Özal, Yılmaz'la nasıl tanıştı?
Abone ol12 Eylül askeri darbesinin ürünü ANAP'ın kurucusu Turgut Özal, partiyi eriten ve yoketme aşamasına getiren Mesut Yılmaz'la hangi koşullarda, nerede tanıştı?
BARIŞ
YARKADAŞ
Kongre Yarışı’ndaki ANAP
Türkiye’nin zor bir süreçten geçtiği günlerdi. Askerler, 12
Eylül 1980’de Kenan Evren liderliğinde
yaptıkları darbeyle yönetime el koymuş, Süleyman
Demirel’in Başbakan olduğu hükümeti ve parlamentoyu
feshetmişti. 16 Ekim 1981’de ise bütün siyasi
partiler kapatılmıştı. Halk şaşkın, siyasiler çaresizdi. Ülke bir
anda belirsizliğe sürüklenmiş, “Bundan sonra ne
olacak?” soruları sorulmaya başlanmıştı.
Askerler, bu sorunun daha fazla sorulmasına olanak vermeden
darbeden sekiz gün sonra, 20 Eylül 1980’de yeni
bir hükümet atadı.
Bu hükümetin Başbakan’ı emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı
Bülent Ulusu’ydu. Ulusu’nun yardımcıları ise
Zeyyat Baykara ve sonradan yıldızı parlayacak olan
Turgut Özal’dı. Özal, darbe öncesi Süleyman
Demirel hükümetlerinde görev almıştı. Dünya Bankası’nda
çalıştığı yıllarda ise yabancı dilini geliştirmiş, dış çevrelerle
ilişkilerini pekiştirmişti.
Darbe öncesi alınan 24 0cak 1980 kararlarının da
mimarlarından olan Özal, ekonomiye hakim bir
kurmaydı. Ulusu hükümeti ekonomik kararlarda, Özal’ın
ağzından çıkacak sözlere bakıyordu.
Askerlerin tam desteğiyle görev alan hükümet, öncelikli olarak
ekonomiyi düzlüğe çıkarmayı hedefledi. Asayiş ise güvenlik
kuvvetlerinin kontrolündeydi. Ulusu askerlerle ilişkiyi
sağlıyor, ekonomik kararların uygulanabilmesi için
alınması gereken tedbirler konusunda destek istiyordu.
Muhalefetin yokedildiği, ezildiği bir dönemde, ekonomiyi
yönetmek ise hayli kolaydı.
12 Eylül, muhalefeti etkisizleştirmişti. Siyasi
partilerin liderlerine “yasak” getirilmesi, Ulusu hükümetinin işini
kolaylaştırmıştı. Yapılan halk oylamasında eski liderlere
getirilmesi düşünülen yasağa yüzde 92 gibi bir oranda
“evet” oyu verilmesi, Türkiye’yi hükümet
açısından, “dikensiz gül bahçesi”ne
çevirmişti.
Ancak, Türkiye uygulamayı düşündüğü ekonomik program dolayısıyla,
tüm dünyanın gözlerinin üstüne çevrildiği bir ülkeydi de aynı
zamanda. Piyasasını dünyaya açmaya çalışan Türkiye, Batı’nın sık
sık eleştirilerine uğruyordu.
Askerlerin atadığı hükümetin “demokratik
açılımlardan” uzak olduğunu dile getiren Batı, tek partili
sistemin Avrupa normlarına ters düştüğünü ifade ediyordu. Bu
eleştiriler, insan hakları ihlalleri iddialarıyla da
güçlendiriliyor, şeffaf olmayan bir yönetim, Batı açısından kabul
edilemez olarak niteleniyordu.
CEZAEVLERİ KANAYAN BİR YARAYDI!
Bir yandan ise, cezaevlerinde, insanlık dışı uygulamalar tüm
hızıyla sürüyordu. Siyasi düşüncelerinden ötürü cezaevlerine
konulmuş binlerce kişi, ideolojilerinden arındırılmaya çalışılıyor,
her türlü işkenceye maruz kalıyordu.
ÖZAL’IN PROJELERİ UYGULANIYOR
Siyasi arenada bunlar olurken, ekonomide ise
Özal’ın önerdiği projeler hayata geçiriliyordu.
Özal’ın projelerinden biri de Bankerlik
sistemiydi. Özal’a göre, Türkiye ekonomisi bankacılık
sistemini güçlendirecek, böylece “paradan para
kazanacaktı.” Özal, bu projesinin hayata geçmesi için
gerekli yasal düzenlemeyi yaptırdı. Türkiye artık bankerlik
sistemiyle tanışacaktı. Türkiye’nin ilk bankeri ise Banker
Kastelli olarak tanınacak olan Cevher Özden’di. Özden,
Özal’ın yakın çevresindeki isimlerden biriydi.
Parası olan ve bunu kullanmak isteyen bir işadamıydı.
Özal’ın deyimiyle, “hür teşebbüsçü”ydü. Özden
bu gelişmelerin ardından elini çabuk tutmuş, TRT’de reklamlara
başlamıştı. Özden, tüm halkı parasını bankasına yatırmaya
çağırıyordu.
Ünlü sanatçıların rol aldığı “Banker Kastelli”
reklamları Türkiye’de günün konusu olmuştu. Mütevazı banka
reklamlarının ardından gelen bombardıman, kısa sürede etkisini
gösterdi. Kastelli, beklemediği bir ilgiyle karşılaştı.
Herkes kısa sürede zengin olmanın hayallerini kurmaya
başlamıştı. Bu hayal, aynı zamanda Özal’ın ekonomik
felsefesiydi de. Özal, “Her mahallede bir milyoner
yaratacağız” diyen Bayarların, Mendereslerin geleneğinden
geliyordu.
Ancak, işler hiç de sanıldığı gibi yolunda gitmedi. Banka
reklamları etkisini göstermişti ama, parasını yatıran ve kara
geçmek isteyen mudiler, beklentilerinin karşılığını
alamamıştı. Kısa bir süre sonra Banker Kastelli’nin
yurt dışına kaçması ve paraları ödememesi, tam bir “şok
etkisi” yaratmıştı. Muhalefeti sindiren
askerler, “Banker rezaleti”yle karşı karşıya kalmıştı.
Parasını kaptıran mudiler ise, bir araya gelmeye başlamış,
muhalefet odağı haline gelmişti. Ülkenin gündemine damgasını vuran
tek olay vardı: Banker rezaleti...
Toplum 12 Eylül'ün yaratmak istediği noktaya gelmişti. Banker
Kastelli olayı, bunun ipuçlarını veriyordu. Paranın
egemenliğini kurmak isteyenler, yapmak istediklerini
başarmıştı. Toplumun büyük çoğunluğu, "para"dan başka
birşey konuşmuyordu. Ne hak ihlalleri, ne askerlerin
anti-demokratik uygulamaları...
DARBE SONRASI İLK KRİZ
Tarih 1982’nin başlarını gösteriyordu. Özal ne
yapacağını şaşırmıştı. Askerler bastırıyor, sorunu çözmesini
istiyordu. Milli Güvenlik Konseyi toplantısında
“Banker Rezaleti”nden dönemin Maliye Bakanı
Kaya Erdem’in sorumlu tutulması, Özal’ı iyice zor
durumda bıraktı. Erdem bir süre sonra istifa etti.
Askerler, Erdem’in yerine, güvendikleri bir isim olan Adnan
Başer Kafaoğlu’nu atadı. Kafaoğlu’nun bu göreve atanması
ise, Özal’ı hayli sinirlendirdi. İlk tepkisini “Biz ekip
çalışması yapıyoruz. İki başlı ekonomi politikası olmaz”
diyerek gösterdi. Ancak, askeri yönetimin kararı kesindi.
Toplantı bitiminde evine giden Özal, makam arabasına
atladığı gibi Side’ye doğru yola çıktı. Onun Side yolunda
olduğunu öğrenen MGK, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı ve
Başbakan Yardımcılığı görevini iptal etti. Henüz görevinden
istifa etmemiş olan Özal’ın makam arabası Afyon’da elinden
alındı. Neye uğradığını şaşıran Özal, yoluna sivil bir
araba ile devam etti. Side, Özal’ın Ulusu ile yollarının ayrıldığı
ve yeni bir partinin ilk adımlarının atıldığı günlere tanık
olacaktı.
YENİ PARTİNİN TEMELLERİ ATILIYOR
Turgut Özal
kararını vermişti. Yeni bir parti kuracak ve yoluna devam edecekti.
Ancak önünde iki engel vardı: “Abi” dediği
Süleyman Demirel ve askeri rejim. Özal, bu
engellerden ilki olan Demirel’i kolayca aştı. “Parti kurmak
için kimseden icazet almam” dedi ve tüm köprüleri
attı.
Demirel ise, “Tapulu arazime gecekondu kurdurmam”
diyerek, Özal’a geçit vermeyeceğini söylüyordu. Köprüler atılmıştı.
Bir süre Side’de kalan Özal, yakın çevresindeki isimlerle tek tek
konuştu. Türkiye üzerine görüşlerini dile getiren Özal, politik
arenaya yeni kavramlar da sundu.
Bunlardan biri de yeni kuracağı partinin “anahtar
sözcüğü” olan “dört eğilimi
birleştirme”ydi. Özal’ın yakın çevresine anlattıklarına
göre “milliyetçilik, muhafazakarlık, serbest piyasa ekonomisi,
sosyal adalet”e inanan tüm kesimler bu partinin altında
birleşebilecekti. Ekonomi felsefesini “Serbest piyase
ekonomisi” olarak açıklaması ise tüm iş çevrelerinin
gözlerini Özal’a çevirmişti. Özal’ın düşünceleri, iş adamlarınca
kolayca benimsendi.
İş çevrelerinin de desteğini alan Özal, elini daha çabuk tutmaya
başladı. Side’de toprağa serpilen fikir, İstanbul’da tohum
verdi. Parti kurma çalışmaları İstanbul’da daha da
hızlandı. Sıra diğer engele gelmişti, yani askerlere. Özal, bu
engeli de aşmak için soluğu Ankara’da aldı. Devlet Başkanı
Kenan Evren’in huzuruna çıkan Özal,
fikirlerini anlattı ve şunu sordu:
“Ben parti kurarsam, tavrınız ne olur?”
Evren,
“Sizin için yasak sözkonusu değil” dedi.
ÇALIŞMALAR HIZLANIYOR
Evren’den bu sözleri
duyan Özal, artık daha rahattı. Devlet Başkanı Evren’in sözü, onu
hayli rahatlattı. Yakın çevresine gelişmeleri anlattı ve bu kez
yurt dışına, Amerika’ya doğru yol aldı.
Dünya Bankası ve IMF ile çeşitli görüşmeler yapıp döndüğünde,
“serbest piyasa ekonomisi” görüşünü daha kararlı
savunuyordu. Kendine daha çok güveniyordu. Özal, dış desteği de
arkasına almış olmanın verdiği rahatlıkla,
Çankaya’nın kapısını bir kez daha çalıyor ve
Evren’e soruyordu:
“Kararınızda bir değişiklik oldu mu?”
“Hayır,
parti kurabilirsiniz.”
“Seçimi kazandığımız taktirde iktidar olur
muyuz?”
“Tabii ki olursunuz”
TÜRKİYE SEÇİM SÜRECİNE HAZIRLANIYOR
Artık
hiçbir engel kalmamıştı. Türkiye, zaten seçime hazırlanıyor,
askerler görevi sivillere devretmeye hazırlanıyordu. Çünkü,
askeri yönetim Türkiye’nin atmak istediği bir çok adımın önünde
engel gibi görünüyordu. Dünya, Türkiye’yi askeri rejim
görüntüsünden kurtulması için baskı altında tutuyordu. Konjonktür,
bir seçimi zorunlu kılıyordu. Askerler, bunun için adımları
atmış, ülke seçim sürecine sokulmuştu.
Ancak seçime girecek olanlar, MGK onayından geçiyor “veto” yemediği
taktirde siyasete hazırlanıyordu. İsmet İnönü’nün oğlu
Erdal İnönü bile bu vetodan kurtulamamıştı. İnönü’nün veto
yemesi, birçok insanın gözünü korkuttu. İnönü’ye izin verilmediğini
gören siyasilerin bir çoğu, yıllarca geride durdu. Özal ise gerekli
görüşmeleri yapmıştı. Bu yüzden korkusu yoktu. Görüşmeler
sonucu ortaya çıkardığı 37 kişilik bir liste
vardı.
37 kişinin içinde, Erol Aksoy, Cahit Aral,
Veysel Atasoy, Cemil Çiçek, Bedrettin
Dalan, Vehbi Dinçerler, Hüsnü Doğan,
Adnan Kahveci, Cavit Kavak, Halil Şıvgın,
Şadi Pehlivanoğlu, Güneş Taner, Mustafa
Taşar gibi isimler vardı. Partinin İçişleri Bakanlığı’na
sunduğu kuruluş listesinde, 36. sırada yer alan A.
Mesut Yılmaz ise kimsenin tanımadığı genç
biriydi.
“KİM BU SAKALLI OĞLAN?”
Mesut Yılmaz, Leyla
Yeniay Köseoğlu’nun oğlunun liseden arkadaşıydı. Köseoğlu ise,
Semra Özal’ın.
Parti kurma çalışmaları esnasında, Semra Özal,
Köseoğlu’na kurucu üye olması için teklif götürdü. Köseoğlu teklifi
kabul etti kısa bir süre sonra ise yeni bir teklifle geldi:
Mesut Yılmaz adlı bir genç var, partiye
katalım.
Gazeteci Sırrı Yüksel Cebeci'nin
Günaydın Gazetesi için hazırladığı bir dizide yer
alan bilgiye göre, Özal, Köseoğlu’nun bu teklifi üzerine,
“Getir bir görüşelim” dedi. İstanbul
Şişli’deki Sıddıklar Apartmanı’nda tarihi görüşme
gerçekleşti.
Özal, Almanya’da okumuş, yüzü pek gülmeyen,
tanıyanların “burnu havada, ukala” dedikleri,
ciddi görünümlü Yılmaz’a ısınamadı. Yılmaz, yüzünü kaplayan
sakallarından geride kalan haliyle soğuk bir görüntü çiziyordu.
Büroya ilk girdiklerinde de “Kim bu sakallı oğlan?” diye
sormuşlardı. “Sakallı oğlan” bir süre sonra
Özal’ın en yakınındaki isimlerden biri olacak ve Adnan Kahveci’yle
birlikte “Kurucular Listesi” ne girecekti.
Görüntüsüne ısınamadığı genci kurucu üye yapan Turgut Özal,
kendisini eleştirenlere, “Adama ihtiyacımız var, kimseyi
dışlamayın” diyordu.
KURULUŞ DİLEKÇESİ VERİLİYOR
Çevresine genç
isimlerden ve aile çevresinden onlarca insanı toplayan
Turgut Özal, 20 Mayıs 1983'te,
İçişleri Bakanı Selahattin Çetiner’i ziyaret etti
ve partisinin kuruluş dilekçesini verdi. Partinin adı
Anavatan, amblemi Türkiye haritası üzerinde bal
yapan arı, Genel Başkanı ise Turgut Özal’dı.
Adresleri Ankara Kennedy Caddesi 144 numarasını taşıyan üç
katlı bir binaydı. Görev bölüşümü yapılmış, işe
koyulmuşlardı. Ancak bir süre sonra önlerine çıkan engel
morallerini bozacaktı. Çünkü, MGK kurucu üyelerden Erol
Aksoy, Cemil Çiçek, Cavit Kavak, Hüsnü
Doğan, Muzaffer Atılgan, Adnan Kahveci ve
Şadi Pehlivanoğlu’nu veto etmişti.
Ancak 30 üyenin kurucu olması onaylandığından, kuruluş
tamamlanmıştı. Sıra 6 Kasım 1983’te yapılacak olan
seçimlere hazırlanmaya gelmişti. Türkiye, 80 darbesinin ardından
ilk kez seçime gidecek, "demokrasiye geçiş" olarak
adlandırılan süreci hızlandıracaktı. Seçime hazırlanan üç
parti ise “oy” ve hükümetin kurulması için yetki
isteyecekti.
Ülkede seçim çalışmaları tüm hızla sürerken, Türk halkı otobüsün
üstünde konuşan, rahat görünümlü, ellerini başının üstünde
buluşturan ve “dört eğilim”i birleştirmekten söz
eden Turgut Özal’ı daha yakından tanıyordu.
Özal’ın orta kesimleri temsilen söylediği “orta direk” sözü ise
hayli tuttu. “Orta direk” Türk halkını tarif
ediyordu.
YARIN:
ASKERLER ANAP'IN ÖNÜNÜ AÇIYOR