrar etmek
gerekirse;
Etrafımızdaki simetrik tehditlere karşı mevcut dengeleri ve milli
menfaatlerimizi korumak için caydırıcı bir gücün varlığı, ki bu
güçlü bir silahlı kuvvetlerdir.
Terorizm başta olmak üzere uluslararası yeni risk ve asimetrik
tehditlerin ülkemize ve ülke dışındaki menfaatlerimize zarar
vermesinin önlenmesi,
Ülkenin bütünlüğüne, ulusal birliğine ve rejimin bekasına yönelik
tehditlere karşı gerekli tedbirlerin alınması ve
Doğu Akdeniz'deki güvenliğimizin temelini teşkil eden Kıbrıs'taki
hak ve menfaatlerimizin korunmasıdır.
Görüldüğü gibi, bu dört temel unsurun tamamı da TSK'ni yakından
ilgilendirmektedir. Bizim ihtiyacımız olan şey, bir taraftan
yaşadığımız bölgeyi ve dünyayı daha iyi anlayabilmek ve diğer
taraftan ülkemizin güvenlik gereksinimlerine yönelik etkili
çözümler üretebilmektir. Özellikle, ülkemizin bekası ve menfaatleri
açısından gelişmelerin değerlendirilerek muhtemel karar
noktalarının bugünden tespit edilmesi biz "karar vericiler" için
büyük önem taşımaktadır. Bizleri gelecekteki bu noktalarla
buluşturacak yetenekli personele sahip olmanın ve bu personelin
karargahlarda istihdam edilmesinin ülkemizin bekası ve TSK'nin
gelişimi için ayrı bir önemi olduğunun da altını çizmek
isterim.
TSK'nin bütün bu ihtiyaçlara cevap verebilmesi, yüksek yoğunluklu
bir harekat ile düşük yoğunluklu bir harekatı birlikte icra
edebilecek yetenekte olmasıyla mümkündür. Dolayısıyla, cevabını
vermemiz gereken bir diğer husus da "gelecekte nasıl bir harekat
alanıyla karşılaşacağımız"dır. Bu harekat alanının özelliklerini
şimdiden hayal etmeye başlamalıyız.
Bu konuda, bilgisayarlardan azami oranda istifade etmeliyiz. Bu
bağlamda dünya üzerinde karmaşık konuları gerçeğine en yakın ölçüde
modelleme yönünde bir çaba ve aynı zamanda yarış vardır. Parametre
sayısının ve bilginin fazlalılığından dolayı bu işlemi salt insan
zekasıyla da yapmaya olanak yoktur. Özellikle karar noktalarının
modellenmesi karar vericilere büyük kolaylıklar sağlamaktadır. Bu
sebeple, Bilimsel Karar Destek Birimleri gelişmiş ülkelerde yoğun
şekilde kullanılmaktadır. TSK'nde de benzer birimler ve kullanılan
çeşitli modeller mevcuttur. Aslında her şey buraya kadar gayet iyi
ve bir problem yokmuş gibi görünebilir ancak asıl problem sahası,
algoritmaların7 oluşturulmasıdır. Örneğin her ordunun karargah
subayları, muharebe öncesi bir nispi güç karşılaştırması yapmakta,
işlem sonunda personel ve malzeme kayıplarına kadar uzanan bir
değerlendirme ortaya çıkmaktadır. Bu sonuç tabii ki, karar verici
konumundaki komutanların kararı üzerinde etkili olmaktadır. Hatta,
barış zamanında yapılan bu tür değerlendirmeler, savunma
planlamasıyla ilgili faaliyetler üzerinde de yönlendirici bir
etkiye sahiptir.
Bu bağlamda, sizlerle "The Economist Technology Quarterly"
dergisinde okuduğum ve ilginç bulduğum bir makaledeki8 birkaç
noktayı paylaşmak istiyorum. Makalede, askeri konularda gerçekçi
analizler yapan ticari bir enstitünün çalışmalarından bahsediliyor.
Ancak burada dikkati çeken esas konu ise; bu enstitünün dünyanın en
büyük muharebe bilgi bankasına sahip olduğudur. Öyle ki, bu enstitü
bilgi bankasını sürekli güncellemek ve daha da zenginleştirmek için
eski savaş bölgelerini gezerek bilgi toplamakta, silah endüstrisini
yakından takip etmekte ve hükümetlerin savunma alımlarını
yapanlarla çeşitli anlaşmalar yapmakta, askeri arşivlere erişimin
yasaklandığı ülkelerde çalışanlar vasıtasıyla değişik yollardan
dokümanların fotokopilerini almaktadır. Dolayısıyla bu bilgi
bankası sayesinde oluşturulan algoritmalarla analizler gerçeğe
yaklaştırılabilmektedir. Eskiden bu tür değerlendirmelerde
analizlere yansıtılamayan; ölüm korkusu, cesaret, eğitimin
kalitesi, inisiyatif, aldatma ve sağlık olanakları gibi faktörler
de yeni algoritmalar sayesinde analizlere aksettirilebilmektedir.
Siz parayla bu tür bir yazılımı alıp kullanabilir, her sene
geliştirme bedeli olarak belli bir parayı bu firmaya
ödeyebilirsiniz. Ancak önemli olan bunu kendinizin de yapmasıdır.
Çünkü TSK'nde teknik altyapı ve algoritmalara esas olabilecek
veriler fazlasıyla mevcuttur. Örneğin, HOSİM bu tür çalışmalar için
bir merkez olarak kullanılabilir.
Yeni güvenlik gereksinimlerine paralel olarak kendi özgün değişim
felsefemizin alt yapısını da oluşturmak zorundayız. Ancak bir
taraftan da dünyadaki değişimi yakından takip etmeli ve elde edilen
girdileri kendi sistemimiz içine aktarabilmeliyiz. Bu sebeple,
bütün bunları başaracak yetenekte, değişik bir insan profili
ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu profil içinde;
girişimcilik, yaratıcılık, bilgiye ulaşma yollarını bilme, bilgi
teknolojilerini tanıyıp kullanabilme, bildikleri ile yaşantısı
arasında doğrusal ilişkiler kurarak yeni bilgiler üretebilme,
sorumluluklarının farkında olabilme, kendini sürekli geliştirme
yeteneğine sahip olma ve takım ruhunu benimseme gibi özellikler
vardır. Tabii bu noktada, bilgiye ulaşabilmenin önemli şartlarından
birisi de en az bir yabancı dile iyi seviyede hakim olabilmektedir.
Özellikle, günümüzde yabancı dil bilmeyen birisinin bilgiye nüfuz
edebilmesi çok zordur. Bu sebeple önümüzdeki dönemde, Silahlı
Kuvvetler içinde yabancı dil bilmeyen bir personelin kendisine
gelecek bulması daha da zorlaşacaktır.
Diğer taraftan, biraz önce çerçevesini çizdiğim karmaşık ortamda
geleceği görebilmenin ve etkili çözümler üretebilmenin yolu,
sorumluluğu üstlenmekten korkmamak, daha fazla "yaratıcı" ve
"öngörü" sahibi olabilmektir. Görüldüğü gibi yeni insan profilinin
özellikleriyle bizim ihtiyaç duyduğumuz personel tipi
örtüşmektedir. Bu sebeple, mezun olacak personelin bu özellikleri
kazanmasını gelecek için çok önemsiyorum. Bu özellikler, günümüzün
komutanlarına karargah subaylığı ve danışmanlık yapacak subayların
daha sağlıklı değerlendirmeler yapmasına ve yeteneklerinin
sınırlarını zorlamasına olanak sağlayacaktır. Ayrıca bu yetenekler
sayesinde komutanlar, çok önemsediğimiz muhtemel karar noktalarıyla
buluşturulabilecek ve "karar döngüsü" daha da hızlandırılarak
geleceği şekillendirmede ülkemizin inisiyatif sahibi olması
sağlanacaktır.
Bir diğer akla gelen soru da "sahip olduğumuz kısıtlı kaynakları
nasıl etkin olarak kullanabileceğimiz"dir. Burada yapmamız gereken
en önemli şey, önceliklerimizi değişen koşullara göre iyi bir
şekilde belirleyebilmektir. Çünkü elimizdeki kaynakları etkili bir
şekilde kullanmanın başka bir yolu yoktur. İhtiyaçlar sonsuz, fakat
kaynaklar sınırlıdır. Bu gerçek, planlama fikrinin yaratıcısı
olmuştur.
Burada, önceliklerle hedef tespiti arasında yakın bir ilişki
vardır. Özellikle günümüzde, hedefleri belirlemek ve hedeflere göre
öncelikleri tespit etmek kaynak yönetimi açısından büyük önem
taşımaktadır. Hedefler ve öncelikler sabit değildir. Bir kere
tespit edildi mi bir daha değiştirilemez unsurlar değildir.
Bunların hareketli olduğu ve zamanla gözden geçirilmesi gerektiği
unutulmamalıdır. Hedefleri ve öncelikleri belirlemenin ilk adımı
ise, öncelikle vizyon belirlemektir. Vizyon bir kurumun geleceğine
ait resmidir. Vizyonun başarısı, herkes tarafından anlaşılabilecek
kadar sarih olmasına, kabul görmesine ve paylaşılmasına bağlıdır.
Paylaşılan vizyonlar, uygulayıcılarına sınırsız bir güçle hedefe
kilitlenme olanağı verirler. Başarıyı sürekli kılmak için
planlarımızı ve vizyonumuzu sürekli geliştirmeliyiz. Bunları birer
canlı varlık gibi bakıma tabi tutmak, güncelleştirmek ve
derinliğini artırmak sisteme ve organizasyona dinamizm
kazandıracaktır. Sığ, kalıplaşmış ve şekilsel bir vizyonla Silahlı
Kuvvetlerimizi hareketli ve etkin kılmamız mümkün değildir.
Özellikle de gelişmiş ülkelerle aradaki farkın daha da açıldığı ve
bilginin baş döndürücü bir hızla geliştiği ve dolaştığı bir ortamda
hareketliliği korumanın önemi büyüktür. Hatta bu dinamizmin ivmesi
geriden koşan ülkeler için daha büyük olmalıdır. Aksi takdirde
aradaki mesafeyi kapatmanın olanağı yoktur.
Benim TSK için belirlediğim vizyon hepinizin malumlarıdır. İfade
ettiğim vizyonun son cümlesi "21. Yüzyılın çağdaş silahlı
kuvvetlerini yaratmak'' şeklindedir. Yani ulaşmak istediğimiz asıl
hedef, içinde bulunduğumuz yüzyılın koşullarıyla uyumlu ve
etkinlikle muharebe edebilecek bir silahlı kuvvete sahip
olmaktır.
Bu hedefe ulaşabilmek ve dinamizmimizi koruyabilmek için Türk
Silahlı Kuvvetlerinde Sürekli Gelişim Faaliyet Programını
başlattık. Sürekli Gelişim Faaliyet Programı; vizyondan en alt
projelere kadar, modüler anlayışla tesis edilmiş dinamik bir
programın; her türlü hizmet, faaliyet ve hedeflerin sistem
yaklaşımı ile sorgulanmak suretiyle hazırlanması ve bu programın
gerek anketlerle, gerek grup çalışmalarıyla, gerekse doğru
iletişimle sürekli canlı tutulmasıdır.
Sürekli Gelişim Faaliyet Programından güdülen asıl maksat budur. Bu
sisteme ön yargıyla yaklaşmak, daha baştan sistemi bürokratik,
işlevsiz ve bol kağıdın tüketildiği bir şekle getirecektir. Halbuki
bizim asıl maksadımız sistemimizi kendi kendisini besleyen sürekli
bir süreç haline getirmektir.
Dinamizmin önündeki bir diğer engel de, kalıplar ve tutuculuktur.
Dünyanın her tarafında iş yapan, başarı elde eden insanlar eski ve
çalışmayan kalıpları değiştiren insanlardır. Örneğin, İskoçlar
patatesi, İncil'de ismi geçmiyor diye yeni Dünyanın keşfi ile
birlikte Avrupa'ya geldikten yüzlerce yıl sonra yemeye
başlamışlardır. Bu sebeple, yeni uygulamalar, sistemi sürekli
sorgulama ve her gün bir defa "acaba" diyebilme sizlere gelişimin
önündeki engelleri aşma imkanını verecek ve olaylara daha geniş bir
açıdan ve şartlanmalardan etkilenmeksizin bakabilme yeteneği de
kazandıracaktır.
Güney Kore'ye ziyaretim esnasında Koreli bir gezi rehberinin
sorduğu şu soruyu unutmuyorum;
"1=5, 2=25, 3=125, 4=625 ise 5 nedir?"
Bu soru aslında bir matematik sorusu gibi görünse de, bir matematik
sorusu değildir. Tamamen bir algılama ve soruya bakış açısıyla
ilgilidir. Sorunun cevabı bir çoğunun düşündüğü gibi 3125 değil,
1'dir. Çünkü 1=5 ise 5=1'dir.
Şartlanmaların zincirini kırmadan unutulmaz kişiler
olamazsınız.
YENİ GÜVENLİK ORTAMI GEREKSİNİMLERİNİN KARŞILANMASINA TEMEL TEŞKİL
EDECEK İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİNDE YENİ YAKLAŞIMLAR
Şu ana kadar çerçevesini çizdiğim yeni güvenlik ortamının
gereksinimlerinin karşılanmasında temel husus, insan kaynaklarının
etkin yönetimidir. Bu bağlamda, Dünyadaki güç dengelerinin
değişmesi, teknolojik ilerlemeler ve yeni güvenlik gereksinimleri
ve yeni yaklaşımların ortaya çıkmasında karşımıza çıkan temel nokta
yine insandır.
TSK olarak biz de, vizyonumuza ve sürekli iyileştirme felsefesine
uygun olarak Personel Yönetim Sistemimizi gözden geçirip yenileme
gayreti içindeyiz. Yarının TSK'nin varlığını sağlayacak, idame
ettirecek ve aynı zamanda komuta heyetini oluşturacak tek kaynak
olan insana yönelik yatırımları planlamak, sistemleri oluşturmak ve
oluşturulan sistemlerin sürekli olarak iyileştirilmesini sağlamak
misyonuyla Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde Personel Yönetim
Sistem Dairesini kurduk ve bu dairenin sorumluluğunda 19 Mart 2002
tarihinde personel yönetim süreçlerinin tamamını kapsayan "Personel
Yönetim Sistemi-2010 Projesi"ni başlattık, çalışmalarda bugüne
kadar çok önemli ilerlemeler kaydettik.
Bu proje kapsamında yapılan tüm çalışmalar, "terfi sistemi" odaklı
olarak şekillendirilmektedir.
Terfi sistemi çalışmalarıyla, TSK için belirlenmiş mahrut yapı
muhafaza edilirken, mümkün olan en geniş terfi aday kitlesinin
oluşturularak farklı liyakat seviyesindeki personelin farklı
süreler sonunda terfi etmesine olanak sağlanması,
Yeni değerlendirme sistemi çalışmalarıyla personelin performansı
kadar potansiyelinin de doğru olarak ortaya koyulabilmesi, amir
değerlendirmelerine ilave olarak tüm bilgi kaynaklarının
ölçülmesine olanak sağlanması,
Yetiştirme sistemi çalışmalarıyla, yeni terfi ve değerlendirme
sistemine uygun mesleki gelişim paternlerinin belirlenmesi,
eğitim/öğretime ayrılan kaynakların daha etkin kullanılması ve daha
geniş personel kitlesini kapsayacak şekilde yaygınlaştırılması
hedeflenmektedir.
YENİ GÜVENLİK ORTAMINDA KALDIRAÇ ROLÜ ÜSTLENECEK LİDER VE KOMUTAN
PROFİLİ
Günümüzde başarı, tüm personelin performansına, göreve gönülden
bağlılıklarına ve liderin bunu sağlamada göstereceği etkinliğe
bağlıdır. Astlarını teşvik edebilen, destek olabilen, onlara
önemsendiklerini hissettiren ve gelişmeleri yönünde onlara yeni
ufuklar açabilen liderler başarılı olacaklardır. Douglas
McGregor'ın önerdiği gibi; liderlik anlayışı ödül, ceza gibi
alışveriş içeren kavramlar yerine, liderin sahip olduğu inanç ve
değerlerin astlarını harekete geçirme gücü üzerine kurulmalıdır. Bu
güç lider ve astların ulaşmayı arzuladıkları yüksek hedeflerin tek
bir potada eritilmesini sağlayacaktır.
Liderlerin bunu birkaç teknik ya da yöntemi kullanarak başarması
mümkün değildir. Astlarınızla olan ilişkilerinizi şekillendirirken,
hem astlarınıza hem de astlarınızı görmek için kullandığınız
merceğe bakmalısınız. Çoğumuz astlarımızı oldukları gibi
gördüğümüzü, onları değerlendirirken nesnel olduğumuzu düşünürüz.
Oysa bu doğru değildir. Onları oldukları gibi değil olduğumuz gibi
görürüz. Lider olaylara astların gözlüğünden de bakabilmelidir.
Empati yapabilme yeteneği, bir liderin sahip olması gereken en
önemli özelliklerinden biridir. Empatik lider, astlarının
duygularının bilincinde olur ve onları takdir eder. Moller
empatinin şu üç yönüne dikkat çekmektedir. Bilinç, anlayış ve
kabullenme:
Bilinç: Empatik lider, başkalarının hislerinin bilincindedir ve
onlara karşı duyarlıdır.
Anlayış: Empatik lider, söz konusu hislere yol açan veya onları
'tetikleyen' durumları kavrar.
Kabullenme: Empatik liderin iletişim tarzı diğer insanların
kendilerini kabullenilmiş ve anlaşılmış hissetmesini sağlar.
Sonuçta, kullandığınız mercek astlarınızla olan ilişkileri
yorumlama tarzınızı etkiler.
Stephen COVEY de "Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı" isimli
eserinde liderin yerine getirmesi gereken diğer bir prensibin;
öncelikle kendi göreviyle ilgili ve seviyesine uygun işlerle
uğraşması, yani etki alanına odaklanması olduğunu vurgular. Bu etki
alanının sınırlarını "görev tanımı" çizmektedir. Ancak ne yazık ki,
bu konu genelde kişiler tarafından yeterince anlaşılamaz. Kişileri,
odaklanması gereken konulardan saptıracak bir dürtü daima vardır.
Oysa ki, etki alanına odaklanmak, liderin asıl sorumlu olduğu
konularda uzmanlaşmasını sağlar ve bu şekilde astların lidere
güveni artar ve etki alanı genişler. Çabaların odak noktası olarak
çevredeki sorunlara, denetleyemedikleri koşullara, başkalarının
zayıflıklarına odaklanan yani ilgi alanlarını seçen kişiler ise
astlarının gözündeki saygınlıklarını yitirirler. Odaklandıkları
nokta suçlayıcı davranışlara, reaktif bir dile ve gitgide artan bir
mağduriyet duygusuna neden olur. O odaktan yayılan negatif enerji,
etki alanlarının ihmaliyle birleştiğinde performans olağanüstü
derecede düşer.
Yine COVEY aynı eserinde şu hususlara temas etmektedir:
"Odağımızın hangi alanda olduğunu belirlemenin yolu 'olsaydı'larla,
'olabiliriz'leri birbirinden ayırt etmektir. İlgi alanı
'olsaydı'larla doludur.
İlgi alanına odaklanan kişilerden sürekli olarak;
"Denetleme daha sonra olsaydı..."
"Daha nitelikli personelim olsaydı..."
"Daha fazla ödeneğim olsaydı..." gibi sözler duyarsınız.
Etki alanı ise 'olabiliriz'lerle doludur.
Etki alanına odaklanan kişiler genellikle;
"Daha başarılı olabiliriz."
"Sorunları çok kısa zamanda çözebiliriz."
"Güçlükleri aşabiliriz." ifadelerini kullanırlar.
Eğer sorunun dışarıda olduğunu düşünüyorsanız bu düşünce sorunun ta
kendisidir. Dışarıdaki olguya siz hükmetme gücü verirsiniz.
Değişmek için önce dışarıdakilerin değişmesini bekler durursunuz.
Lider ise çevresine yön veren olumsuzlukları fırsata dönüştürebilen
kişidir. Bunun için lider etki anındaki işlere odaklanmalı ve
proaktif bir yaklaşım izlemelidir.
Ayrıca lider, herkesin bir tarafa baktığı sırada diğer tarafta olup
biteni de görebilendir. Yaptıklarını başkası beğensin diye değil,
kendisi beğenip doğru bulduğu için yapandır. Tepelerin arkasını
görebilendir. Sadece kabul edilebilecekleri yapan değil, yaptığını
kabul ettirendir.
Liderin önemli bir görevi de kafalarda fikirlerin yeşermesine ortam
sağlamasıdır. Çünkü, düşünce yoksa eylem de yoktur. Öncelikle,
insanların 'düşünce yapısı', değişimleri algılayacak şekilde
hazırlanmalıdır. Daha sonra, zaten eylemler kendiliğinden ortaya
çıkacaktır. Eylem merkezli karar süreçlerinin yerini düşünce
merkezli yaklaşımlar almalıdır. Çağımızın kaldıracı, biraz önce
anlatmaya çalıştığım liderleri üreten insanın bizzat kendisidir.
Amaç, önce beynin içine bakacak, orada olanları sorgulama
cesaretine sahip olacak ve gerektiğinde yeni kuramlara uyum
sağlayabilecek insanı oluşturmaktır. İçeriye bakmadan dışarıyı
şekillendiremezsiniz.
Bilgi devriminin ve bilgi patlamasının önemli yansımalarından biri
de lider profilinin biçimlenmesinde olacaktır. Kendinizi Bilgi
Çağının gereksinimlerini karşılayacak şekilde hazırlamanız
gerekmektedir. Bunun için;
Etkili İletişim Becerilerine,
Bağımsız Öğrenme Yeteneğine,
Sosyal Becerilere,(Örneğin Sorumluluk alma, olumlu yaklaşım
gösterme, etik davranma ve itidalli olma gibi)
Takım Çalışması Becerisine,
Düşünme Becerilerine, (Problem çözebilme, eleştirel düşünme
gibi)
Bilgi Gezginliğine (Bilgiye nasıl ulaşacağını ve kullanacağını
bilme)
Yaşam boyu öğrenme becerilerine, sahip olmanız gereklidir.
21. Yüzyılın getirdiği değişimle başa çıkabilmek için ifade etmiş
olduğum prensiplere ilave olarak göreve yönelik prensipleri de
hayata geçirmeniz gerektiğine inanıyorum. Konuşmamın ilk bölümünde
de belirttiğim gibi günümüzde görev gereksinimleri olağanüstü
derecede farklılaşmıştır. Artık başarı için farklı çözümler ile
farklı sonuçlar elde etmelisiniz. Bunu da aynı şeyleri tekrar
ederek gerçekleştiremezsiniz.
Yaratıcılığı sağlamak ve vizyonu yaşatmak içinse, kontrole dayalı
yönetim anlayışından uzaklaşmalısınız. Edwards DEMING'in belirttiği
gibi başarı için rutin olarak %100 kontrol yapmak; hata yapmayı
planlamak ve sisteminizin yeterli olmadığını kabul etmekle aynı
şeydir. Kontrol başarıyı sağlamada geç, etkisiz ve masraflı bir
yöntemdir. Başarı kontrolle değil, sistemin iyileştirilmesi ile
sağlanır. Tabii %100 kontrolün gerekli olduğu emniyete yönelik
hususlar ile başkalarınca saptanan mali ve hukuki konuları bunun
dışında tutuyorum.
Ayrıca kontrol yapan kişi sayısı arttıkça, kontrolün etkinliğinin
de azalacağından emin olun. Çünkü kontrolü yapan herkes bu iş için
bir diğerine güvenir. Paylaşılan sorumluluk hiç kimsenin sorumlu
olmaması demektir. Bu yüzden lider kontrolün gerekli olduğu
durumlarda bunu yapacak kişiyi doğru belirlemelidir.
SONUÇ
Vatan için yaptığımız her şey, vatanımızı çok sevdiğimizdendir.
İcra edilen bütün faaliyetler yurt ve ulus sevgisi temeline
dayandırılmalıdır. Yurt sevgisi, ömür boyu vatana hizmet bilincinin
yerleştirilmesine ve ülkenin bekasına katkı sağlayan bir hizmet
olarak değerlendirilmelidir. Sizlere 2005-2006 eğitim öğretim yılı
açılış töreninde ev eşyalarımı taşıyan hamal örneğinde ifade
ettiğim gibi, görevin özelliği ne olursa olsun, onun en iyisini
yapmak ve onunla övünmek temel hedefimiz olmalıdır.
O zaman herkesin görevini en iyi yapmasından kaynaklanan büyük bir
hizmet üretimi yaratılır. Bu amaçla; yapacağımız şeyi sevmek ve ona
tam manasıyla inanmak, kendi kendimize cesaret ve heyecan telkin
etmek, kafamızda kuvvet ve heyecan düşünceleri yaratmak
zorundayız.
Sözlerime son verirken, burada aldığınız eğitimin sizlerin mesleki
kariyerinizde olağanüstü bir değişim yaratacağını ifade etmek
istiyorum. Gelecekte, yüksek tempo ve konsantrasyon isteyen bir
yaşama burada kendinizi hazırlayacaksınız. Bu sebeple, benim
sizlere önerim Harp Akademilerinin sizlere sunduğu olanakları
sonuna kadar kullanarak kendinizi mesleğinizle ilgili konularda tam
olarak yetiştirmenizdir. Emin olunuz ki, Akademinin size
kazandırdıklarını mezuniyetten sonra yeni görev yerlerinize
atandığınızda çok daha iyi anlayacaksınız.
Bu duygu ve düşüncelerle, mazisi şan ve şerefle dolu, gurur
kaynağımız Harp Akademilerinin değerli mensuplarına ve özellikle
aramızda bulunarak bizlere onur veren emekli komutan ve
arkadaşlarıma esenlikler ve üstün başarılar dilerim.