Osman Sınav'dan dobra dobra

Abone ol

Nuriye Akman'ın konuğu Kurtlar Vadisi'nin yapımcısı Osman Sınav'dı. Akman, Sınav ile devletin kutsallığı konusunda anlaşamadı. Yine de, ilginç bir röportaja imza attı.

Osman Sınav’la üç yıl önce Deli Yürek filmi nedeniyle görüşmüştüm. Arada Kurtlar Vadisi projesini hayata geçirdi, ortalığı sarstı ve bir gün diziyi bedelsiz terk etti.

Kurtlara doymuştu, artık hayallerinin götüreceği yere gitmek istiyordu. Bir Türk yönetmenin Hollywood için film yapması herkes gibi beni de heyecanlandırıyor. İlk haberleri yazın duyduğumuz proje hangi aşamada, merak ettim. Filmi sanki ben çekiyormuşum gibi sevinçle Sinegraf’ın kapısını çaldım. Bu kez de üç yıl önceki gibi mesleki iddiasını beyefendiliği ile harmanlamış bir insan buldum. Fakat devletin kutsallığı konusunda anlaşamadık ve onun kapattığı eski defterleri yeniden açma isteğim nedeniyle zaman zaman sabrını taşırdım. Seviyeli insanlarla tartışmanın zevkini hiçbir şeye değişmem...

Türk-Amerikan ortak yapımı film projeniz vardı. Nedir son durum?

Türkiye’de filmleri çok kısa sürede yaptığımız için üç ay sonra filmi görelim istiyorlar. Ben de sabırsızlanıyorum; ama Hollywood’da üç ayda senaryosu yazılıyor. Yazıyorlar çöpe atıyorlar, yazıyorlar çöpe atıyorlar. Amerikalı senaristimiz Türkiye’de şu anda. İnsanlarla tanıştırıyorum. Çünkü yazacağı senaryoda Türk karakterler de var ve burada çekilecek. Adını henüz koyamadık. Bir aksiyon filmi olacak. Ama arkasında hiçbir fikri ya da zikri olmayan bir film değil. Türkiye’den ve Amerika’dan Ortadoğu’ya bir bakış olacak. Senaryomuzun birinci yazımı şubatta biter. Ben filmin yönetmeni olarak “Tamam işte bu filmi çekmek istiyorum” deyinceye kadar yazım devam edecek. Amerikalı oyuncu seçimini prodüktör olarak ortağım Peter Hoffman’la birlikte yapacağız. Türk oyuncuları bana bırakıyorlar. Birincisi zaten belli. Kenan İmirzalıoğlu olacak. Onun dışında bir bayan Türk oyuncu olacak. Haziran sonu çekime gireceğiz. 2005 Aralık’ı veya 2006 Ocak’ı gibi de vizyon hedefliyoruz. Öngördüğümüz bütçe 12 milyon dolar civarında. Bunun yüzde 40’ını biz sağlayacağız. Bunun finansmanı bulunacak. Senaristimle mekanlar için Adana, İskenderun, Antakya, Van, Hakkari’ye gideceğiz. Sonra Antalya ve Kıbrıs yapacağız. Türkiye coğrafyasını mekan olarak iyi kullanacağız. Afganistan sahnelerini Van-Hakkari civarında çekmek istiyorum. Gerekirse Afganistan’a da gideceğiz.

Filmin arkasındaki fikir ve zikir nedir?

Dünyanın bu tarafında bir şeyler oluyor. Afganistan, Irak Savaşı, Amerika’nın Ortadoğu projesi. Dünyanın kalbi burada sıkışıyor. O sıkışmanın arkasında ne var, kim ne yapıyor olacak alt metinde. Ön planda Amerikalı bir asker olacak. Afganistan’daki bir olay nedeniyle, savaş baronlarının oyunu sonucu bir özel tim komutanı üç ay hapis cezası alıyor ve askerden atılıyor. Orada bulunan bir Türk kızı muhtemelen gazeteci ya da bir yardım kuruluşunun içinde yer alan birisi bu olaya tanık oluyor. Bu adam cezasını çekip atıldıktan sonra ülkesine dönmüyor. Çünkü onursal bir şey yaşadığı. Babası da asker, sistemin adamı. Kahramanımız da sistem için yetiştirilmiş; ama yaşadıklarından sonra sistemi sorgulayan bir adam haline geliyor. Türk kızı iyi yetişmiş, çok modern, İngilizceyi iyi bilen, Ortadoğu’ya, İslam kültürüne dair uzmanlığı olan bir profesörün kızı. Kızın, Türkiye’ye ve Ortadoğu’ya bir Amerikalı üst düzey askerden çok daha üst düzeyde ve geniş bir bakışı olacak.

Amerikalıların ‘İslam eşittir terör’ anlayışını değiştirme iddiası mı var bu filmin?

Bir filmle her şeyi çözemezsiniz tabii. Ama sade Amerikan vatandaşında, ‘İslam eşittir terör’ diye bir kavram var. Filmde bunun böyle olmadığına dair birtakım şeyler olacak. Kızın Müslüman olmasının altını çiziyoruz. Amerikalılar, karakterleri konuşurken, “Bu kız nasıl giyinir, herhalde başörtüsü takar” dediler. Dedim ki, hayır, böyle bir prototip çizmek doğru olmaz. Başını örtecekse bu, onun özel seçimidir. Onun kalbiyle, bedeniyle arasında kurduğu bir ilişkidir. Bu politik bir sembol haline gelmemeli. Senaristimin karısı da bir haftadır burada. “Buraya gelirken bin ayrı hayal kurabilirdim. Hiçbirisi gördüklerimle aynı değil. Gördüğümü hayal edemezdim, olağanüstü güzel bir yer burası.” diyor.

Peki sizin çizeceğiniz Müslüman karakter nasıl olacak?

Karakterin, Afganistan’da, şurada burada, içine karıştığı olay buraya uzandığında tavrı şu olacak: “Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır.” Bu bir hadis. Bu, ‘Müslüman teröre bulaşır’ demek değildir; ama Müslüman teröre izin vermez. Bir ayet var: “Bir insanı öldürmek, bütün insanlığı öldürmektir. Bir canı kurtarmak, bütün insanlığı kurtarmaktır.” Senaristimi ilahiyat, strateji, uluslararası ilişkiler uzmanlarıyla, tarihçilerle, terör uzmanlarıyla, Ortadoğu’yu bilen kişilerle görüştürüyorum. Laf döndü dolaştı başka bir ayete geldi: “Ben sizi farklı kavimler, farklı dinler, dillerden yarattım. Ta ki birbirinizle tanışasınız, konuşasınız ve iyilikte yarışasınız diye.”

Bunlar diyaloglara mı sinecek?

Evet. Olayların içinde, bakışların birbirleriyle çatıştıkları yerde ya da birbirlerine yaklaştıklarında bu temelde diyaloglar oluştuğunda, “İslam eşittir terör” mü, değil mi meselesi çok başka bir yere gidiyor insanların beyninde. Yani farklı olmamız aslında iyilikte yarışmamız, tanışmamız içindir. Birbirimize yardım etmek içindir. Bu yüzden ‘Tanrı insanoğlunu farklı yaratmıştır’ dediğinizde o transformasyon kendiliğinden filmin atmosferinde oluşuyor.

Hollywood’a film yapma imkanını sizden başka bir Türk yönetmen neden elde edemedi?

Hiçbir şey tesadüfen gelmez. Sebeplerin oluşması için çalışmak gerekiyor. Biz zaferden değil, seferden sorumluyuz. Ben yirmi yıldır her işimi uluslararası pazara taşımak amacıyla yaptım. Zaten bu hedef üzerinde yaşadığınız için, böyle kadrolaşıyorsunuz, böyle insanlarla temas kuruyorsunuz. Zamanı gelmişse oluyor. Bizim bu ilişkimizi kuran Pamir Demirtaş var. ABD’de yaşıyor, Türkiye’ye yabancı film ithal ediyor. Bir şey vesile oldu, tanıştık. Ertesi sabah Amerika programı yaptık. Ben bir hafta sonra Miami’deydim. Onlar da Hollywood’dan oraya geldiler ve bu işi konuşmaya başladık.

Özetle, aramakla bulunmaz; ama bulanlar arayanlardır.

Kesinlikle. Yola çıkmayana yol açılmaz.

Hollywood’da yönetmenler süper paralar alıyorlar. Hem yönetmensiniz, hem yapıma ortaksınız. Yani köşeyi döneceksiniz.

(Gülüyor) İnşallah. Ama ticari riskim yönetmenliğimden daha fazla. Prodüktör olarak batabilirim de. Prodüktör ortağı olarak, yönetmen Osman Sınav’ın ücretini de ben ödeyeceğim. Hollywood’da normal bir yönetmen ücreti neyse o bütçenin içinde Osman Sınav’a ödenecektir.

Hollywood’un klasik kalıplarından nasıl kurtaracaksınız kendinizi?

Hollywood, o kuralları ticari riske girmemek için oluşturmuş. Hele dünya pazarına bir iş yapıyorsanız yeni bir şey denemenin riski daha da büyüyor. O riski azaltmak için belirli kalıpların içinde hareket ediyorlar. Ama sinemanın ana sermayesi yaratıcılıktır. Yönetmen Osman Sınav, çok yeni ve çarpıcı şeyler yapmak istiyor. Ama prodüktör Osman Sınav, riskini minimuma indirmek istiyor. Bunun dengesini kurmaya çalışıyoruz.

Irak’ın, Afganistan’ın işgalinin altyapısı, Amerika’nın yıllarca etnik ve dini grupları kışkırtması, savaş tüccarlarının ceplerini doldurması, büyük şirketlerin oyunları vs. Bunları açıkça gösterecek misiniz?

Bunları göreceğiz. Makul bakış açısı oluşturmaya, olayları doğru bir tarihsel perspektife oturtmaya çalışıyoruz karşılıklı. Ortağım “Eleştireceğimiz bir tarafı varsa, Amerika’yı eleştirebiliriz.” dedi. Ama filmler politik olmamalı. Hangi ortamda olursa olsun, savaşta, barışta, başka bir yerde insanları anlatmalı. Sanat, siyasetin karşısında insanların kalbini doğru yere davet eden başka bir ışıktır. Çok fazla politize edersek onu kaybederiz.

Ama sizin aksini yaptığınızı, gerek Miroğlu tiplemesiyle, gerekse Kurtlar Vadisi’ndeki yaklaşımınızda devlete kutsallık atfetme, bu “kutsal devleti” de sevdirmeye çalışma gibi siyasi bir tavrınızın olduğunu düşünüyorum.

Ben, olması gereken devleti anlattım. Türkiye’de hiçbir dizinin ya da filmin yapmadığı kadar devlet yetkililerinin devlet adına yaptıklarının eleştirisini yaptım. Hiç kimse bunun dozunu bu kadar yükseltemez. Evet, ben devletimi seviyorum; ama onu yönetenlerin devlet adına yaptıklarını eleştirebilirim. O gider başkası gelir. Zaten onu eleştirmezsek devlet elden gider.

Ama siz seyirciyi bireyin devlet için var olduğuna inandırmaya çalışıyorsunuz sanki.

Hayır. Ben “Birileri devlet adına kötü bir şey yapıyor. Devletimiz de zaten kötü” denmesine karşıyım. Bu, çok tehlikeli bir yaklaşım. Ben, adalet talep eden bir topluluk olmamızı istiyorum. Bir ülkede halkın adalet talebi yoksa, ne demokrasi olur, ne cumhuriyet yaşar, devlet adına adaleti yürütenler çürümeye başlar. Bütün medeniyetler, adalet sistemi bozulduğunda çökmeye başlamıştır.

Sizin istediğiniz adaletten kuşku duyuyorum. Çünkü siz, devlete kutsallık atfediyorsunuz. Ne yapılırsa bu kutsal devlet adına yapılıyor.

Sizin için aileniz kutsal değil midir?

Ailenin kutsallığı başka. Ama devletim kutsal olamaz.

Devletim de benim uluslararası arenada ailemdir. Ama ailenizden birisi kötü bir şey yapabilir. Onu eleştirirsiniz, kavga edersiniz. Hatta aileden dışarı atarsınız. Devlet bana göre kutsaldır.

Asıl tehlike de bu. Devlete kutsal dediğin anda onun adına yapılan yanlışlar da kutsal oluyor.

Hayır, devleti idare edenler kutsal değildir. Devlet, devleti idare edenler değildir. Devlet bir sistemdir, bir fikirdir.

Ama insanlar eliyle yaşıyor bu fikir.

İnsanlar yanlış yaptığında diğer insanların adalet talep etmesi gerekiyor. Devletin de, birimleriyle, güçleriyle, devleti idare eden insanlar vasıtasıyla, kanunuyla adaleti tesis etmesi gerekiyor.

Hangi adaleti? Miroğlu’nda olsun, Polat tiplemesinde olsun, bence alttan alta Abdullah Çatlı tipine bir gönderme var. Kutsal devlet için kurşun sıkan kahraman!

Bunu söylerseniz, çok yüzeysel bakmış olursunuz. Miroğlu tiplemesi Dadaloğlu, Köroğlu gibi bizim kültürümüzde çok olan, halk kahramanı tipinin modern versiyonudur. Adaletin olmadığı yerde adalet talep eder. Benim soruşturma geçirmeme sebep olan bölümde şu vardı: Bir terör oluyor, avukat yakınını kaybediyor. Ve avukat diyor ki: “Ben hukuk insanıyım. Çaresiz kaldım. Bir şey yapamıyorum. Neye inanacağım?” Miroğlu da diyor ki: “Her şeye rağmen adalete inanacaksın.” Miroğlu tiplemesi halkın içinden, asla kaybetmememiz gereken bir reflekstir.

Polat için de aynı şeyi mi söylüyorsunuz?

Polat, devlet fikri için her şeyini verebilen, aşkından, ailesinden vazgeçebilen birisidir. O fikir yüzünden Türkler 17 devlet kurmuşlar. Dünyada beş bin yıldır hiç kesintiye uğramamış tek ordu Türk ordusudur. Devletler yıkılmıştır. O ordu kalan yerden bir daha devlet kurmuştur. Bu, kesintisiz bir fikirdir. Kültürümüzün, duruşumuzun, beş bin yıllık ömrümüzün parçasıdır.

Abdullah Çatlı sizin için nasıl bir tiptir?

Benim karakterlerimle Abdullah Çatlı’nın ilgisi yok. Allah rahmet eylesin, doğru mu yaptı, iyi mi yaptı, bu ayrı bir konu. Bakın, Kurtlar Vadisi’ni yaparken, şuradan hareket ettik.

Türkiye’nin milli gelirinin yarısı, karanlık ve puslu bir vadiden geçiyor ve vergilendirilmiyor. Bu, masum her vatandaşa kesilmiş, toplumsal bir haraçtır. Biz hayal kahramanlarımızı, Türkiye’nin yakın geçmişinde yaşanan şeylerin içine yerleştirdik. 90 sonrası mafyalaşmanın nerelere kadar gittiğini anlatıyoruz. Bu olurken insanlar, birilerini birilerine benzetiyor. Hiç kimse, hiç kimse değil. Ayrıca Abdullah Çatlı’nın filmi yapılabilir. Bir gün yaparız. Yaparsam bunlardan ayrı Abdullah Çatlı diye yaparım.

Siz bir söyleşide Çatlı ile ilgili bir soru üzerine “Her şey legal olmalı. Ama neyin legal olduğuna devlet karar verir.” dediniz. Legal, kanuni demek. Ama her kanuni olan şey, hukuki değildir. Devleti zaten kanunlara dayanarak soydular, soğana çevirdiler. Devleti kim ele geçirirse legalliği onun belirlemesi korkunç değil mi?

Korkunç tabii. Kimin, hangi legal güçleri kullanarak devleti ele geçirmeye çalıştığını deşifre eden, o labirentleri gösteren bir film yapmaya çalıştık. Buradan okumayıp da, bu filanca mı diye sorarsanız, buna cevap vermem. Devleti devlet yapan şey, kimin ele geçirmesiyle değişmemesi gereken kurallardır. Legallik budur.

O zaman legal demeyeceksiniz. Hukuki diyeceksiniz.

Devletin öyle bir yapısı olmalı ki, devleti kimse ele geçirememeli. Ne demek devleti ele geçirmek?

Ama bütün siyasi mücadeleler bunun için değil midir?

Hayır. Atatürk’ün dediği gibi, devletin bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün müesseselerine girilmiş olabilir. İşte o anda öyle bir şey yapar ki. Bu bir ruhtur, hatta bir teşkilattır. Bu teşkilat kalkar ve o durumu düzeltir. Biz hayali bir teşkilat kurduk filmde. Olmalı böyle bir teşkilat ki ben kendimi güvende hissedeyim.

Ama var zaten. Özel Harp Daireleri var. Başka şeyler var. Bunlarda da ne çok yanlışlar oldu...

Bunlarda da yanlış olduğunda, devleti ele geçirmeye kalktığında onları da eleştiririm. Ben sinemacıyım. Ben soyut bir fikri uyandırıyorum.

Siz uyandırmıyorsunuz. Var olan bir fikri besliyorsunuz. Böyle teşkilatlar hep oldu, birileri vatanı kendi bildiğince kurtarmaya çalıştı, neler olup bittiği hiçbir zaman tam açıklığa kavuşmadı.

Siz soruşturacaksınız. Her mesleğin işi farklı. Farklı farklı yerlerden bakıp, devleti kontrol edeceğiz, adalet talep edeceğiz ve inandığımız devletin yıkılmayacağını göreceğiz. Ben bir devlete inanmak istiyorum.

Peki devlet güvenliği gerektirdiğinde gayri resmi biçimde insan öldürülebilir mi?

Yok.

Ama “Ne yaptıysak devlet için yaptık” dedi bazıları.

Sorumlusu ben miyim? Benim işim, birileri yanlış yapıyorsa bunu sinema üslubunda eleştirmek. Miroğlu’na dedi ki o filmde bir karakter: ‘Güneydoğu’da bir şey oluyor. Burada bu işi yapanlar, işte uyuşturucu ticareti, savaş sanayiinde kullanılan birtakım maddelerin kaçakçılığı, petrol meselesi, su meselesi; sonuçta burada bir düzen kurulacak. Ve doğan her beş Kürt çocuğundan üçü ölecek elli yıl boyunca.’ Bunu söyleyen karakteri de Yeşil’e benzettiler. O mu, bu mu, bana ne kardeşim. Ben bir karakter çiziyorum.

Kurtlar Vadisi’nin adalet talebini doğurmadığını, aksine kötülüğü korkulacak bir şey olmaktan çıkarttığını, normalize ettiğini, hatta sempati yarattığını düşünüyorum.

Hayır. Bence normalize olmuyor. Siz vatanınız için, sevgilinizden, ailenizden vazgeçer misiniz? Kim vazgeçebilir? Dizinin ana fikri budur.

Siz, vazgeçenlerden biri mi olurdunuz yani?

O noktaya gelirse vazgeçebilirim. Bu vazgeçmek değil, onların hakkını savunmaktır. Vatan ve devleti eleştirerek bir yere varamayız. Ama vatan ve devlet adına kötü şeyler yapanları sorgulamamız gerekiyor. Bunun için vatan ve devlet sevgisine ihtiyacımız var. Benim inandığım şey, devletin kutsallığı, vatanın savunulması gerektiğidir.

Devlet kutsal olunca, ben devletin başındakileri sorgulayamam. Diyecek ki, “Devletin kutsallığına halel getiriyorsun”.

Bakın benim kardeşim orduda binbaşıydı, doçentti, anatomi hocasıydı, efendi bir adamdı. 28 Şubat sürecinde pat diye atıldı. Bir akşam telefon etti. Dedi ki, “Abi arkana yaslan. Derin bir nefes al, sana bir şey söyleyeceğim. Bana yol göründü. Bugün bir zarf aldım. 15 gün içinde lojmanımı, masamı, fakültemi, her şeyimi terk etmem gerekiyor.” Dedim ki, hiç canını sıkma, her şeyde bir hayır vardır. Sakın kalbinden, mensubu olduğun yere karşı bir kötü fikir geçirme. Bugün bu kararı veren insanlar yanlış yapabilirler. Bu tür yanlışlıklar, Türk ordusunun beş bin yıllık kesintisiz varlığını kafanda, gönlünde yıkmasın, sakın.

Peki adalet talebinize ne oldu?

Bu sorgulanamaz bir şeydi. Mahkeme edilemediği için hak talep edilemedi.

Asıl buna karşı çıkmanız lazım değil mi?

Tabii ki lazım. Ama benim canım yandı diye yaygara yapmamın bir anlamı yok. Bu fikir için tabii ki savaşıyorum. Ve beş bin yıllık müesseseye zarar vermeden yaparım bunu. Kardeşimin arkasında durdum. Gereğini yaptık. Amerika’da öğretim üyesi şu anda. Türkiye bir bilim adamını kaybetti. Şimdi orada dünya çapında bir timin başında projeler üretiyor.

Ordudan iki sebeple atılır insan. Bir dinî, diğeri mali sebeplerle. Sizinki hangisiydi?

Sebebini bilmiyoruz. Gerekçeler açıklanmaz diye bir yasa vardı. Bu tür konularda ordumuzun şeffaf olmasını isterim tabii. Bir üstünün, kıskançlık nedeniyle başka bir gerekçeyi kullandığına inanıyoruz. Harran Üniversitesi gibi binası olmayan üniversitelere bile alınmadı kardeşim. Amerika’nın üç büyük üniversitesinden Colombia Üniversitesi bu adama üç ay sonra “Kalk gel kardeşim, harikasın.” dedi. Ama kendinden altı ay kıdemli bir hıyar, büyük bir ihtimalle buna bir kulp buldu. Ayağını kaydırdı. Ama İlahi adalet diye bir şey var. Neyse bunu söylemeyeyim.

Ona bu kötülüğü yapanın başına bir şey mi geldi?

Evet. Ailesi var, söylemeyeyim. Zaten meselemiz o değil. Ana fikri kaybedersek, sistemi kurtaramayız.

Ama hukuk isteyenlere devlet düşmanı damgası o kadar kolayca vuruldu ki...

İşte bu yüzden ‘sistem nasıl çalışıyor’u deşifre etmemiz gerekiyor. Kurtlar Vadisi bunu yapıyor.

Siz ülkücü bir kökenden geliyorsunuz. Bu kesimin yanlışları yeterince sorgulandı mı?

Ben 12 Eylül 1980 sabahından itibaren hiçbir kesime, hiçbir siyasi görüşe ait değilim. Dostlarım, arkadaşlarım var. Beni o zaman ülkücü yapan duyguya saygım var. Türk olmayı seviyorum. Ama yapmamız gereken çok şey var. Yeni bir proje üretelim bu ülke için. Ben buna bakıyorum, ben sinemacıyım.

Ülkücülerin yanlış işler yaptığını hiç söylemediniz.

Ülkücülerin içinde yanlış işler yapan da var, doğru işler yapan da. Devrimcilerin içinde de var. Daha sonra bunları ranta çeviren, arkadaşlarının kanını, canını içenler var her tarafta. Yirmi yıl önce ben ülkücülerin içindeyim diye bunların kirlenmesinden ben sorumlu değilim ki. Ne teşkilat yönettim, ne bir olaya girdim. O zaman da kitap okudum, şimdi de okuyorum. O zaman da film çekmeye çalışıyordum, şimdi de.

Kurtlar Vadisi’nin Baron’u bize yanlış yaptı

Bir hata yaptınız da Kurtlar Vadisi’nden size el mi çektirdiler?

Hayır. Tamamen benim teklifimdir. Başka hedeflerim olduğu için, arkadaşlara dedim ki ‘ben devam etmek istemiyorum’

Başka işlerinize engel değildi ki. Çünkü yönetmeni de, senaristi de değildiniz.

Bir anlamda genel yönetmeni benim. Benim asistanım yönetiyor. Ben geriye dönüp bakmayan bir adamım. Kurtlar Vadisi’nin 55’inci bölümden sonrasının sorumlusu arkadaşlarım.

Devlet içinde bazı grupların, kutsal devletin âlî menfaatleri için bu diziden nemalanmak istemeye başladıkları, siz de çıngar çıkacağını hissettiniz ve ‘ben yokum arkadaş’ diye mi bıraktınız yoksa?

Hayır, hayır. Ben başka bir şey yapmak istiyorum. Benim için doyum noktası bu. Bu kadar nettir.

Türkiye’de gerçekten işler, Kurtlar Vadisi’ndeki gibi işliyorsa, bunun şu kadar para kazandıran bir diziye sıçramaması mümkün mü yani?

Abartılıyor. Her dizi ne kadar para kazanıyorsa, Kurtlar Vadisi ondan biraz daha az kazanır. Çünkü Kurtlar Vadisi’nin masrafı çoktur. Bir başka kanalın yöneticisi dedi ki bana, “Sen delisin ya. Bundan nasıl para kazanacaksın, zarar edersin.” Evet, büyük ölçüde de zarar ettik.

Mafya grupları, kendilerini aynaya bakar gibi hissediyor olabilir. Dolayısıyla kendi istekleri doğrultusunda bazı mesajları diziye sokmayı istememeleri mümkün görünmüyor bana. Bunlardan rahatsız olduğunuzu varsayıyorum.

Hayır. Hiçbir zaman bizim öyle bir temasımız olmaz. İşime niye karıştırayım? Ben ve arkadaşlarım neye inanıyorsak onu yaptık yani.

Diziden ayrıldıktan sonra seyretmeye devam ediyor musunuz?

Etmiyorum. Sahiden hiç vaktim yok. İkincisi, artık gölgemi bile çekmem gerekiyor oradan. Onlar rahat rahat işlerini yapsınlar.

Şaşmazlar, bir tarikat şeyhinin oğulları. Benim bildiğim müritler attıkları her adım için, şeyhlerinden izin alırlar. Kaldı ki babaları aynı zamanda. Bir şeyhin, Türkiye’nin siyasi akçalı birtakım karanlık ilişkilerine dair, üstelik de oğulları olan yapımcılarını yönlendiriyor olmasında siz rahatsız edici bir yan bulmuyor musunuz?

Bu, benim dışımda bir şey. Böyle olduğunu da bilmiyorum. Yani böyle bir yönlendirmeyle mi yapılıyor? Böyleyse bunu onlara sormanız gerekir.

Yani herhangi bir tarikatta, attığınız her adım için, şeyhinizden destur alırsınız.

Ben tarikat üyesi değilim. O kadar gönlü mutmain bir adam değilim. Ama o kültüre sonsuz saygım var. Çünkü bizim zihinsel ve kültürel bir kimliğimizin önemli bir parçası.

O kültür şudur: Sizinle yolunu ayırma gibi önemli bir kararı da, normal şartlarda şeyhine sorması lazım.

Rahatsız oluyorum bu sorulardan. Ben işimi bu arkadaşlarla dayanışma içinde, isteyerek, belirli bir yere kadar yaptım. Sonra önüme başka bir sayfa açıldı. Dedim ki, arkadaşlar, ben enerjimi bölmek istemiyorum. Size isterseniz devredeyim. Siz devam etmezseniz, ben paydos diyeceğim. Kararlarını bana bildirdiler. Çağırdım noteri, bütün haklarımı bedelsiz devrettim.

Neden bedelsiz?

Çünkü onlar arkadaşlarım. Çünkü Türkiye’de vatan için bedelsiz dövüşmeye gider miyiz, gitmez miyiz, devleti için ölür mü hiç kimse, bunu tartışmaya başladık. Bu yüzden anlayamazlar, bedelsiz bir şey iş arkadaşına devredilir mi?

Ama işadamısınız siz. Oradan alacağınız parayı Hollywood hayallerinize yatırırdınız.

Olsun. Ben paramı kazanıyorum. Onlar da ihtiyacım olduğunda benim arkamda bedelsiz dururlar. Tabiri caizse benim silah arkadaşlarım, fikir arkadaşlarım onlar.

Zafer Ergin sizi arıyormuş, kaçıyormuşsunuz ondan. Ne oldu, barıştınız mı?

Hayır, onursuz insanlarla görüşmem ben. Hürriyet gazetesinin yaptığı “tarikat” haberinin ertesi günü, kimseyi aramadan, hiç kimseyle görüşmeden, ona telefon eden muhabire “Ben böyle bir şeyin içinde asla oynamam.” diyor. Ertesi günü bu demeç çıktı. Ben Zafer’e telefon ettim. Dedim ki, “Zaferciğim, bunu böyle söylememen lazım. Bu işin arkasında başka bir şey var. Arkadaşlarına ‘ne oldu arkadaşlar, bu haber nereden çıktı? Ne demek istiyor, doğru mu bu iş?’ diye bir sorman lazımdı. Kırk yıllık Devlet Tiyatrosu sanatçısısın. Senin ait olduğun bakanlığın, on yıl önce yaptığı bir faaliyetten fotoğraflar onlar. Eğer bunu da böyle bilip onaylamıyorsan, o bakanlıktan istifa etmen lazım dedim. Ama ‘ben oynamam bu dizide’ demek fevri bir davranış”. Sonra arkadaşlara, “Oynamaya devam edecek, göreceksiniz.” dedim. Zafer, Osman Sınav’la ilgili daha önce çok olumlu şeyler söylüyordu.

Zafer Ergin, sizin diziyi bedelsiz bırakmayacağınızı söylemiş. Ve sonra da demiş ki: “Osman Sınav’ın masasında başka pislikler varmış ki temizlemek niyetindeydi. O bir megaloman.”

Zafer Ergin, kendi kalbindeki pisliklere baksın. Ama bunları söyleyen bir adam, dönüp, oynuyorsa demek ki onun için başka bedeller var. Ben o zaman ona “saçmalama, oyna” diye telefon ettim. Ertesi gün bir daha röportaj: “Osman Sınav bana bunu söyleyemez.” diye demeç verdi. Bu akıllı uslu bir şey değil ki.

O haberlerin arkasında ne vardı?

Birisi herhalde bazı şeylerin deşifre edilmesini sevmedi. O fotoğraflar devletin arşivindeki fotoğraflar.

Oktay Kaynarca’yı diziden atmıştınız, işte illegal örgütlerle bağı var vs. diye. Hâlâ küs müsünüz?

Bu benim özelim. Artık ne Oktay orada oynuyor, ne ben o işi yapıyorum. Oktay ile küssem de bana, arkadaş olsam da bana. Aramızdaki şey kimseyi ilgilendirmiyor.

Eğer bir husumet varsa ilgilendirir.

Husumet de kimseyi ilgilendirmez. Olabilir. Özel husumetimdir.

NURİYE AKMAN / ZAMAN

Günün Önemli Haberleri