Ortadoğu kanayan bir yara
Abone olİsrail'in K. Irak'ta toprak satın almak için çalıştığını belirten Yıldız, bu ülke ile Barzani arasındaki ilişkiden de bahsetti.
‘İsrail-Filistin çatışması küresel bir sorundur’
İsrail’in Refah Mülteci Kampı’na düzenlediği son operasyondan sonra, Filistinli sivillere yönelik şiddet ile varılmak istenen hedef tartışılıyor. Bu saldırılar, ABD ve İsrail’in bölgedeki nihai hedefinin bir parçası olarak değerlendiriliyor.
Ortadoğu’daki son gelişmelerle ilgili sorularımızı Dr. Yavuz Gökalp Yıldız’a yönelttik. 2004 yılına kadar İst.Üni. İktisat Fak. Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğretim üyeliği yapan Dr. Yıldız, Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu’daki kriz alanlarıyla ilgili çeşitli projelerde görev aldı. Dr. Yıldız, halen Beykent Üni. Stratejik Araştırmalar Merkezi (BÜSAM) Başkanlığını yürütüyor. Akşam Gazetesinde dış politika yazıları yazan Yıldız’ın, “Stratejik Vizyon Arayışları ve Türkiye”, “Global Stratejide Ortadoğu” ve son olarak “Oyun İçinde Oyun: Büyük Ortadoğu” adlı kitapları bulunuyor.
Defne Sarısoy: İsrail’in Filistinli sivillere yönelik saldırıları büyük tepki topluyor. Kısa bir süre önce Hamas lideri Yasin, arkasından da Rantisi’nin öldürülmesi Filistin ile İsrail arasında bir barış olamayacağını, artık bütün iplerin koptuğunu kanıtlar nitelikte. İsrail bu politikalarıyla nereye gitmek istiyor? İsrail’in bu saldırılardaki nihai hedefi ne olabilir, sizin değerlendirmeniz nedir?
Yavuz Gökalp Yıldız: Öncelikle sizin tespitinizden biraz farklı bir bakış açısıyla değerlendirmek istiyorum. Bana sorarsanız İsrail-Filistin barışı olacak, çünkü olmak zorunda. Barış olmadığı takdirde Ortadoğu’daki bütün ülkeler Filistin sorunundan etkileniyor, Irak’taki direniş Filistin sorunundan feyz alıyor, El Kaide’nin ortaya çıkmasında da Filistin sorununun izlerini görüyoruz. Filistin sorunu çözülemediği sürece, Irak’ta ve Ortadoğu’da barışın sağlanabilmesi mümkün değil. Filistin barışı olmadan, Irak 20 Filistin haline dönüşür. Bu Malezya’dan Cebelitarık’a kadar İslam coğrafyasını temelden etkiler.
Filistin’de barışa doğru gidecek süreç açısından baktığımız zaman, Ariel Şaron’un izlediği politikanın bu süreci sıkıntıya soktuğu aşikar. Söz konusu saldırılarla hedeflenen nedir? Şaron’un izlediği politikayı İsrail’in devlet politikasından ayrı ele almamak gerek. İsrail’in devlet politikası hiçbir şekilde İsrail topraklarından taviz vermeden, İsrail’in mevcut sınırlarını koruyarak bir çözüm dayatmayı hedefliyor.
İsrail yerleşim yerlerini sökmeden Filistin sorununu çözmek istiyor. Bu açıdan Rantisi’nin öldürülmesine kadarki süreç içerisinde suikastler, İsrail politikasının Filistin direniş hareketini ezmek ve sindirmek, Filistin’i diplomatik olarak zayıflatmak üzerine kurulmuş olduğunu gösteriyor. İsrail, Filistin hareketini assimile ederek kendisine yönelik saldırıların alt yapısını çökertiyor. Ve bu sindirme hareketiyle birlikte, Filistin’i köşeye sıkıştırmayı amaçlıyor. Şaron’un izlediği politika bu. Bunun tersi, İsrail biliyor ki, Filistin masaya oturduğu vakit kendi haklarını koruyabilecek güçte. İsrail’in saldırıları bir anlamda Filistin’in diplomatik müzakere gücünü yok etmeyi amaçlıyor, bunu da lider ve entellektüel kadrolarını ezip geçerek yapıyor.
İsrail’in Filistin politikasını biraz daha geniş bir çerçeve içine aldığımız zaman, İsrail’in Filistin’e yönelik politikasında Gazze ve Batı Şeria olmak üzere iki eksen üzerine farklı politikalar izlediğini söylemek mümkün.
Gazze içerisindeki bilinci ne kadar bastırabilirse, Batı Şeria’da da o derecede ödünler elde ediyor. İsrail’in 1967 sınırlarına çekilmesi gündeme gelmişti, bunu reddettiğini biliyoruz. Reddin temel nedeni ise şu; yerleşim yerlerinden çekildiği zaman şimdiye dek yapılmış bütün yerleşim birimlerini yıkmak zorunda kalacak olması. Ayrıca geri çekilmesi durumunda, bir anlamda güvenlik sınırları İsrail’in içine kadar giriyor ki bu İsrail’in, Filistin toprakları üzerindeki yayılma politikalarının sonu demektir. Bu faktörler Filistin’de işi daha büyük bir çıkmaza sokuyor. Radikalizmi ve aşırılığı tetikliyor. Tetiklediği gibi de Filistin hareketinin özellikle Müslüman ülkelerde ciddi bir politika malzemesine dönüşmesine yol açıyor. Şaron’un izlediği bu politika, Arap ve İslam coğrafyasında kolay hazmedilecek bir süreç değildir.
Defne Sarısoy: Irak’a baktığımızda ABD’nin ‘sıkışmış’ durumda olduğunu görüyoruz ve İsrail örneğine benzer bir şekilde, ABD ordusunun da Irak’ta sivillere yönelik saldırılarında belirgin bir artış var. İsrail, ABD’nin Irak’taki varlığından ne şekilde etkileniyor?
Yavuz Gökalp Yıldız: Filistin’de sivillerin hedef alınmasının temel nedeni Filistin ordusunun yokluğu. İsrail’in saldırılarına karşı bir ‘halk savaşı’ yapılıyor. Halk savaşı olunca da, siviller bu çarpışmanın bir tarafı. Ve İsrail bu yüzden herhangi bir hedef gözetmeden herkesi öldürüyor. İsrail’in izlediği sivil savaş politikası bölgede tepki toplamış durumda. Ve bu tepki haliyle Filistin hareketine yönelik desteği de artırıyor. ABD’nin Irak’ta izlediği politikanın da yanlışları daha net bir biçimde ortaya çıktı. ABD de Irak’ta direniş hareketi karşısında çaresiz durumda. Irak’ta da direniş hareketi halk tarafından sürdürülüyor.
Defne Sarısoy: En son düğün evinin bombalanması bunun bir göstergesi.
Yavuz Gökalp Yıldız: Evet, düğünleri bombalayabiliyor. Kanımca bu saldırılar aslında bir korkunun işareti. Hem İsrail hem de Amerika’nın saldırgan tutumlarının arkasında gizli bir korkaklık yatıyor. Ben şahsen Filistin toplumunun ya da Irak toplumunun ‘korkak’ olduğunu düşünmüyorum. Çünkü onlar neyle nasıl mücadele edeceklerinin bilincinde hareket ediyorlar, tabii kendi şartları içerisinde. Öleceklerse ölecekler. Ama İsrail ya da ABD’ye baktığınız zaman, şu paradoksu gözlemliyoruz; ‘düşman’ı tanımlayamıyorlar. Düşmanı tanımlayamayınca da, herkes ‘düşman’ oluyor. Herkesin düşman olduğu yerde ise, önüne geleni öldürmek meşrulaşıyor.
Refah mülteci kampındaki saldırıyla Bağdat’taki düğün evinin bombalanma olaylarının aynı anda olması aslında bu çıkmazın basit bir göstergesi. Her ikisi de çıkmaz. Eğer Ortadoğu’da bir değişim yaşanacaksa, Filistin devletinin kurulması şart. Filistin devleti kurulmadığı takdirde, Irak’ta da bir düzenleme olmaz. İsrail, Arap dünyasını baskı altında tutabilmek için, etnik sorunları ‘kaşımaya’ yönelik politikalar izliyor. Fakat bu politikalar çok başarılı olamayacak. Daha şimdiden geri tepmeye başladı. ABD, örneğin, ilk önce Şii-Sünni çatışmasını tetikledi. Şimdi olay tam tersine döndü, iki etnik grup birleşti, ABD’ye karşı birlikte mücadele ediyorlar.
ABD’nin bu bölgedeki etnik özgünlüklere karşı yetersizliğini nitelemek için bir örnek vereyim: Bir Şii’nin bir ayeti okumasından hareketle, bu kişinin nasıl bir eyleme gidebileceğini ancak bu bölgenin insanı sezer. Bir İsrailli ya da bir Amerikalı ayet okumadaki incelikleri, soyut özgünlükleri bilemez. Bölgede günlük hayatın bu tip yüzlerce inceliği var ki, ABD’li askerler bunlardan çok uzaktalar.
Defne Sarısoy: İsrail’in politikalarına geri dönersek, İsrail’in Amerika’nın yönetiminde de çok etkin olduğu gerçeği var.
Yavuz Gökalp Yıldız: Tabii, ABD’de karar vericiler üzerinde Yahudi lobisinin çok büyük etkisi var. ABD’nin dünyanın diğer bölgelerinde ‘insan hakları havarisi’ kesilirken, Ortadoğu’daki katliamlara ses çıkaramamasının temel nedeni budur.
Aslında ABD’nin içinde de İsrail’in bu politikalarından çok rahatsız olan ve bunu ağır eleştirilerle dile getiren kesimler var. Bu noktada bir örnek vereyim; Irak’ta, İsrail’in izlediği Kürtlerin desteklenmesi gibi politikası var. Bu destek tabii 1960’ların başına kadar gidiyor. İsrail’in özellikle Barzani ile çok yakın ilişkileri var. Kürtlerden Kuzey Irak’taki Arap topraklarını satın almasını istediğini, özellikle Arapların yaşadığı Musul’da, ben kendim araştırmalarımda gözlemlemiştim. Şu soruyu sormuştum; acaba İsrail bu bölgede neden nüfuz edinmek istiyor? Şöyle bir tablo çıktı: Irak’taki Kürtlerle, Suriye’deki Kürtler arasındaki Musul merkezli Arap bölgesi ortadan kaldırılınca, Suriye Kürtleri ile Irak Kürtleri birbirlerine entegre olabilecekler. Bu durumda hem Irak hem Suriye üzerinde İsrail’in kozları güçlenecek.
Defne Sarısoy: İsrail’in politikalarında tarihsel ve dini olguların önemli etkileri olduğu söylenebilir mi? Dini bir perspektif ve Siyonist öğretiler , İsrail’in politikaları üzerinde ne denli rol oynuyor? İsrail’in nihai hedefi ile Tevrat’ta geçen “vaadedilmiş topraklar” gibi dini motifler arasında bir paralellikten söz edebilir miyiz?
Yavuz Gökalp Yıldız: İsrail’in esasen ‘reel politika’ izlediğini söyleyebilirim. Dış politikasının sanıldığı kadar dinsel ögelerle beslenmiş olduğunu, ‘vaadedilmiş topraklar’ ekseninde geliştiğini düşünmüyorum. İsrail bu motifleri ideolojik anlamda kullanabiliyor olabilir, ancak İsrail’in fiilen uyguladığı politikalarda bu tür bir dini motif yok.
Türkiye’de genellikle İsrail ile ilgili olarak ‘kutsal toprak’ nosyonuna dayalı bir tanımlama yapılır. Esasen İsrail’in yönetici sınıfına baktığımız zaman, bunların çoğunun Avrupa’dan göçen Aşkenazlar olduğunu görürüz. Osmanlı İmparatorluğu toprakları içerisinde yaşayan Yahudiler -Bızraniler gibi- yönetimde söz sahibi değil. İsrail’in etnik grupları içinde Aşkenaziler siyonist ideolojiyi desteklerler. İsrail devletinin tüm kurumlarına siyonist ideoloji yön çizer ki bunların çoğu diasporadan gelen İsrailli’lerdir. Siyonizm İsrail’in kendi içerisindeki halk arasında çok belirleyici değildir. Ancak diaspora İsrail yönetici sınıfı üzerinde daha etkili. Diaspora da ağırlıklı olarak ABD’li Yahudilerden oluşuyor.
Aslında İsrail Filistin ile uzlaşabilir. İsrail’in uzlaşması demek, krizler aracılığıyla bölgenin kontrolünü sağlayanların elinden bu kontrolün kaçması demektir. Kriz ortamı bölgede birçok ülkenin işine yarıyor. Arap liderleri kendi otoriter rejimlerini ayakta tutabilmek, toplumun demokratik taleplerini örselemek için Filistin sorununu gündeme taşıyorlar. İsrail’i büyük düşman ilan ederek ve buna bağlı ulusal güvenlik sorunlarını öne çıkararak halkları kontrol altında tutmaya çalışıyorlar.
İSRAİL-FİLİSTİN ÇATIŞMASINDAKİ ÇIKAR GRUPLARI
Batı’da Fransa ve Almanya’nın Ortadoğu politikaları farklı. Fransa’nın hareket noktası Lübnan ve Suriye’dir,Almanya da keza aynı şekildedir. Almanya İsrail’in çok güçlü olmasını istemiyor. Ama İngiltere, İsrail üzerinden politika sürdürüyor, İngiltere’nin dış politikası ABD ile aynı eksende. ABD de İsrail üzerinden politika yürütüyor. İsrail’in bölgede varlığı ABD için, Arap ülkelerine silah satışlarından tutun da, petrol enerji alanlarının kontrol edilmesine olanak sağlamasına kadar çok değişik roller üstleniyor.
Öte yandan, Arap ülkeleri de Filistin hareketini kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak düğüm haline getirdiler ve sonra da İsrail karşısında Filistin’i kendi kaderine terkettiler. 1970’lerin başında Ürdün, Filistin mülteci kamplarını kendisi bombaladı. İsrail 1976’da Lübnan’ı işgal ederken, Filistin örgütleri merkezlerini Şam’a taşımışlardı, Şam’da bütün hepsini kontrol altına aldı. Kontrol altına aldığı örgütler Lübnan’da güç kazanacakken, Suriye’nin kontrolü nedeniyle lojistik hatlarını kaybettiler ve bu Filistinlilerin uzun vadede yenilgisine sebep oldu. Filistin hareketinin aslında şu anda bulunduğu noktada Araplar dahil herkesin sorumlu olduğunu söylemek gerek.
İsrail Batı Şeria’dan çekildiği an Golan tepelerinden de çekilmek zorunda kalacak. Golan tepeleri ise İsrail ve Suriye açısından son derece stratejik. Lübnan çekildi ama Lübnan halen pratikte Suriye’nin kontrolünde bir ülke. Bütün bunlara böyle baktığımız zaman, İsrail’de politikacıların da alternatif çözüm üretmekte çok başarılı olduğunu söylemek mümkün değil. Netanyahu’nun adımları çok başarılı olamadı. Netanyahu barış sürecine yönelik adımlar attı ama Şaron bunları tam tersine çevirdi. Bu İsrail’in içerisinde de büyük tepkilere yol açsa da, dünya basınına yansımıyor. Yasin ve Rantisi’nin öldürülmesi, Hamas’ın kararlılığını artıracak. Rantisi’nin öldürülmesinden sonra Hamas, Filistin-İsrail sınırları dışında da intikam politikası güdüleceğine dair sinyaller verdi. Dikkat ederseniz İsrail’in politikaları global ölçekte karşılıklı çatışmayı da körüklüyor.
Defne Sarısoy: Sadece belli bir bölgede değil, bu bölgenin dışına taşarak yayılması doğal bir süreç gibi görünüyor.
Yavuz Gökalp Yıldız: Dünyanın herhangi bir ülkesinde bir Hamas militanının, canlı bomba olarak bir Yahudi topluluğunun içerisinde kendini öldürmesi benim için sürpriz olmayacak.
İsrail aslında buradaki çözümün bir anlamda önünü tıkadı. Benim dışarıdan gözlemlediğim kadarıyla, Şaron ve ekibi şöyle bir manteliteye sahip: İsrail, Filistin’in üst ve orta lider kadrolarını ortadan kaldırarak, Filistin halkının kendini ifade şansını elinden almak istiyor. Filistin halkını şiddete maruz bırakarak, İsrail karşısında acizliğini göstermek istiyor. Boyun eğen bir halkın İsrail’den de bir talebi olmayacak ya da talepleri minimuma inecek.
Defne Sarısoy: Bir anlamda İsrail strateji kuracak insanları yok ettiği için Filistin halkı da politika üretemeyecek.
Yavuz Gökalp Yıldız: Aslında atladıkları nokta şurası; Filistin hareketi enternasyonel bir oluşum. Filistin hareketi sadece Batı Şeria ve Gazze’den ibaret değil, Avrupa’da, ABD’de, Arap ülkelerinde Filistin hareketinin güçlü ve Batı’nın dilinden anlayan temsilcileri var. Bunun yanı sıra, El Kaide’nin dahi hareket noktası Filistin’dir. Filistin’deki her çatışma, İslam ülkeleri içerisinde entellektüelleri, siyasi kadroları Filistin’e sempatiye yöneltir. El Kaide de bunların arasında terörist bir oluşum. Bütün bunlar Şaron’un dar çerçeveli politikalarının başarısızlığını gösteriyor. Aslında İsrail içinde redciler var, bu savaşın anlamsızlığını gören, bu katliamlara ortak olmak istemeyen muhalif bir kitle var. Son yapılan referandumda, Şaron yüzde 40 oyda kaldı, muhalifler yüzde 60’lara çıktılar. Buna karşın Şaron istifa etmeyeceğini açıkladı.
Defne Sarısoy: Şaron’a bu gücü Amerika’dan aldığı destek mi veriyor?
Yavuz Gökalp Yıldız: ABD’nin de ötesinde, İsrail’in içerisinde şiddeti ana politika olarak benimsemiş, bir takım çıkar grupları var. Bu gruplar birbirleriyle son derece entegre. ABD açısından da bu gruplar büyük önem taşıyor.
Dr. Yavuz Gökalp Yıldız'ın son kitabı; 'Oyun içinde oyun: Büyük Ortadoğu'.
Kanımca amaçları Filistinlileri şiddetle iyice sindirdikten sonra masaya ‘güçlü’ oturmak. ABD’de ve İngiltere’de şu eğilim var; Filistin sorunu çözülemedikçe Ortadoğu’daki bütün projeler yatar. Bunu acilen ve bir kerede çözmenin yolu da, Filistin hareketini şiddet kullanarak da olsa bastırmak. Başkaldırıyı yok etmek. Filistinlileri istedikleri gibi tavizkar ve bıkkın kıvama getirmeye çalışıyorlar, şartları bu. Şaron bu misyonu veya stratejiyi yüklenmiş kişidir. Bu onun İsrail’in başında olma sebebidir. Hamas’ın yok edilmesinin ardından, sırada Suriye var. Şaron belli bir ‘yol haritası’nı işletiyor. Bunu söylemek insana acı veriyor, Şaron’un insanları katlettiğini görüyorsunuz ama bu planın işlemesine karşı duramıyoruz.
Defne Sarısoy: Filistin’in iç dengeleri açısından neler beklenebilir? Mervan Barguti tutuklandı, İsrail Adalet Bakanlığı Yaser Arafat’ın da yargılama sürecinin başlayacağını söyledi. Daha önce de Şeyh Yasin ve Rantisi öldürüldüğünde Arafat’ın bir hedef olduğunu, ortadan kaldırılacağını açıkça söylemişlerdi. Hakikaten, Arafat ortadan kaldırılacak mı, İsrail’in böyle bir hedefi var mı?
Yavuz Gökalp Yıldız: Mervan Barguti önemli liderlerden biriydi, Yaser Arafat’ın yerine geçebilecek, Filistin’de hareketi toparlayabilecek bir liderdi, entellektüel düzeyi de yüksek birisiydi. Saygındı. Onu öldürmek istediler ama öldüremediler.
Öldüremeyince de son çare hapse attılar. Hamas liderlerini de öldürdüler, daha sonra Yaser Arafat’ı da öldüreceklerini söylediler. Fakat Yaser Arafat’ın siyasal kimliğine ve aynı zamanda da bugüne kadar izlediği politikalara baktığımız zaman, Yaser Arafat’ın yine de uzlaşmacı bir politikacı olduğunu, Batı ile ilişkilerini sürdüren bir politikacı olduğunu görüyoruz ki, Batı’nın Arafat’tan vazgeçebileceğini düşünmüyorum. Yaser Arafat ‘uzlaşılabilir’ bir lider. Bu nedenle Filistin’de tercih ediliyor. Yaser Arafat’ın yerine kimi koyacaklar, kimi muhatap alacaklar, Filistinliler adına kim imza atacak? Bu soru ortada oldukça Yaser Arafat’tan vazgeçilemez. Eğer Yaser Arafat’ın yerine ikame edebilecek, ABD ve İngiltere eksenine yakın bir kişi bulurlarsa, Yaser Arafat da gider. Şimdilik bu olasılık söz konusu değil. İsrail ancak Arafat’ın karargahına girer, yerle bir eder, yakar yıkar ama Yaser Arafat’a dokunmadan çıkar.
Büroları basıldığı zaman, Yaser Arafat Filistin toplumu gözünde prestijini yitirmişti. Ama İsrail ordusu, ölü Yaser Arafat’tan yeni bir Yaser Arafat yarattı. Bunlar çok görünmeyen ayrıntılar, ama önemli ayrıntılar.
AŞIRI İSLAMİ ÖRGÜTLER
Filistin’in içerisindeki dengeler açısından baktığımız zaman, Filistin mücadelesini dinsel eğilimli siyasi hareketlerin beslediğini görüyoruz. Filistin hareketinin içerisinde geçmişte sosyalist, liberal öğeler de bulunuyordu. Ancak, bunların çoğu etkinlikleri yitirmiş durumdalar, liderlik üzerinde söz sahibi değiller. Gelecekte liberal veya sol kadroların Filistin hareketi üzerinde etkinliği olacağından söz etmek çok zor.
Filistin’de öne çıkanlar kimler? Aşırı İslami örgütler. O aşırı İslami örgütler nereden güç alıyor? Lübnan. Ayrıca, Arap ülkelerinden ve uluslararası İslami organizasyonlardan. İsrail bu oluşumları şiddet kullanarak yok etmeyi tasarlıyor. Bu örgütlerin yaşam alanlarının daraltılması, bağlarının kesilmesini hedefliyor. İşte ABD ve İsrail’in Hamas liderlerini ortadan kaldırdıktan sonra, izleyeceği planın ikinci aşaması uluslararası İslami örgütlerin yaşam hatlarının kesilmesi olacaktır. Bu ipuçlarını kullanarak, ABD’nin izlediği politikanın bundan sonraki aşamalarını da tahmin etmek mümkün. ABD şu anda Ortadoğu’da petrol gelirleri üzerinde bir oyun oynuyor. ABD, petrol gelirlerinin, Arap ülkelerindeki bazı şeyhlikler ya da bazı liderler tarafından bu hareketlere aktarıldığını biliyor. Radikal hareketlerin bu petrol gelirlerinden beslendiği ölçüde, bu ülkelerdeki rejimleri değiştirmek için bu gelir kaynaklarının kesilmesinin gerektiğini de biliyoruz. Suudi Arabistan, Kuveyt ve diğer emirliklerdeki gelişmeleri bu eksende izlemekte yarar var.
ABD’de böyle bir eğilimin ipuçları var. Filistin sorunu sadece Filistin toprakları içerisinde gelişen bir sorun değil, tam tersine küresel dengeleri kendi içerisinde barındıran küresel bir sorun. O nedenle yansımaları Filistin ile sınırlı kalmaz, uluslararası düzeyde hissedilir.
Defne Sarısoy: Çok yakın bir geçmişe kadar, Ortadoğu’da barış için ‘yol haritası’ndan bahseden ve buna önderlik eden Batılı liderler neden harekete geçmiyor? Uluslararası toplumun İsrail’e herhangi bir yaptırımı söz konusu olabilir mi bu aşamada?
Yavuz Gökalp Yıldız: Bu yol haritasındaki maddelerden birinde “Filistinlilerin şiddet ve teröre son vermeleri” gerektiği yazıyor. İkinci aşamada “geçici sınırlar içerisinde bir Filistin devleti kurulacak; İsrail, Suriye ve Lübnan üçlü görüşme yapacaklar” deniyordu. Biraz önce söylediklerimle bağlantılandırırsanız, “Suriye ve Lübnan, İsrail ile masaya oturacak” diyor. Teorik olarak güçlü bir Filistin ve onun arkasında Lübnan ve Suriye karşısında İsrail kaybeder. Önce Filistin’i yok etmeleri gerekir ki, Lübnan ve Suriye İsrail’in karşısında baskı altına kalsın. İsrail Filistin’i ezerek Lübnan ve Suriye’nin elini bozmaya çalışıyor.
Kanımca, Ortadoğu’da barış 2005 yılında sağlanacak. Ama birçok masum insan katledildikten sonra.
Neden 2005? ABD’nin bu bölgedeki politikaları açısından en yakın tarih olması zorunlu. ABD eğer Filistin sorununu çözemezse, bu bölgeden ‘büyük Ortadoğu’ projeleri gibi planları uygulama şansı bulamaz. Suriye de mevcut durumda geri adım atmaz İsrail karşısında. Golan tepelerinden taviz vermeyecek; Lübnan’dan da taviz vermez.
DİNCİ AKIMLARA TERÖRİST YAKLAŞIMI
Uluslararası toplumun İsrail’in eylemlerine tepki göstermemesinin temel nedenlerinden birisi de şu; 11 Eylül’den sonra oluşan aşırı dinci akımlar için kullanılan terörist yakıştırması. Filistin’deki Hamas’ın eylemleri terör ekseni içerisinde değerlendirilebilir. Reel politikada kimse bir terör örgütüne destek verir gibi algılanmak istemez. Liderler açısından baktığımız zaman, Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra Suriye dışında bütün Arap ülkelerinin İsrail ile ikili anlaşmalar yaptığını gözlemliyoruz. Aynı Arap ülkeleri kendi iktidarlarını meşrulaştırmada Filistin sorununu bir araç olarak gören Arap rejimleri.
Fransa ve Almanya’nın çıkarları çakıştığı için belki onlar karşı ses çıkarıyorlar, Rusya da keza. Bunlar münferit ve zayıf kalıyor. Çin de dahil olmak üzere bir çok ülkenin İsrail’le güçlü bağlantıları var. Bu bağlantılar, bölgede katledilen insanların canı pahasına yapılan işbirlikleri, işin en zor olan yanı da bu.
Yönetim kademelerinin aksadığı noktada, sivil inisiyatiflerin halklarının tepki göstermesi gerek. Bunun için de doğru bir bilgi akışının olması lazım. Doğru bir bilgi akışı da ne yazık ki yok. İsrail içerisindeki Şaron politikalarına karşıt duran grupların, diğer ülkelerde bu tür politikalara karşı çıkan gruplar ile entegrasyonu çok önemli. Bu uluslararası bağlar oluşmadığı sürece de, tepkiler hep cılız kalacak. Birkaç gün sonra Refah mülteci kampı diye kavramı unutacağız. Bağdat’taki düğünü de unutacağız. Onun gibi daha önceden neler olmuştu, bunların hepsini unuttuğumuz gibi.
Bu noktada bir parantez de Ürdün için açmak istiyorum. Ürdün, Filistin sorunuyla çok yakından ilgileniyor. Ürdün’ün şöyle bir endişesi var: Eğer İsrail, Filistin devleti projesini Ürdün’e entegre ederek çözerse, bu Haşimi sülalesinin iktidarına son verir. Ürdün’deki nüfusun önemli bir kısmı Filistinli. Bu yüzden Ürdün, İsrail ile hemen hemen her alanda stratejik işbirliği yapıyor. Ürdün’ün bu riyakar tutumu bölgedeki dengeleri göstermesi açısından çok önemlidir.
Filistin’de insanlar canlı bomba olarak öne çıkıyorsa, bunu yaratan İsrail’in kendisidir. İsrail’in izlediği politikalar insanların morallerini ölmeyi kabullenecek düzeye kadar indiriyor. Düşünün ki, genç insanlar gelecekte barışa karşı umutlarını o derece yitirmişler ki, ölmeyi göze alıyorlar.O yüzden 2005’te kurulacak dediğim yeni devlet bu travmayı ortadan kaldırmayacaktır.
Defne Sarısoy: Türkiye’nin bu soruna bakış açısı çözüme katkıda bulunabilir mi? Türkiye bir rol üstlenebilir mi?
Yavuz Gökalp Yıldız: Biraz önce anlattığım plan ekseninde baktığımız zaman, Türkiye bu planın hiçbir yerinde yok. Türkiye tepki gösterebilir, arabuluculuk teklifinde de bulunabilir. Sözünü ettiğim, aşamalı Şaron planı her zaman mükemmel işleyecek diye bir kural yok. Tabii Türkiye’nin bu bölgede etkinliği çok yüksek. Filistin sorununa en duyarlı ülkelerin başında geliyor, hatta Arap ülkeleri Filistin davasından geri çekildikleri zaman dahi, Türkiye Filistin davasını en fazla sahiplenen tek ülkeydi diyebilirim.
Hatta İsrail ile diplomatik bağlarını kesecek düzeye kadar getirdi. O nedenle, Türkiye’nin Refah mülteci kampı tepkisi anlaşılabilir. ABD’liler Türkiye’ye 3 temel alanda rol biçiyorlar. Birincisi İsrail’in güvenliği, ikincisi; enerji hatlarının ve su havzalarının güvenliği, üçüncüsü de; Rusya’nın gücünün kontrol altına alınması. Şimdi bu üçlü eksen içerisinde baktığımız zaman, bugünkü Bush yönetiminin teorisyenlerinin ifade ettiği İsrail’in güvenliği kavramı benim kafamı kurcalıyor. Bir tarafta ABD’den destek alırken, öteki tarafta İsrail’e karşı çıkabilir mi?
Ben bunun ancak söylem düzeyinde kalacağını zannediyorum. Uluslararası ilişkilerde bir olayı etkileyebilmek için belli güçlere sahip olmanız gerekiyor. Türkiye’nin Filistin-İsrail çatışmasında böyle bir süreci etkileyebilecek araçları yok. Güç yoksa, niyet açıklamanın ötesine geçilemez. Türkiye Filistin sorununda uluslararası toplumdan ayrı hareket edemez. Uluslararası toplum Türkiye’nin bölgedeki politikasını belirler. Diğer bir deyişle, Türkiye’nin politikasını esen rüzgar belirler. Ben şahsen Türkiye’nin kendi insiyatifi ile götürebileceği özgür bir politika olduğunu düşünmüyorum.
İsrail’in Refah Mülteci Kampı’na düzenlediği son operasyondan sonra, Filistinli sivillere yönelik şiddet ile varılmak istenen hedef tartışılıyor. Bu saldırılar, ABD ve İsrail’in bölgedeki nihai hedefinin bir parçası olarak değerlendiriliyor.
Ortadoğu’daki son gelişmelerle ilgili sorularımızı Dr. Yavuz Gökalp Yıldız’a yönelttik. 2004 yılına kadar İst.Üni. İktisat Fak. Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğretim üyeliği yapan Dr. Yıldız, Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu’daki kriz alanlarıyla ilgili çeşitli projelerde görev aldı. Dr. Yıldız, halen Beykent Üni. Stratejik Araştırmalar Merkezi (BÜSAM) Başkanlığını yürütüyor. Akşam Gazetesinde dış politika yazıları yazan Yıldız’ın, “Stratejik Vizyon Arayışları ve Türkiye”, “Global Stratejide Ortadoğu” ve son olarak “Oyun İçinde Oyun: Büyük Ortadoğu” adlı kitapları bulunuyor.
Defne Sarısoy: İsrail’in Filistinli sivillere yönelik saldırıları büyük tepki topluyor. Kısa bir süre önce Hamas lideri Yasin, arkasından da Rantisi’nin öldürülmesi Filistin ile İsrail arasında bir barış olamayacağını, artık bütün iplerin koptuğunu kanıtlar nitelikte. İsrail bu politikalarıyla nereye gitmek istiyor? İsrail’in bu saldırılardaki nihai hedefi ne olabilir, sizin değerlendirmeniz nedir?
Yavuz Gökalp Yıldız: Öncelikle sizin tespitinizden biraz farklı bir bakış açısıyla değerlendirmek istiyorum. Bana sorarsanız İsrail-Filistin barışı olacak, çünkü olmak zorunda. Barış olmadığı takdirde Ortadoğu’daki bütün ülkeler Filistin sorunundan etkileniyor, Irak’taki direniş Filistin sorunundan feyz alıyor, El Kaide’nin ortaya çıkmasında da Filistin sorununun izlerini görüyoruz. Filistin sorunu çözülemediği sürece, Irak’ta ve Ortadoğu’da barışın sağlanabilmesi mümkün değil. Filistin barışı olmadan, Irak 20 Filistin haline dönüşür. Bu Malezya’dan Cebelitarık’a kadar İslam coğrafyasını temelden etkiler.
Filistin’de barışa doğru gidecek süreç açısından baktığımız zaman, Ariel Şaron’un izlediği politikanın bu süreci sıkıntıya soktuğu aşikar. Söz konusu saldırılarla hedeflenen nedir? Şaron’un izlediği politikayı İsrail’in devlet politikasından ayrı ele almamak gerek. İsrail’in devlet politikası hiçbir şekilde İsrail topraklarından taviz vermeden, İsrail’in mevcut sınırlarını koruyarak bir çözüm dayatmayı hedefliyor.
İsrail yerleşim yerlerini sökmeden Filistin sorununu çözmek istiyor. Bu açıdan Rantisi’nin öldürülmesine kadarki süreç içerisinde suikastler, İsrail politikasının Filistin direniş hareketini ezmek ve sindirmek, Filistin’i diplomatik olarak zayıflatmak üzerine kurulmuş olduğunu gösteriyor. İsrail, Filistin hareketini assimile ederek kendisine yönelik saldırıların alt yapısını çökertiyor. Ve bu sindirme hareketiyle birlikte, Filistin’i köşeye sıkıştırmayı amaçlıyor. Şaron’un izlediği politika bu. Bunun tersi, İsrail biliyor ki, Filistin masaya oturduğu vakit kendi haklarını koruyabilecek güçte. İsrail’in saldırıları bir anlamda Filistin’in diplomatik müzakere gücünü yok etmeyi amaçlıyor, bunu da lider ve entellektüel kadrolarını ezip geçerek yapıyor.
İsrail’in Filistin politikasını biraz daha geniş bir çerçeve içine aldığımız zaman, İsrail’in Filistin’e yönelik politikasında Gazze ve Batı Şeria olmak üzere iki eksen üzerine farklı politikalar izlediğini söylemek mümkün.
Gazze içerisindeki bilinci ne kadar bastırabilirse, Batı Şeria’da da o derecede ödünler elde ediyor. İsrail’in 1967 sınırlarına çekilmesi gündeme gelmişti, bunu reddettiğini biliyoruz. Reddin temel nedeni ise şu; yerleşim yerlerinden çekildiği zaman şimdiye dek yapılmış bütün yerleşim birimlerini yıkmak zorunda kalacak olması. Ayrıca geri çekilmesi durumunda, bir anlamda güvenlik sınırları İsrail’in içine kadar giriyor ki bu İsrail’in, Filistin toprakları üzerindeki yayılma politikalarının sonu demektir. Bu faktörler Filistin’de işi daha büyük bir çıkmaza sokuyor. Radikalizmi ve aşırılığı tetikliyor. Tetiklediği gibi de Filistin hareketinin özellikle Müslüman ülkelerde ciddi bir politika malzemesine dönüşmesine yol açıyor. Şaron’un izlediği bu politika, Arap ve İslam coğrafyasında kolay hazmedilecek bir süreç değildir.
Defne Sarısoy: Irak’a baktığımızda ABD’nin ‘sıkışmış’ durumda olduğunu görüyoruz ve İsrail örneğine benzer bir şekilde, ABD ordusunun da Irak’ta sivillere yönelik saldırılarında belirgin bir artış var. İsrail, ABD’nin Irak’taki varlığından ne şekilde etkileniyor?
Yavuz Gökalp Yıldız: Filistin’de sivillerin hedef alınmasının temel nedeni Filistin ordusunun yokluğu. İsrail’in saldırılarına karşı bir ‘halk savaşı’ yapılıyor. Halk savaşı olunca da, siviller bu çarpışmanın bir tarafı. Ve İsrail bu yüzden herhangi bir hedef gözetmeden herkesi öldürüyor. İsrail’in izlediği sivil savaş politikası bölgede tepki toplamış durumda. Ve bu tepki haliyle Filistin hareketine yönelik desteği de artırıyor. ABD’nin Irak’ta izlediği politikanın da yanlışları daha net bir biçimde ortaya çıktı. ABD de Irak’ta direniş hareketi karşısında çaresiz durumda. Irak’ta da direniş hareketi halk tarafından sürdürülüyor.
Defne Sarısoy: En son düğün evinin bombalanması bunun bir göstergesi.
Yavuz Gökalp Yıldız: Evet, düğünleri bombalayabiliyor. Kanımca bu saldırılar aslında bir korkunun işareti. Hem İsrail hem de Amerika’nın saldırgan tutumlarının arkasında gizli bir korkaklık yatıyor. Ben şahsen Filistin toplumunun ya da Irak toplumunun ‘korkak’ olduğunu düşünmüyorum. Çünkü onlar neyle nasıl mücadele edeceklerinin bilincinde hareket ediyorlar, tabii kendi şartları içerisinde. Öleceklerse ölecekler. Ama İsrail ya da ABD’ye baktığınız zaman, şu paradoksu gözlemliyoruz; ‘düşman’ı tanımlayamıyorlar. Düşmanı tanımlayamayınca da, herkes ‘düşman’ oluyor. Herkesin düşman olduğu yerde ise, önüne geleni öldürmek meşrulaşıyor.
Refah mülteci kampındaki saldırıyla Bağdat’taki düğün evinin bombalanma olaylarının aynı anda olması aslında bu çıkmazın basit bir göstergesi. Her ikisi de çıkmaz. Eğer Ortadoğu’da bir değişim yaşanacaksa, Filistin devletinin kurulması şart. Filistin devleti kurulmadığı takdirde, Irak’ta da bir düzenleme olmaz. İsrail, Arap dünyasını baskı altında tutabilmek için, etnik sorunları ‘kaşımaya’ yönelik politikalar izliyor. Fakat bu politikalar çok başarılı olamayacak. Daha şimdiden geri tepmeye başladı. ABD, örneğin, ilk önce Şii-Sünni çatışmasını tetikledi. Şimdi olay tam tersine döndü, iki etnik grup birleşti, ABD’ye karşı birlikte mücadele ediyorlar.
ABD’nin bu bölgedeki etnik özgünlüklere karşı yetersizliğini nitelemek için bir örnek vereyim: Bir Şii’nin bir ayeti okumasından hareketle, bu kişinin nasıl bir eyleme gidebileceğini ancak bu bölgenin insanı sezer. Bir İsrailli ya da bir Amerikalı ayet okumadaki incelikleri, soyut özgünlükleri bilemez. Bölgede günlük hayatın bu tip yüzlerce inceliği var ki, ABD’li askerler bunlardan çok uzaktalar.
Defne Sarısoy: İsrail’in politikalarına geri dönersek, İsrail’in Amerika’nın yönetiminde de çok etkin olduğu gerçeği var.
Yavuz Gökalp Yıldız: Tabii, ABD’de karar vericiler üzerinde Yahudi lobisinin çok büyük etkisi var. ABD’nin dünyanın diğer bölgelerinde ‘insan hakları havarisi’ kesilirken, Ortadoğu’daki katliamlara ses çıkaramamasının temel nedeni budur.
Aslında ABD’nin içinde de İsrail’in bu politikalarından çok rahatsız olan ve bunu ağır eleştirilerle dile getiren kesimler var. Bu noktada bir örnek vereyim; Irak’ta, İsrail’in izlediği Kürtlerin desteklenmesi gibi politikası var. Bu destek tabii 1960’ların başına kadar gidiyor. İsrail’in özellikle Barzani ile çok yakın ilişkileri var. Kürtlerden Kuzey Irak’taki Arap topraklarını satın almasını istediğini, özellikle Arapların yaşadığı Musul’da, ben kendim araştırmalarımda gözlemlemiştim. Şu soruyu sormuştum; acaba İsrail bu bölgede neden nüfuz edinmek istiyor? Şöyle bir tablo çıktı: Irak’taki Kürtlerle, Suriye’deki Kürtler arasındaki Musul merkezli Arap bölgesi ortadan kaldırılınca, Suriye Kürtleri ile Irak Kürtleri birbirlerine entegre olabilecekler. Bu durumda hem Irak hem Suriye üzerinde İsrail’in kozları güçlenecek.
Defne Sarısoy: İsrail’in politikalarında tarihsel ve dini olguların önemli etkileri olduğu söylenebilir mi? Dini bir perspektif ve Siyonist öğretiler , İsrail’in politikaları üzerinde ne denli rol oynuyor? İsrail’in nihai hedefi ile Tevrat’ta geçen “vaadedilmiş topraklar” gibi dini motifler arasında bir paralellikten söz edebilir miyiz?
Yavuz Gökalp Yıldız: İsrail’in esasen ‘reel politika’ izlediğini söyleyebilirim. Dış politikasının sanıldığı kadar dinsel ögelerle beslenmiş olduğunu, ‘vaadedilmiş topraklar’ ekseninde geliştiğini düşünmüyorum. İsrail bu motifleri ideolojik anlamda kullanabiliyor olabilir, ancak İsrail’in fiilen uyguladığı politikalarda bu tür bir dini motif yok.
Türkiye’de genellikle İsrail ile ilgili olarak ‘kutsal toprak’ nosyonuna dayalı bir tanımlama yapılır. Esasen İsrail’in yönetici sınıfına baktığımız zaman, bunların çoğunun Avrupa’dan göçen Aşkenazlar olduğunu görürüz. Osmanlı İmparatorluğu toprakları içerisinde yaşayan Yahudiler -Bızraniler gibi- yönetimde söz sahibi değil. İsrail’in etnik grupları içinde Aşkenaziler siyonist ideolojiyi desteklerler. İsrail devletinin tüm kurumlarına siyonist ideoloji yön çizer ki bunların çoğu diasporadan gelen İsrailli’lerdir. Siyonizm İsrail’in kendi içerisindeki halk arasında çok belirleyici değildir. Ancak diaspora İsrail yönetici sınıfı üzerinde daha etkili. Diaspora da ağırlıklı olarak ABD’li Yahudilerden oluşuyor.
Aslında İsrail Filistin ile uzlaşabilir. İsrail’in uzlaşması demek, krizler aracılığıyla bölgenin kontrolünü sağlayanların elinden bu kontrolün kaçması demektir. Kriz ortamı bölgede birçok ülkenin işine yarıyor. Arap liderleri kendi otoriter rejimlerini ayakta tutabilmek, toplumun demokratik taleplerini örselemek için Filistin sorununu gündeme taşıyorlar. İsrail’i büyük düşman ilan ederek ve buna bağlı ulusal güvenlik sorunlarını öne çıkararak halkları kontrol altında tutmaya çalışıyorlar.
İSRAİL-FİLİSTİN ÇATIŞMASINDAKİ ÇIKAR GRUPLARI
Batı’da Fransa ve Almanya’nın Ortadoğu politikaları farklı. Fransa’nın hareket noktası Lübnan ve Suriye’dir,Almanya da keza aynı şekildedir. Almanya İsrail’in çok güçlü olmasını istemiyor. Ama İngiltere, İsrail üzerinden politika sürdürüyor, İngiltere’nin dış politikası ABD ile aynı eksende. ABD de İsrail üzerinden politika yürütüyor. İsrail’in bölgede varlığı ABD için, Arap ülkelerine silah satışlarından tutun da, petrol enerji alanlarının kontrol edilmesine olanak sağlamasına kadar çok değişik roller üstleniyor.
Öte yandan, Arap ülkeleri de Filistin hareketini kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak düğüm haline getirdiler ve sonra da İsrail karşısında Filistin’i kendi kaderine terkettiler. 1970’lerin başında Ürdün, Filistin mülteci kamplarını kendisi bombaladı. İsrail 1976’da Lübnan’ı işgal ederken, Filistin örgütleri merkezlerini Şam’a taşımışlardı, Şam’da bütün hepsini kontrol altına aldı. Kontrol altına aldığı örgütler Lübnan’da güç kazanacakken, Suriye’nin kontrolü nedeniyle lojistik hatlarını kaybettiler ve bu Filistinlilerin uzun vadede yenilgisine sebep oldu. Filistin hareketinin aslında şu anda bulunduğu noktada Araplar dahil herkesin sorumlu olduğunu söylemek gerek.
İsrail Batı Şeria’dan çekildiği an Golan tepelerinden de çekilmek zorunda kalacak. Golan tepeleri ise İsrail ve Suriye açısından son derece stratejik. Lübnan çekildi ama Lübnan halen pratikte Suriye’nin kontrolünde bir ülke. Bütün bunlara böyle baktığımız zaman, İsrail’de politikacıların da alternatif çözüm üretmekte çok başarılı olduğunu söylemek mümkün değil. Netanyahu’nun adımları çok başarılı olamadı. Netanyahu barış sürecine yönelik adımlar attı ama Şaron bunları tam tersine çevirdi. Bu İsrail’in içerisinde de büyük tepkilere yol açsa da, dünya basınına yansımıyor. Yasin ve Rantisi’nin öldürülmesi, Hamas’ın kararlılığını artıracak. Rantisi’nin öldürülmesinden sonra Hamas, Filistin-İsrail sınırları dışında da intikam politikası güdüleceğine dair sinyaller verdi. Dikkat ederseniz İsrail’in politikaları global ölçekte karşılıklı çatışmayı da körüklüyor.
Defne Sarısoy: Sadece belli bir bölgede değil, bu bölgenin dışına taşarak yayılması doğal bir süreç gibi görünüyor.
Yavuz Gökalp Yıldız: Dünyanın herhangi bir ülkesinde bir Hamas militanının, canlı bomba olarak bir Yahudi topluluğunun içerisinde kendini öldürmesi benim için sürpriz olmayacak.
İsrail aslında buradaki çözümün bir anlamda önünü tıkadı. Benim dışarıdan gözlemlediğim kadarıyla, Şaron ve ekibi şöyle bir manteliteye sahip: İsrail, Filistin’in üst ve orta lider kadrolarını ortadan kaldırarak, Filistin halkının kendini ifade şansını elinden almak istiyor. Filistin halkını şiddete maruz bırakarak, İsrail karşısında acizliğini göstermek istiyor. Boyun eğen bir halkın İsrail’den de bir talebi olmayacak ya da talepleri minimuma inecek.
Defne Sarısoy: Bir anlamda İsrail strateji kuracak insanları yok ettiği için Filistin halkı da politika üretemeyecek.
Yavuz Gökalp Yıldız: Aslında atladıkları nokta şurası; Filistin hareketi enternasyonel bir oluşum. Filistin hareketi sadece Batı Şeria ve Gazze’den ibaret değil, Avrupa’da, ABD’de, Arap ülkelerinde Filistin hareketinin güçlü ve Batı’nın dilinden anlayan temsilcileri var. Bunun yanı sıra, El Kaide’nin dahi hareket noktası Filistin’dir. Filistin’deki her çatışma, İslam ülkeleri içerisinde entellektüelleri, siyasi kadroları Filistin’e sempatiye yöneltir. El Kaide de bunların arasında terörist bir oluşum. Bütün bunlar Şaron’un dar çerçeveli politikalarının başarısızlığını gösteriyor. Aslında İsrail içinde redciler var, bu savaşın anlamsızlığını gören, bu katliamlara ortak olmak istemeyen muhalif bir kitle var. Son yapılan referandumda, Şaron yüzde 40 oyda kaldı, muhalifler yüzde 60’lara çıktılar. Buna karşın Şaron istifa etmeyeceğini açıkladı.
Defne Sarısoy: Şaron’a bu gücü Amerika’dan aldığı destek mi veriyor?
Yavuz Gökalp Yıldız: ABD’nin de ötesinde, İsrail’in içerisinde şiddeti ana politika olarak benimsemiş, bir takım çıkar grupları var. Bu gruplar birbirleriyle son derece entegre. ABD açısından da bu gruplar büyük önem taşıyor.
Dr. Yavuz Gökalp Yıldız'ın son kitabı; 'Oyun içinde oyun: Büyük Ortadoğu'.
Kanımca amaçları Filistinlileri şiddetle iyice sindirdikten sonra masaya ‘güçlü’ oturmak. ABD’de ve İngiltere’de şu eğilim var; Filistin sorunu çözülemedikçe Ortadoğu’daki bütün projeler yatar. Bunu acilen ve bir kerede çözmenin yolu da, Filistin hareketini şiddet kullanarak da olsa bastırmak. Başkaldırıyı yok etmek. Filistinlileri istedikleri gibi tavizkar ve bıkkın kıvama getirmeye çalışıyorlar, şartları bu. Şaron bu misyonu veya stratejiyi yüklenmiş kişidir. Bu onun İsrail’in başında olma sebebidir. Hamas’ın yok edilmesinin ardından, sırada Suriye var. Şaron belli bir ‘yol haritası’nı işletiyor. Bunu söylemek insana acı veriyor, Şaron’un insanları katlettiğini görüyorsunuz ama bu planın işlemesine karşı duramıyoruz.
Defne Sarısoy: Filistin’in iç dengeleri açısından neler beklenebilir? Mervan Barguti tutuklandı, İsrail Adalet Bakanlığı Yaser Arafat’ın da yargılama sürecinin başlayacağını söyledi. Daha önce de Şeyh Yasin ve Rantisi öldürüldüğünde Arafat’ın bir hedef olduğunu, ortadan kaldırılacağını açıkça söylemişlerdi. Hakikaten, Arafat ortadan kaldırılacak mı, İsrail’in böyle bir hedefi var mı?
Yavuz Gökalp Yıldız: Mervan Barguti önemli liderlerden biriydi, Yaser Arafat’ın yerine geçebilecek, Filistin’de hareketi toparlayabilecek bir liderdi, entellektüel düzeyi de yüksek birisiydi. Saygındı. Onu öldürmek istediler ama öldüremediler.
Öldüremeyince de son çare hapse attılar. Hamas liderlerini de öldürdüler, daha sonra Yaser Arafat’ı da öldüreceklerini söylediler. Fakat Yaser Arafat’ın siyasal kimliğine ve aynı zamanda da bugüne kadar izlediği politikalara baktığımız zaman, Yaser Arafat’ın yine de uzlaşmacı bir politikacı olduğunu, Batı ile ilişkilerini sürdüren bir politikacı olduğunu görüyoruz ki, Batı’nın Arafat’tan vazgeçebileceğini düşünmüyorum. Yaser Arafat ‘uzlaşılabilir’ bir lider. Bu nedenle Filistin’de tercih ediliyor. Yaser Arafat’ın yerine kimi koyacaklar, kimi muhatap alacaklar, Filistinliler adına kim imza atacak? Bu soru ortada oldukça Yaser Arafat’tan vazgeçilemez. Eğer Yaser Arafat’ın yerine ikame edebilecek, ABD ve İngiltere eksenine yakın bir kişi bulurlarsa, Yaser Arafat da gider. Şimdilik bu olasılık söz konusu değil. İsrail ancak Arafat’ın karargahına girer, yerle bir eder, yakar yıkar ama Yaser Arafat’a dokunmadan çıkar.
Büroları basıldığı zaman, Yaser Arafat Filistin toplumu gözünde prestijini yitirmişti. Ama İsrail ordusu, ölü Yaser Arafat’tan yeni bir Yaser Arafat yarattı. Bunlar çok görünmeyen ayrıntılar, ama önemli ayrıntılar.
AŞIRI İSLAMİ ÖRGÜTLER
Filistin’in içerisindeki dengeler açısından baktığımız zaman, Filistin mücadelesini dinsel eğilimli siyasi hareketlerin beslediğini görüyoruz. Filistin hareketinin içerisinde geçmişte sosyalist, liberal öğeler de bulunuyordu. Ancak, bunların çoğu etkinlikleri yitirmiş durumdalar, liderlik üzerinde söz sahibi değiller. Gelecekte liberal veya sol kadroların Filistin hareketi üzerinde etkinliği olacağından söz etmek çok zor.
Filistin’de öne çıkanlar kimler? Aşırı İslami örgütler. O aşırı İslami örgütler nereden güç alıyor? Lübnan. Ayrıca, Arap ülkelerinden ve uluslararası İslami organizasyonlardan. İsrail bu oluşumları şiddet kullanarak yok etmeyi tasarlıyor. Bu örgütlerin yaşam alanlarının daraltılması, bağlarının kesilmesini hedefliyor. İşte ABD ve İsrail’in Hamas liderlerini ortadan kaldırdıktan sonra, izleyeceği planın ikinci aşaması uluslararası İslami örgütlerin yaşam hatlarının kesilmesi olacaktır. Bu ipuçlarını kullanarak, ABD’nin izlediği politikanın bundan sonraki aşamalarını da tahmin etmek mümkün. ABD şu anda Ortadoğu’da petrol gelirleri üzerinde bir oyun oynuyor. ABD, petrol gelirlerinin, Arap ülkelerindeki bazı şeyhlikler ya da bazı liderler tarafından bu hareketlere aktarıldığını biliyor. Radikal hareketlerin bu petrol gelirlerinden beslendiği ölçüde, bu ülkelerdeki rejimleri değiştirmek için bu gelir kaynaklarının kesilmesinin gerektiğini de biliyoruz. Suudi Arabistan, Kuveyt ve diğer emirliklerdeki gelişmeleri bu eksende izlemekte yarar var.
ABD’de böyle bir eğilimin ipuçları var. Filistin sorunu sadece Filistin toprakları içerisinde gelişen bir sorun değil, tam tersine küresel dengeleri kendi içerisinde barındıran küresel bir sorun. O nedenle yansımaları Filistin ile sınırlı kalmaz, uluslararası düzeyde hissedilir.
Defne Sarısoy: Çok yakın bir geçmişe kadar, Ortadoğu’da barış için ‘yol haritası’ndan bahseden ve buna önderlik eden Batılı liderler neden harekete geçmiyor? Uluslararası toplumun İsrail’e herhangi bir yaptırımı söz konusu olabilir mi bu aşamada?
Yavuz Gökalp Yıldız: Bu yol haritasındaki maddelerden birinde “Filistinlilerin şiddet ve teröre son vermeleri” gerektiği yazıyor. İkinci aşamada “geçici sınırlar içerisinde bir Filistin devleti kurulacak; İsrail, Suriye ve Lübnan üçlü görüşme yapacaklar” deniyordu. Biraz önce söylediklerimle bağlantılandırırsanız, “Suriye ve Lübnan, İsrail ile masaya oturacak” diyor. Teorik olarak güçlü bir Filistin ve onun arkasında Lübnan ve Suriye karşısında İsrail kaybeder. Önce Filistin’i yok etmeleri gerekir ki, Lübnan ve Suriye İsrail’in karşısında baskı altına kalsın. İsrail Filistin’i ezerek Lübnan ve Suriye’nin elini bozmaya çalışıyor.
Kanımca, Ortadoğu’da barış 2005 yılında sağlanacak. Ama birçok masum insan katledildikten sonra.
Neden 2005? ABD’nin bu bölgedeki politikaları açısından en yakın tarih olması zorunlu. ABD eğer Filistin sorununu çözemezse, bu bölgeden ‘büyük Ortadoğu’ projeleri gibi planları uygulama şansı bulamaz. Suriye de mevcut durumda geri adım atmaz İsrail karşısında. Golan tepelerinden taviz vermeyecek; Lübnan’dan da taviz vermez.
DİNCİ AKIMLARA TERÖRİST YAKLAŞIMI
Uluslararası toplumun İsrail’in eylemlerine tepki göstermemesinin temel nedenlerinden birisi de şu; 11 Eylül’den sonra oluşan aşırı dinci akımlar için kullanılan terörist yakıştırması. Filistin’deki Hamas’ın eylemleri terör ekseni içerisinde değerlendirilebilir. Reel politikada kimse bir terör örgütüne destek verir gibi algılanmak istemez. Liderler açısından baktığımız zaman, Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra Suriye dışında bütün Arap ülkelerinin İsrail ile ikili anlaşmalar yaptığını gözlemliyoruz. Aynı Arap ülkeleri kendi iktidarlarını meşrulaştırmada Filistin sorununu bir araç olarak gören Arap rejimleri.
Fransa ve Almanya’nın çıkarları çakıştığı için belki onlar karşı ses çıkarıyorlar, Rusya da keza. Bunlar münferit ve zayıf kalıyor. Çin de dahil olmak üzere bir çok ülkenin İsrail’le güçlü bağlantıları var. Bu bağlantılar, bölgede katledilen insanların canı pahasına yapılan işbirlikleri, işin en zor olan yanı da bu.
Yönetim kademelerinin aksadığı noktada, sivil inisiyatiflerin halklarının tepki göstermesi gerek. Bunun için de doğru bir bilgi akışının olması lazım. Doğru bir bilgi akışı da ne yazık ki yok. İsrail içerisindeki Şaron politikalarına karşıt duran grupların, diğer ülkelerde bu tür politikalara karşı çıkan gruplar ile entegrasyonu çok önemli. Bu uluslararası bağlar oluşmadığı sürece de, tepkiler hep cılız kalacak. Birkaç gün sonra Refah mülteci kampı diye kavramı unutacağız. Bağdat’taki düğünü de unutacağız. Onun gibi daha önceden neler olmuştu, bunların hepsini unuttuğumuz gibi.
Bu noktada bir parantez de Ürdün için açmak istiyorum. Ürdün, Filistin sorunuyla çok yakından ilgileniyor. Ürdün’ün şöyle bir endişesi var: Eğer İsrail, Filistin devleti projesini Ürdün’e entegre ederek çözerse, bu Haşimi sülalesinin iktidarına son verir. Ürdün’deki nüfusun önemli bir kısmı Filistinli. Bu yüzden Ürdün, İsrail ile hemen hemen her alanda stratejik işbirliği yapıyor. Ürdün’ün bu riyakar tutumu bölgedeki dengeleri göstermesi açısından çok önemlidir.
Filistin’de insanlar canlı bomba olarak öne çıkıyorsa, bunu yaratan İsrail’in kendisidir. İsrail’in izlediği politikalar insanların morallerini ölmeyi kabullenecek düzeye kadar indiriyor. Düşünün ki, genç insanlar gelecekte barışa karşı umutlarını o derece yitirmişler ki, ölmeyi göze alıyorlar.O yüzden 2005’te kurulacak dediğim yeni devlet bu travmayı ortadan kaldırmayacaktır.
Defne Sarısoy: Türkiye’nin bu soruna bakış açısı çözüme katkıda bulunabilir mi? Türkiye bir rol üstlenebilir mi?
Yavuz Gökalp Yıldız: Biraz önce anlattığım plan ekseninde baktığımız zaman, Türkiye bu planın hiçbir yerinde yok. Türkiye tepki gösterebilir, arabuluculuk teklifinde de bulunabilir. Sözünü ettiğim, aşamalı Şaron planı her zaman mükemmel işleyecek diye bir kural yok. Tabii Türkiye’nin bu bölgede etkinliği çok yüksek. Filistin sorununa en duyarlı ülkelerin başında geliyor, hatta Arap ülkeleri Filistin davasından geri çekildikleri zaman dahi, Türkiye Filistin davasını en fazla sahiplenen tek ülkeydi diyebilirim.
Hatta İsrail ile diplomatik bağlarını kesecek düzeye kadar getirdi. O nedenle, Türkiye’nin Refah mülteci kampı tepkisi anlaşılabilir. ABD’liler Türkiye’ye 3 temel alanda rol biçiyorlar. Birincisi İsrail’in güvenliği, ikincisi; enerji hatlarının ve su havzalarının güvenliği, üçüncüsü de; Rusya’nın gücünün kontrol altına alınması. Şimdi bu üçlü eksen içerisinde baktığımız zaman, bugünkü Bush yönetiminin teorisyenlerinin ifade ettiği İsrail’in güvenliği kavramı benim kafamı kurcalıyor. Bir tarafta ABD’den destek alırken, öteki tarafta İsrail’e karşı çıkabilir mi?
Ben bunun ancak söylem düzeyinde kalacağını zannediyorum. Uluslararası ilişkilerde bir olayı etkileyebilmek için belli güçlere sahip olmanız gerekiyor. Türkiye’nin Filistin-İsrail çatışmasında böyle bir süreci etkileyebilecek araçları yok. Güç yoksa, niyet açıklamanın ötesine geçilemez. Türkiye Filistin sorununda uluslararası toplumdan ayrı hareket edemez. Uluslararası toplum Türkiye’nin bölgedeki politikasını belirler. Diğer bir deyişle, Türkiye’nin politikasını esen rüzgar belirler. Ben şahsen Türkiye’nin kendi insiyatifi ile götürebileceği özgür bir politika olduğunu düşünmüyorum.