Orhan Pamuk’tan yeni roman: Kırmızı Saçlı Kadın
Abone olNobel ödüllü yazar Orhan Pamuk'un Kafamda Bir Tuhaflık’tan 14 ay sonra yayımlanacak yeni kitabı Kırmızı Saçlı Kadın, 2 Şubat Salı günü okurla buluşacak.
Yapı Kredi Yayınları etiketiyle ilk
baskısı 200 bin adet yapılan roman 204 sayfalık roman, 12 liradan
satışa sunulacak. Pamuk’un kitap kapağını ise Dante Gabriel
Rosetti’nin 1860 tarihli Regina Cordium adlı yapıtı
süslüyor.
Pamuk, Kırmızı Saçlı Kadın'da okurunu 30 yıl öncesinin Gebze'sine
götürüyor. Liseye başladığı yıl babası polisler tarafından
götürülen ve bir daha ondan haber alamayan bir çocuğun gözünden
anlatılan romanda Beşiktaş'taki evlerinden Gebze'ye taşınan bir
anne ile oğulun öyküsü var. Roman, bir gencin yaşadığı aşk
hikâyesiyle büyük bir insani suçun peşinden gidiyor ve şu sorularla
baş başa bırakıyor okuru: İlk aşk deneyimi bütün bir hayatı
belirler mi? Yoksa kaderimizi çizen yalnızca tarihin ve efsanelerin
gücü müdür?
YKY’nin dün servis ettiği romanın ilk 20 sayfasından
tadımlık bir bölümü:
"Aslında yazar olmak istiyordum. Ama anlatacağım olaylardan
sonra jeoloji mühendisi ve müteahhit oldum. Okuyucularım, hikâyemi
anlatmaya başladım diye olayların sona erip arkada kaldığını da
sanmasınlar. Hatırladıkça olayların içine daha çok giriyorum. Bu
yüzden sizlerin de peşim sıra baba ve oğul olmanın sırlarına
sürükleneceğinizi hissediyorum.
1985'te Beşiktaş'ın arkalarında, Ihlamur Kasrı'na yakın bir
apartman dairesinde yaşıyorduk. Babamın Hayat adlı küçük bir
eczanesi vardı. Eczane haftada bir sabaha kadar açık kalır, babam
nöbet tutardı. Nöbetçi olduğu gecelerde babamın akşam yemeğini ben
götürürdüm. Uzun boylu, ince, yakışıklı babam kasanın yanında
yemeğini yerken ilaç kokusunu koklayarak dükkânda durmayı severdim.
Otuz yıl sonra bugün, kırk beş yaşımda ahşap dolaplı eski
eczanelerin kokusundan hâlâ hoşlanıyorum.
Hayat Eczanesi'nin çok müşterisi yoktu. Babam nöbetçi olduğu
gecelerde o zamanlar moda olan taşınabilir küçük bir televizyona
bakarak vakit öldürürdü. Bazan da babamı, ziyarete gelen
arkadaşlarıyla alçak sesle konuşurken görürdüm. Siyasi arkadaşları,
beni görünce konuşmayı bırakır, benim, tıpkı babam gibi yakışıklı
ve sevimli olduğumu söyler, sorular sorarlardı: Kaçıncı sınıfa
gidiyordum, okulu seviyor muydum, ileride ne olacaktım?
Siyasi arkadaşlarının yanında babamın huzursuz olduğunu
gördüğüm için dükkânda fazla kalmaz, boş sefertasını alır, soluk
sokak lambalarının ve çınar ağaçlarının altından yürüyerek eve
dönerdim. Evde anneme, babamın siyasete meraklı arkadaşlarından
birinin dükkânda olduğunu söylemezdim. Çünkü annem, babamın başının
yeniden belaya gireceğini ya da durup dururken gene bizi bırakıp
gideceğini düşünerek endişelenir, babama ve arkadaşlarına
sinirlenirdi.
Ama babamla annemin aralarındaki sessiz kavgaların tek
nedeninin siyaset olmadığını da fark ederdim. Bazan uzun süreler
küsüşürler, aralarında neredeyse hiç konuşmazlardı. Belki de
birbirlerini sevmiyorlardı. Babamın başka kadınları, pek çok başka
kadının da onu sevdiğini seziyordum. Bazan annem başka bir kadın
olduğunu benim anlayacağım bir şekilde konuşurdu. Annemle babamın
kavgaları beni çok hüzünlendirdiği için onları düşünmeyi,
hatırlamayı kendime yasaklamıştım.
Babamı en son ona yemek götürdüğüm bir gece eczanede gördüm.
Lise birdeydim; sıradan bir sonbahar akşamıydı. Babam
televizyondaki haberleri seyrediyordu. Daha sonra tezgâha
yerleştirdiği yemeğini yerken, ben biri aspirin, diğeri de C
vitamini ve antibiyotik isteyen iki müşteriye baktım ve parayı
çekmecesi hoş bir zil sesi çıkararak açılan eski kasaya koydum. Eve
dönerken son bir bakış attım babama; bana kapıdan gülümseyerek el
salladı.
O sabah babam eve gelmemiş. Bunu öğleden sonra okuldan dönünce
annem söyledi. Gözlerinin altı şişti, ağlamıştı. Babamın bundan
önce olduğu gibi eczaneden alınıp Siyasi Şube'ye götürüldüğünü
zannettim. Orada ona işkence eder, falakaya yatırır, elektrik
verirlerdi."