Özal'ın Adli Tıp raporunda şaşırtan hatalar
Abone olKafalardaki soru işaretlerini gidermeyen Özal'ın Adli Tıp Raporu'yla ilgili önemli bir gelişme yaşandı.
Uzmanların görüşüne göre, eğer zehir toprakta olsa idi
mezarın her bölgesinde miktarı aynı ya da benzer
olurdu.
Akut (ani) zehirlenmelere böbrekten bakılması gerekiyor. Fakat bu analizler Adli Tıp incelemelerinde yapılmadığı aktarılıyor.
X-ray fluorescence (XRF) yöntemiyle yapılan incelemede kadmiyum değerinin 18,15 ppm bulunması dikkate alınmadı. Burada bir miktar bulaşma söz konusu olduğu ifade edilmesine rağmen tekrar XRF cihazında analiz yapılmaması önemli bir eksiklik olarak gösterildi.
RAPORU BAĞIMSIZ BİLİRKİŞİLER
İNCELEDİ
Zaman gazetesinin Çağlar Avcı imzalı özel haberine göre, ‘Zehir
var, zehirlenme yok.’ diyen Adli Tıp raporunu mercek altına alan
Ankara Cumhuriyet Savcılığı, bunun için bağımsız bir bilirkişi
heyetini görevlendirdi. Uzman heyet, Özal’ın naaşından alınan doku
örneklerinde kadmiyum zehrinin 18,15 ppm çıkmasına rağmen söz
konusu verinin Aralık 2012 tarihli Adli Tıp raporunda dikkate
alınmadığını belirtti. Zehrin, normal değerlerin üstünde olduğunu
gösteren bu testin görmezden gelindiği, kadmiyumun 1 ppm’nin
altında çıktığı bir başka verinin esas alındığı tespit edildi.
Uzmanlar, naaşın altındaki çamurda bulunan DDE miktarının (tarım
zehrinin parçalanmış hali) mezarın diğer bölgelerindeki DDE
miktarından 50 kat fazla olduğu bilgisinin de göz ardı edildiğini
belirledi. Diğer bir önemli tespit ise raporun ham analizlerinde
görülen hekzaklorobenzen (HCB) isimli zehrin sonuç kısmında yer
almaması oldu. Heyet, bu kritik verilere ve Özal’ın vücudunda
birden fazla zehir bulunmasına raporda yer verilmemesine dikkat
çekti.
KADMİYUM ANALİZLERİ EKSİK
Bağımsız bilirkişi heyetinin hazırladığı raporda, Özal’da
karaciğer, kemik iliği tozunda, beyinde, sabunlaşmış dokuda bulunan
kadmiyum (cd) analizleri yapılış şekli de eleştirildi. Özal’da
tespit edilen kadmiyum miktarıyla ilgili genelde 1 ppm (zehirlenme
miktarı) altındaki değerleri sonuç raporuna yansıdı. Bunun da
Türkiye’deki normal popülasyon sonuçları ile literatürdeki
değerlerle uyum gösterdiği belirtildi. Fakat süreçte X-ray
fluorescence (XRF) yöntemiyle yapılan incelemede kadmiyum değerinin
18,15 ppm bulunması dikkate alınmadı. Burada bir miktar bulaşma söz
konusu olduğu ifade edilmesine rağmen tekrar XRF cihazında analiz
yapılmaması önemli bir eksiklik olarak gösterildi. İncelemeler
sonucunda ayrıca XRD analizi de yapıldı. Burada da kadmiyum tuzları
bulunduğu gerekçesiyle kemik dokusunun yedek olarak alınan örneği
TÜBİTAK’a gönderildi. Fakat TÜBİTAK’ta XRF yöntemi çalışılmadı.
Onun yerine ICP-MS analizi yapıldı. Sonuç ise 0,046 ppm bulundu. Bu
da kabul edildi.
BÖBREK ANALİZLERİ YAPILMADI
Hazırlanan raporda ciddi bir eleştiri de analizlerin kadmiyumda ani
zehirlenmeleri gösterecek böbrek analizlerinin yapılmasına geldi.
Normalde kadmiyum zehirlenmesinde kronik maruz kalma kemikte
kendini gösterirken, akut (ani) zehirlenmelere böbrekten bakılması
gerekiyor. Fakat bu analizler Adli Tıp incelemelerinde yapılmadığı
aktarılıyor. Kadmiyum böbreklerde biriken ve kan kimyasını da bozan
ağır bir metal olarak biliniyor.
Dışarıdan bilirkişilerin yaptığı çalışmada kimyasal analizlerde
tespit edildiği halde raporun sonuç kısmına girmeyen iki zehre daha
dikkat çekildi. Hekzaklorobenzen (HCB) ve hexabromobenzene (HBB)
isimli zehirlerin varlığına vurgu yapılmaması, bunlara ilişkin
detaylı çalışma yapılmaması da eleştirildi. Savcılığın isteği
üzerine raporun tümü ve eklerini inceleyen ekip, özellikle HCB
oranının normalin çok üzerinde olduğunu tespit etti. Fakat bunun
miktar tayininin ve açıklamasının raporun sonuç kısmında yer
almaması eksiklik olarak görüldü. Aslında HCB söz konusu Adli Tıp
Kurumu raporunun sonuç kısmında sadece bir cümle ile geçiyor.
Kurul, Adli Tıp Kimya İhtisas Dairesi Toksikoloji Şubesi raporuna
atıfta bulunarak, ‘arama sonuçlarında DDE’nin ve yine bir pestisit
olan HCB’nin maddelerine rastlanıldığının belirtildiği’ şeklinde
aktarılıyor.
ZEHİR TOPRAKTAN GEÇSEYDİ, HER YERDE MİKTARI BENZER
OLURDU
Savcılığın talebiyle Adli Tıp Kurumu raporunu inceleyen bağımsız
bilirkişiler, Özal’ın naaşının bulunduğu mezarın etrafından alınan
farklı toprak numunelerinde belirlenen değişik DDE zehri
miktarlarının iyi yorumlanmadığı görüşünde. İncelemelere göre,
Özal’ın mezarın yan duvarlarında DDE oranı 0,8823 ppm (zehir
miktarı) değerindeyken bu mezarın tam altındaki noktada 49 ppm’ye
çıkıyor. Kısaca yaklaşık 49 kat daha fazla. Bu da gösteriyor ki
Özal’ın naaşındaki zehir topraktan değil bizzat naaşında vardı ve
yıllar içinde naaşının oturduğu taban kısmında birikti. Uzmanların
görüşüne göre, eğer zehir toprakta olsa idi mezarın her bölgesinde
miktarı aynı ya da benzer olurdu. Bu durumla bağlantılı diğer bir
önemli konu ise Özal’ın otopsisinde tespit edilen başta DDE ve
diğer zehirlerin 19 yıl boyunca tekrarlayan su birikmelerinin
etkisiyle ciddi anlamda konsantrasyon (çözünen madde miktarı)
kaybına uğramış olabileceği.
Uzmanlara göre, gerek DDE gibi zehirler, gerekse kadmiyum gibi ağır metallerle ilgili olarak bulunan sonuçlar değerlendirilirken 19 yıllık süre, yıkım ve yarılanma açısından da ele alınmalıydı. Buna göre farklı açıklamalar getirilmeliydi. Rapora göre, yağan yağmur ve toprağın emdiği su düşünüldüğünde zehir miktarı yıllar boyunca azalma göstermiş olmalı. Tartışmalı Adli Tıp Kurumu’nun raporunda, Özal’ın vücudunda yapılan incelemede zehir tespit edildiği aktarılıyor, ancak, Özal’ın ‘dışarıdan bir müdahaleyle zehirlendiğine dair bir bulguya rastlanmadığı’ ifade ediliyordu.