Ortadoğu kazanından kim çıkacak?
Abone olDünyanın kaynayan kazanı Ortadoğu'nun geleceği nasıl olacak? İsrail İran'a sadırabilir mi? Amerika Irak'ta başarabilecek mi? Ünlü sosyolog Wallerstein yazdı.
Ünlü sosyolog Wallerstein Zaman için yazdı. "Ortadoğu
kazanı-Gelecek beş yıl" Önemli olayların meydana geldiği ve yakın
zamanda muhtemel başlıca değişimlerin yaşanacağı üç bölge vardır:
Irak, İran ve İsrail/Filistin. Ortadoğu’nun ve dünyanın geleceğinde
çok önemli bir etkiye sahip olacak Irak’taki mesele ABD askerî
güçlerinin ne zaman ve hangi koşullarda ülkeyi terk edecekleri ile
bağlantılıdır. Bu noktada ABD askerî mevcudiyeti Irak vücudunun
artık kesinlikle kabul etmediği bir cerrahi yama haline gelmiştir.
Eninde sonunda ABD kuvvetleri gelecekte kurmayı ümit ettikleri
daimi üsler de dahil olmak üzere ülkeden tamamen çekilmek zorunda
kalacaklardır. ABD’nin çekilmesi ancak şu üç ihtimalden birisi ile
gerçekleşebilir; ABD hükümetinin kendisinin erken alacağı bir
kararla ya da ileride Iraklı yöneticilerin isteğiyle veyahut da
Iraklı direnişçilerin onları ülkeden kovmasıyla. Hiç şüphesiz ilk
alternatif ABD, Irak ve dünyanın menfaatine en uygun olanıdır. Aynı
zamanda, bu seçeneğin meydana gelme ihtimalinin de çok düşük olduğu
gayet açıktır. ABD başkanı bu şıkkın 2005 veya 2006’da yerine
getirilebilmesinin siyasi açıdan imkansız olduğunu görecektir; zira
bu durumda hadise, ülke içinde ABD için büyük bir siyasi yenilgi
olarak yorumlanacaktır. Doğruyu söylemek gerekirse, gerçekten de bu
davranış bir yenilginin ifadesi olacaktır. Birleşik Devletler’deki
savaş karşıtı hassasiyet giderek artmakta ama henüz Kongre
üyelerinin böyle bir hareketi isteyerek tasvip etmeleri konumundan
hâlâ uzaktır. Ordu mensupları arasında Irak’ın işgalinin büyük bir
hata olduğunu düşünenler bile şu ortamda geri çekilmenin ABD
ordusunun suratına bir tokat atılmış gibi olacağına
inanmaktadırlar. ABD’yi tam destekleyen diğer ülke liderleri de
-Blair, Berlusconi, Howard- aynı şekilde bu durumdan hoşnut
kalmayacaklardır; çünkü böylesine bir geri çekilme hareketi onlar
için kendi ülkelerinde menfi siyasi sonuçlar doğuracaktır. İkinci
alternatif -Irak hükümeti tarafından geri çekilmesinin istenmesi-
daha makuldür. Elbette, bu da bir ölçüde Irak içerisindeki siyasi
gelişmelere bağlıdır. Birçok bölgede katılımın gayet az hatta hiç
olmama ihtimali bile olsa seçimler ocakta yapılabilir. Seçimlerin
gerçekleşme ihtimali oldukça yüksektir zira bir kısım önemli
aktörler şimdiden bu seçimlere bel bağlamıştır: ABD hükümeti,
geçici IrakBaşbakanı Iyad Allavi, Kürt liderler, ve seçimleri,
Meclis’te dindar Şiilerin hakimiyetinin gerçekleşeceği bir fırsat
olarak gören Ayetullah el-Sistani. Amerika için ikinci Vietnam
Fakat beklenen seçimler ocaktan sonra meşru bir rejimi garanti
edemez. Bir açıdan, ABD kuvvetlerinin Felluce operasyonundan sonra
Sünniler seçimlere rağbet göstermeyecekler ve daha da önemlisi, Şii
bölgelerde yeni direnişlerin başlama ihtimali de yükselecektir.
Zira Mukteda el-Sadr, Felluce’nin savunmasına çok önem vermektedir.
Böyle direnişlere rağmen, seçimler gerçekleşirse, Allavi’nin
merkezi hükümetin kontrolünü pekiştirebileceği ihtimali oldukça
zayıf olup el-Sistani’ye yakın ve ABD’ye daha az bağımlı
birilerinin onun yerine geçmesi muhtemeldir. Fakat 2005’te Irak
hükümetinin yapısı ne olursa olsun öncelikli ve acil kaygısının
kamuoyu desteğini sağlamak ve meşruluğunu kabul ettirmek olacaktır.
Böyle bir hükümet, Amerikan varlığından rahatsız olmuş,
direnişlerden ve ABD’nin onlara verdiği karşılıktan ötürü güvenliği
kalmamış ve kesif bir ekonomik darboğaza girmiş bir halka ne
sunabilir? Böyle bir hükümetin sadece iki seçeneği vardır: ABD
genel valisine ve ordusuna daha da yakınlaşmak veya kendisini ondan
bayağı uzaklaştırmak. Yakınlaşma şimdiye kadar ne meşruiyeti
derinleştirme ne de ABD’den önemli ölçüde maddi destek sağlama
bakımından hiçbir menfaat sağlamadı. Buradan çıkarılabilecek netice
ise öyle ya da böyle Irak hükümeti ABD’ye sırtını çevirecektir.
Hatta böyle davranmaları için de bütün komşuları -Suudi Arabistan,
Ürdün, Suriye, İran- tarafından farklı sebeplerle teşvik
edileceklerdir. Bu komşularının her biri ve hükümetleri için derin
çekinceleri olsa bile onların halklarından gelebilecek baskılar ve
buna ilaveten ABD’nin yanlış tutumları muhtemelen Irak hükümetinin
Birleşik Devletler ile olan ilişkilerini gözden geçirmeye
yetecektir. Ama eğer ABD askeri desteği olmaksızın hayatlarını
devam ettiremeyeceklerinden korkup eskisi gibi devam etmeye
kalkarlarsa direniş güçlendikçe güçlenecek, hatta ülkenin de facto
hükümeti haline gelecektir. Bu durumda da Irak, Vietnam’daki Tet
saldırıları senaryosuna doğru hızla ilerleyecektir. Ve ABD de
askeri personelini Yeşil Bölge’den helikopterlerle tahliye etmek
durumunda kalacaktır. Bu da 2005’te gönüllü çekilmeden çok daha
ağır bir yenilgi olacaktır. Bu arada, aynı dönemde İran hükümeti de
nükleer silahlara sahip ülkeler grubuna girmiş olacaktır. Çoğunluğu
Sünni Arap dünyanın yanı başında, etrafı nükleer güçlerle çevrili
Şii bir devlet ve antik medeniyetin mirasçısı olan İran, bölgede
önemli bir güçtür. İran bölgesel bir güç olarak ağırlığını
hissettirmesi için nükleer silahlara ihtiyaç duymakta ve bunun için
de elinden geleni yapmaya kararlıdır. Bu yolda önünde üç engel
mevcuttur. Bunların içinde en çok bilineni ABD’nin muhalefeti ve
Avrupa Birliği’nin de nükleer silahsızlanma anlaşmasının
bozulmasına vereceği tepkidir. Aslında en çok bilinen olmasına
rağmen bu en az önemli engeldir zira ne ABD ne de AB’nin aslında
İran’ı durdurmak için elinden çok şey gelmeyeceği çok açıktır. Bu
yolda iki önemli engel daha vardır. Birincisi İran’ın iç
siyasetinden kaynaklanmaktadır. İktidardaki hükümet, baskıcı ve
radikal siyasetinden dolayı on yıldan fazla bir süredir giderek
halk desteğini ve meşruiyetini yitirmektedir. Muhalefet güçlerinin
İran’ın nükleer silahlar edinmesine karşı olmalarından ziyade eğer
bir karışıklık yaratabilirlerse hükümet nükleer silahlanma
hususundaki planlarını uygulamada zorlanabilir. Bununla birlikte,
şu durumda muhalefetin siyasi bakımdan oldukça zayıf olması ve
hükümetin de nükleer silah konusundaki kararlılığı ülke içerisinde
muhtemelen daha kabul edilebilir bir davranış olacaktır. İsrail,
İran’ı vurabilir mi? Üçüncü ve en ciddi engel İsrail’in İran’ın
nükleer tesislerini bombalaması tehdididir. İsrail hükümetinden
böyle bir davranış aslında kolaylıkla beklenebilir. Ama İsrail
saldırısıyla ilgili üç mesele daha vardır. İsrail böyle bir
saldırıyı İran’ın nükleer kapasitesini zaafa uğratabilecek kadar
tesirli bir biçimde gerçekleştirebilir mi? İranlılar da İsrail’i
gerçekten zarara uğratabilecek kadar etkin bir misillemede
bulunabilir mi? Ve (ABD de dahil olmak üzere) dünya kamuoyu,
İsrail’in 1981’de Irak’ı bombalamasında olduğu gibi bu tür bir
saldırıyı içine sindirebilir mi ve daha da önemlisi acaba İsrail’i
bir haydut devlet konumuna itecek şekilde bir tepki gösterir mi?
İsrail’in İran’ı zaafa uğratabileceğinden ciddi şüphelerim var;
zira İran’ın tesislerini zaten böyle bir ihtimale karşı farklı
yerlere dağıttığını biliyorum. Ayrıca, İranlıların İsrail’i ciddi
biçimde zarara uğratacak kadar yeterli güce sahip oldukları
konusunda da şüphelerim var. Fakat İsrail’in zayıf noktası da dünya
kamuoyudur. İsrail zaten son dört yıldır meşruiyetinden epeyce bir
kayba uğramış ve böyle bir saldırı onlar için bardağı taşıran son
damla olabilir. Dünya jeopolitiği bugün 1981’den oldukça farklıdır.
Güney Afrika dersi bu noktada oldukça önem kazanmıştır, zira haydut
devlet olarak mevcudiyetini sürdürmek siyasi açıdan artık eskisi
kadar kolay değildir. Nihayet, İsrail/Filistin meselesi de
unutulmamalıdır. İsrail kaderini Birleşik Devletler’in
Ortadoğu’daki varlığına bağlamıştır. Birleşik Devletler’in
uğrayacağı yenilgi aynı zamanda İsrail’in yenilgisi demektir. Bugün
Sharon, Gazze’den tek taraflı olarak çekilmeyi planlamakta böylece
Batı Şeria’da anlamlı bir Filistin devletinin geleceğini şimdiden
etkin bir şekilde görebilmenin hesaplarını yapmaktadır. Fakat bu
planın işlerliği de şüphelidir. Hamas kesin bir biçimde
düşmanlığını göstermeye devam etmekte ve plandan hoşnutsuzluğunu
her fırsatta açıklamaktadır. Bir de Filistin Yönetimi böyle bir
anlaşmayı müzakere etmeye yanaşabilir; ama uygulanmasında herhangi
bir rolü olmadığından oldukça çekimser davranmaktadır. Bu arada,
İsrailliler arasında bu kadar minik bir imtiyazın bile verilmesine
sağ kesimin karşı çıkması Likud Partisi’nde bölünmelere ve hatta
Yahudi devletinin tamamen ortadan kalkacağı tehdidi gibi
algılamalara yol açmıştır. Gazze’den çekilme hiçbir zaman
gerçekleşmeyecektir. Fakat bu planın uygulanması çabaları esnasında
Sharon Filistinlilerin birleşmesine sebep olabilir ve şimdiye kadar
hiç olmadığı biçimde İsrail’in siyasi yapısını ciddi biçimde zaafa
uğratabilir. İsraillilerin kendi aralarındaki bu bölünme de
Birleşik Devletler’deki siyasi güçlerine son bir darbe olabilir.
İsrail/Filistin eninde sonunda ABD siyasi meseleleri arasında
dokunulması zararlı bir yara haline dönüşebilir. Hatta Birleşik
Devletler’in kendi içinde bu konuda ciddi kamuoyu tartışmaları bile
başlayabilir. Bu da İsrail’in mevcudiyeti hususunda telafisi
imkansız felaketlere yol açabilir. İmmanuel Walerstein kimdir?
1976'dan bu yana Binghamton'daki New York Eyalet Üniversitesi'nde
sosyoloji profesörüdür. Temel yapıtı niteliğindeki üç ciltlik The
Modern World-System kitabını sırasıyla 1974, 1980 ve 1989
yıllarında yayımladı. 1994-98 tarihleri arasında Uluslararası
Sosyoloji Derneği başkanlığını yapan yazarın Metis Yayınları'nda
çıkanların haricinde Türkçede iki kitabı daha bulunuyor: Jeopolitik
ve Jeokültür (İz, 1993) ve Geçiş Çağı, Dünya Sisteminin Yörüngesi,
1945-2025 (Hopkins ile birlikte, Avesta, 2000).