Öyle bir hastalığa yakalandılar ki
Abone olDilek kardeşler ve diğer bütün kseroderma pigmentozum hastaları, karanlık evlerine mahkum bir hayat sürüyor.
Güneşten gelen ultraviyole ışınların yolaçtığı
kseroderma pigmentozum hastalığına yakalanan Serap Dilek (9) ve
Esmanur Dilek (6) kardeşler, karanlık evlerine mahkum bir hayat
sürüyor. Onlar ve bu hastalığı taşıyan
çocuklar için güneş altında 1 saat kalmak aslında bin saat kalmak
anlamı taşıyor.
Bulutlu havalar da dahil, gün ışığına her çıktıklarında ultraviyole
ışınların derilerine ciddi hasar vermesi sonucu kanser oluşuyor.
Giderek büyüyen hastalığın, tedavisi sadece cerrahi yöntemlerle
yapılabilen yaralar açıyor.
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Dermatoloji Klinik Şefi Prof. Dr. Ahmet Metin, bu tür hastaların,
özel olarak korundukları zaman hayatlarına normal insanlar gibi
devam edebildiklerini, gece işlerinde çalışabileceklerini
belirtti.
HASTALIK SEBEBİYLE PERDELER GÜNDÜZ SAATLERİNDE BİLE SIKI
SIKIYA KAPALI
Van’ın Gönderme Köyü’nde hayatlarını sürdüren Orhan ve Çiğdem Dilek
çiftinin 5 çocuğundan ikisi kseroderma pigmentozum hastası. Serap
ve Esmanur kardeşler, şu anda Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Atatürk
Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tedavi görüyorlar. Dilek
kardeşlerin kaldığı hastane odasında, perdeler gündüz saatlerinde
bile sıkı sıkıya kapalı, floresan lambalar açılmıyor. Hastalığı
nedeniyle hiç okula gidemediğini söyleyen Serap, neden okula
gitmedin sorusuna, “Güneşten dolayı” cevabını veriyor.
Serap, okula gitmediği halde okumayı tek başına televizyondan
öğrenmiş. Bazen arkadaşlarının eve geldiğini, gün boyunca
televizyon izlediğini ya da kendi deyimi ile ‘harf harf’ kitap
okuduğunu söylüyor. ‘Toplama-çıkarmayı biliyor musun?” sorusu
üzerine, “Onları bilmiyorum.” diyor. En çok yapmak istediği şey
okula gitmek olan Serap’ın hayali ise ileride öğretmen olmak.
Dilek ailesinin en küçük üyesi Esmanur ise hastalığından habersiz
annesi ile vakit geçiriyor.
"İKİ YAŞINA GELDİĞİNDE YANAĞINDA SİVİLCE
ÇIKTI"
Serap’ın babası Orhan Dilek, kışın köyde kaldığını, yaz aylarında
ise inşaatlarda çalışmak için başka şehirlere gittiğini ifade etti.
Çocuğu gün ışığına çıktığında hep huzursuz olduğunu söyleyen Orhan
Dilek, kızının hastalığının nasıl ortaya çıktığını şu sözlerle
anlattı: “İki yaşına geldiği zaman yanağında sivilce çıktı. Ben
gurbette idim. Babam bana telefon açtı. Babam götürdü. Özel
doktorlar vardı o zaman. Özel polikliniğe de götürdük. Demiş, bir
şey olmaz. Birkaç sefer getirmiş- götürmüş; bir şey olmaz, bir şey
olmaz… Bir baktık kızın yüzünü kapadı. Ondan sonra ben döndüm.
Bana, bir şey olmaz, geçecek dediler. Bu hastalık kötüdür, geçmez;
demediler. Ondan sonra Van’a gittik. Araştırmaya sevk ettiler,
gittik bize dediler. Gözden ameliyat da oldu. Sonra Cerrahpaşa’ya
sevk ettiler. Cerrahpaşa’ya geldik. Cerrahpaşa’da bir aydan fazla
kaldık. Orada bizi taburcu etti. Ankara’ya geldim. ikinci sefer
Ankara’ya geliyorum.”
Çocuklarının kontrolünün her ay Van’da da yapıldığını söyleyen
Orhan Dilek, Ankara’ya gelmelerine vesile olan Yıldırım Beyazıt
Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dermatoloji
Klinik Şefi Ahmet Metin ile depremden sonra destek ziyareti
amacıyla orada bulunurken tanıştığını anlattı. Prof. Dr. Ahmet
Metin, deprem ardından Van’da yaşanan sıkıntılar nedeniyle çocuğun
Ankara’ya getirilmesini istemiş. Dilek, “Ahmet Hocam deprem
nedeniyle Van’a gelmişti. Van’a geldiğinde tanıştık. ‘Ankara’ya
getirin’ dedi.” diye konuştu.
"BU HASTALIK KOMŞU KÖYDE DE VAR"
Eşi ile uzaktan akraba olduklarını, köylerinde bu hastalığı taşıyan
başka birinin bulunmadığını belirten Dilek, fakat akrabalarının da
bulunduğu komşu köyde olduğunu dile getirdi.
Hastalıkları nedeniyle çocukların okula gidemediğini anlatan Dilek,
“Gece-gündüz içerdeler, karanlık odanın içinde. Perdeler sürekli
kapalı, ampul lambaları kullanıyoruz. Hava karardığında, güneş
olmadığı zamanlarda dışarı çıkıyorlar.” dedi.
Dilek, dışarı çıktıklarında çocukları gün ışığından koruyacak
herhangi özel bir gözlük ya da giysinin bulunmadığını, almaya
gücünün yetmediğini duyurdu. Dilek, tek isteğini şu sözlerle ifade
ediyor: “Bir hayırsever, bir milletvekili ya da başbakanımız
bunlara yardım etsin, bunlar iyileştirilsin. Ben başka hiçbir şey
de istemiyorum. Sadece çocuklarım iyileşsin.”
"HASTALIĞIN ORTAYA ÇIKMASI İÇİN ANNE VE BABADA BOZUK GENİN
TAŞINMASI GEREKİYOR"
Çocukların Ankara’ya gelmesine vesile olan Dilek kardeşlerin
doktoru Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Dermatoloji Klinik Şefi Prof. Dr. Ahmet Metin, hastalığın
isminin kuru ve lekeli deri anlamına geldiğini söyledi. Genetik bir
hastalık olduğunu kaydeden Metin, “Ortaya çıkabilmesi için hem
anneden hem babadan bozuk genin taşınması gerekiyor. Bu hastalık
çocuk yaşlarda ortaya çıkıyor. Çocuklarda güneşin ultraviyole
ışınlarına karşı aşırı bir hassasiyet var. Normal insanlara göre
yaklaşık bin kat daha duyarlılar. Bunun neticesinde çok sık güneş
yanıkları oluyor. Erken dönemde güneş yanıkları, güneşe çıkamama,
gözlerde yanma, kızarma belirtileri veriyor. Ardından güneş
yanıklarının yerinde yaralar ve bu yara yerlerinde lekelenmeler ve
ciltte kuruma meydana geliyor.” şeklinde konuştu.
Metin, normal insanlarda ancak çok ileri yaşlarda ve güneş altında
çalışanlarda görülen değişikliklerin bu hastalarda hayatın henüz
ilk yıllarında ortaya çıktığını aktardı. Sonrasında da ilerleyen
değişiklikler olduğunu ifade eden Metin, hem bu kanserlerden hem
açılan yaralardan gelişen enfeksiyonlarla çocukların kaybedildiğini
aktardı.
Hastalığın 6 ay ila 2 yaş arasında belirti verdiğini dile getiren
Metin, hastalık yaklaşık 6 yaşına kadar devam ettiğinde daha çok
deride ve gözde kanserlerin ortaya çıkmaya başladığını söyledi.
Metin, “Aslında hayatın ilk yıllarında maruz kaldıkları güneş
ışınları bütün yaşamları boyunca kanser oluşumu için yeterli olup,
10 ila 20 yaş arasında genelde bu vakaları kaybediyoruz. Dikkat
edilmediğinde, korunmadığında akıbetleri kaçınılmaz şeklide bu
oluyor.” diye ifade etti.
"BU ÇOCUKLAR GÜN IŞIĞINDAN HATTA FLORESAN LAMBALARDAN UZAK
TUTULMALI"
Bu çocukların, güneş ışığından hatta floresan lambalardan uzak
tutulması gerektiğini aktaran Metin, şöyle devam etti: “Evde de
önlem alınmalı. Ev ve taşınacaklarsa araçların camlarının, özel
filtreler ile kaplanması gerekiyor. Dışarı çıkmaları çok zaruri ise
özel giysilerle deri alanlarının kapatılarak dışarı çıkartılmaları
gerekiyor. Türkiye’de böyle bir imkan yok. Aile çocuğunu
getirirken, en arkalardan koltuk almış, üzerlerini de kapayıp öyle
getirmişler.”
"FİZİKSEL ENGELLİ ÇOCUKLARA SAĞLANDIĞI GİBİ BU ÇOCUKLARA DA
İMKAN SUNULMALI"
Bugüne kadar bu çocukların kaderine terk edildiğini aktaran Metin,
zihinsel ya da fiziksel engellilere sağlandığı gibi çeşitli
destekler verilmesi gerektiğinin altını çizdi. Kseroderma
pigmentozum hastalarının, en az 3 ila 6 ay arasında kontrolden
geçirilmesi gerektiğini kaydeden Metin, “Belirtiler konusunda
aileler bilinçlendirilmeli, erken değişikliklerin fark edilmesi
durumunda çocukların hemen sağlık birimlerine götürülmesi
gerekiyor.” şeklinde konuştu.
Hastalığın saptandığı ailelerde, genetik araştırmanın yapılıp, yeni
doğan çocuklarda bu hastalığın olup olmadığının henüz bebeklik
dönemlerde ortaya konmasının önemini vurgulayan Metin, hastalığın
ihbarının zorunlu olması, bir kayıt ve takip sistemi oluşturulması
gerektiğini dile getirdi. Prof. Metin, şunları ifade etti: “Takip
ve tedavinin yapılması anlamında Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak göreve hazırız.” Prof.
Metin, bu kişilerin, özel olarak korundukları zaman hayatlarına
normal insanlar gibi devam edebildiklerini, gece işlerinde
çalışabileceklerini söyledi.
"ABD VE AVRUPA’DA DAHA AZ GÖRÜLMESİNE RAĞMEN HASTALIĞI KONU
EDİNEN FİLMLER, ŞARKILAR YAPILMIŞ"
Van bölgesinde 11 yıl boyunca çalıştığını aktaran Prof. Metin, “Çok
sayıda hasta takip ettim. Van’da 30-40 binde bir olacak şekilde
hastalık görülüyor. Orada 20 civarında hastamız vardı, sonra yeni
hastalar eklendi. Kaybedilen vakalar oldu.” şeklinde konuştu.
Hastalığın görülme sıklığının ABD’de 1 milyonda 1, Avrupa’da 250
binde 1 olduğunu dile getiren Metin, şunları dile getirdi:
"Hastalık hem hekimler için, hem aile için hem de çocuklar için
büyük bir trajedi taşıyor. Bir şey yapılamadığını hissetmek, bir
şey yapılamadan böyle beklemek çok acı verici. Bu anlamda kültürel
alanda hastalığa değinen ülkeler olmuş. Nicol Kidman’ın ‘Ötekiler’
adlı sinema filmi, bu hastalığın dramını yansıtıyor. Joan Baez’in
şarkılarında da karanlığın çocukları olarak bahsedilen bunlar.
Yabancı ülkelerde bu çocukları gerek psikolojik gerek sosyal
aktiviteler anlamında rahatlatmak adına çeşitli etkinlikler ve
destekler var. Kamplar düzenlenmiş. Bu çocuklar geceleri dışarıda
geziyor, eğitimlerini alıyorlar, dolaşıyorlar, oynuyorlar, diğer
sosyal aktivitelerde bulunuyorlar. Gündüzleri uyuyorlar. Bizde çok
daha fazla görülmesine rağmen ne yazık ki bir şey yapılmıyor. Bu
anlamda konuyla ilgili yeni gelişmeler olmalı, ben yapılacağına
inanıyorum. Bunları yapmaya gücümüz, imkanımız ve birikimimiz var.
Yeter ki girişimler başlatılsın.”