Orhan Miroğlu BDP'lileri kızdıracak
Abone olKürt aydın ve siyasetçi Orhan Miroğlu, BDP'lilerin Ergenekon sürecindeki iki yüzlü tavrını eleştirdi....
BDP'nin veya diğer sivil toplum kuruluşlarının konu
üzerine cesaretle gidemediklerine işaret eden Miroğlu, aynı
çevrelerin KCK davasında ise 400–500 avukatla savunma yapmak
istemesindeki çelişkiye dikkat çekti.
Miroğlu, "Tüm bunlar normal. Ama normal olmayan şey şudur ki; 20
kişinin öldürüldüğü JİTEM davası sahipsiz bir biçimde sürüyor.
Oraya giren insanlar; tanık olarak, mağdur olarak ifadesi alınacak
olan insanlar, o mahkeme salonlarına arkalarında herhangi bir
destek hissetmedikleri için korkuyla gidiyorlar ve çoğu kez dilleri
tutuluyor ifade veremiyorlar." dedi.
Cihan Haber Ajansı (Cihan)'na konuşan Orhan Miroğlu, faili meçhul cinayetlerden Ergenekon soruşturmasına, yeni Anayasa'dan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın "Kürtlere bütün haklarını vereceğiz." açıklamasına kadar birçok konuda dikkat çekici açıklamalarda bulundu.
1990'lı yıllarda özellikle Kürt işadamları çevresinde bir
listeden yoğun şekilde bahsedildiğini dile getiren Miroğlu, o
listede yer alan insanların Doğu ve Güneydoğu'da ihaleye çıkmış
işlerde teklif sunabilmeleri için JİTEM'in o bölgedeki bilinen bir
takım isimlerine başvurmalarının da gerektiğini ifade etti. Bunu
yaparak büyüyen müteahhit ve firmaların olduğunu anlatan Miroğlu,
Yeşil, Eymür ile Hanefi Avcı'nın ekibinin güvenlik birimleri
içerisinde klon sistemi kurduklarını belirtti.
Sapanca üçgeninde infaz edilen işadamları gerçeğinin biraz daha
farklı olduğuna dikkat çeken Miroğlu, şöyle devam etti: "Orada çok
büyük rant olayları söz konusu. Uyuşturucu trafiğinden tutun da
birçok kriminal bir takım işlerde Susurluk çetesi diye tanımlanan
ekibin o pazarı ele geçirme hamlesi olarak görülüyor. Ama Doğu ve
Güneydoğu'da işlenen faili meçhul cinayetlerin belli başlı amacı
siyasidir. Savaşın devam etmesini sağlamak, o ateşi canlı tutmak ve
kabul edilebilir sınırlarda süren o çatışmayı sistemli hale
getirebilmek. Böyle bir farklılık var."
"FAİLİ MEÇHULLER İÇİN DEVLET DENETLEME KURUMU HAREKETE
GEÇİRİLMELİ"
Faili meçhuller soruşturmasında gelinen aşamada iki riskin söz
konusu olduğunu ifade eden Miroğlu, "Birisi zaman aşımı riskidir.
İkincisi; o dönemde mutlaka bu işlenen cinayetler konusunda derli
toplu istihbarat raporları edinmiş olan istihbarat kurumlarının
Genelkurmay, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Milli İstihbarat Teşkilatı
başta olmak üzere ellerindeki bilgileri mahkemelerle paylaşmamaları
söz konusu." diye konuştu.
Hrant Dink cinayetinde bir takım soruların avukatların talebi
üzerine MİT ile mahkeme heyeti arasında gidip geldiğini ve çok
ciddi şeyler çıkmadığını hatırlatan Miroğlu, çıkmayınca
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün olumlu bir müdahalede bulunduğunu
kaydetti.
Miroğlu, gelinen aşamayı şöyle değerlendirdi: "Mağdurların ve Ayhan
Çarkın gibi bir takım faillerin anlatabilecekleri çok fazla bir şey
kalmadı. Bu bilgilerin Devlet Denetleme Kurulu'nun harekete
geçirilmesi sayesinde ve istihbarat birimlerinin ellerindeki
bilgiyi mahkemelerle, soruşturmayı yürüten savcılarla paylaşmaları
halinde ciddi bir aydınlanma süreci yaşayabilir Türkiye."
Musa Anter cinayetinde bir yıldır Mehmet Eymür'ün Türkiye'ye dönüp
bu konuda yeniden yorumlar yapmaya başladığı zamandan bu yana
süreci izlediğini dile getiren Miroğlu, Mehmet Eymür'ün o dönemin
önemli bir aktörü olduğunu belirterek Hanefi Avcı gibi aslında
Eymür'ün de bildiklerini tam anlatmadığını vurguladı.
Eymür'ün savcılara son verdiği ifadenin aşağı yukarı kamuoyunun
bildiği şeylerden oluştuğunun altını çizen Miroğlu, "Şimdi Yeşil'i
JİTEM'den MİT'e transfer eden isimdir Mehmet Eymür. Yeşil ise
bölgedeki faili meçhul cinayetlerin büyük bir bölümüne iştirak
etmiş, bu cinayetleri planlamış bir isim. Fakat onunla ilgili hemen
hemen hiçbir şey söylemiyor. Mesela Musa Anter, Vedat Aydın
cinayeti ki MİT'e verdiği ifadesinde Yeşil, bu cinayetleri
kendisinin planladığını; birisini Ahmet Cem Ersever ile Anter
cinayetini ise kendisinin planladığını ve PKK'nın kafa adamlarından
birini kullandığını söylüyor. Bu bilgiyi biz ilk Mehmet Eymür
Amerika'da iken duyduk. Bu bilgiyi Mehmet Eymür'e bir televizyon
programında sordum; o 'hatırlamıyorum' gibi şeyler söyledi. Fakat
ben o yayından sonra savcılara yeniden suç duyurusunda bulundum. Bu
ifadenin MİT'ten talep edilip dosyaya konulmasını istedim. Bunun
üzerinden yaklaşık bir yıl gibi bir zaman geçti ama savcıların bu
konuda bir girişimleri olmadı. Şimdi yeni geçen hafta, özellikle 7
Susurlukçunun tahliye edilmesinden sonra kamuoyunda oluşan
tepkilerin ardından Diyarbakır'daki özel yetkili savcı Yeşil'in
MİT'e verdiği bu ifadeyi istedi. Şimdi bekleyip göreceğiz. Tabi ben
bu tür taleplerin arkasında hükümetin güçlü bir siyasi desteği
olmazsa, güçlü bir siyasi rızası olmazsa bu bilgi akışının devletin
istihbarat birimlerinden mahkemelere kolay kolay ulaşabileceği
kanısında değilim." şeklinde konuştu.
Miroğlu, bundan sonra mağdurların, zarar görmüş insanların sonuç
alabilmeleri için, kamuoyunun vicdanının tatmin olabilmesi için
yapılacak en önemli şeyin 'devletin bilgi vermeyi' öğrenmesi
olduğunu ifade etti.
"AYHAN ÇARKIN SAMİMİ OLDUĞUNA İNANIYORUM"
Abdulkadir Aygan, JİTEM içerisindeki faaliyetleri açıklamış olması
bakımından ne kadar önemli bir iş yapmışsa; Ayhan Çarkın'ın da
Susurluk boyutuyla aynı işi yaptığını vurgulayan Miroğlu, şunları
söyledi: "Aygan can güvenliği olmadığı için Türkiye'ye gelemedi,
gelmemek için de İsveç'te kaldı. Dönseydi hayatı riskli olabilirdi.
Ayhan Çarkın da öyle görünüyor ki zor bela korunuyor ve her zamanda
onun için bir risk söz konusudur. Ayhan Çarkın'ın samimi olduğuna
inanıyorum. Davranışları itibarıyla, vicdanıyla hesaplaşmaya
çalışan insan profili çiziyor. Dışarıdan baktığınızda, ben de bu
süreci 30–40 yıl izleyen biri olarak onun psikolojisinin bize
vermek istediği mesajların çokta hileli, bizi şaşırtacak, doğruya
ulaştırmada bir takım zorluklarla karşılaştıracak bir muhtevadan
ziyade, hakikati toplumun bilmesine yönelik bir çaba olduğunu
düşünüyorum. Bunda da yanıldığımı hiç düşünmüyorum."
Çarkın'ın faili meçhul cinayetlere ilişkin bilgileri geçen Ağustos
ayında savcılarla paylaştığını ifade ettiğini belirten Miroğlu, ama
o tarihten bu yana hiçbir savcının bu bilgiler doğrultusunda bir iş
yapmamış olmasının da son derece düşündürücü olduğunu
vurguladı.
Miroğlu, "Aradan epey bir zaman geçmiş oldu; insanların gömüldüğü
yerlerde bir takım işlemlerin yapılmış olması da ihtimal dâhilinde,
bu ihtimali gözden kaçırmamak lazım." diye konuştu.
"ERGENEKON SÜRECİNDEN UZAK DURMA ÖCALAN'IN ARZUSUYLA
OLDU"
Ergenekon gibi soruşturmalarda ulusal mutabakat gerektiğinin altını
çizen Miroğlu, geçmişiyle ciddi bir hesaplaşma sürecine giren
ülkelere bakıldığı zaman, buna muhalefet eden güçlü bir takım
siyasi partilerin olmadığının görüleceğini söyledi. Yüzleşme
meselesinde yekvücut olunduğunu, birinin diğerine zorluk çıkaran
bir pozisyon içerisinde olmadığını dile getiren Miroğlu, şöyle
devam etti:
"Türkiye'de Kürt muhalefeti bu konuda önemli bir dinamikti ama
Kürt muhalefeti Ergenekon sürecinde siyasi sebepler nedeniyle ve
belki o alanda gerçekleşmiş bir takım işbirlikleri nedeniyle, onu
bilemeyiz ama bunun belirtileri de yok değildir, bu iki temel
nedenle Ergenekon sürecinden uzak durdu. Bu Öcalan'ın arzusuyla
oldu. Ergenekon soruşturmaları ve süreç başladığında BDP'ye ve
başka Kürt kurumlarına bu süreçten uzak durmaları tavsiyesinde
bulundu. Hatta şöyle şeyler de ifade ediyordu: 'Ergenekon’dan
yargılananlar aslında Kürt meselesine çözümü isteyen insanlardır.
Çözümü istemeyenler dışarıda serbest dolaşıyor ama çözümü
isteyenler Silivri’de tutuklu bulunuyorlar.' diye yorumlar
yapıyordu. Tabi bu yorumlar doğrusunu istersen Kürt kamuoyunu
şaşırtan yorumlardı ve çokta itibar edilen yorumlar değildi. Ama
tabi onun gücünü, Kürt siyaseti üzerine kurulduğunu alabiliyoruz.
Bu koruma nedeniyle BDP'nin olsun, diğer Kürt kurumlarının olsun
hatta sivil toplum kuruluşlarının olsun bu konuya cesaretle
gittiklerini söyleyemeyiz. KCK davasında 400–500 avukat
Diyarbakır'da müracaat ediyor, o davayı izlemek savunmak için.
Bunda hiçbir beis yok. Bin avukatta o davalara girebilir,
savunabilir. Bu normal bir şey. Ama normal olmayan şey şudur ki; 20
kişinin öldürüldüğü JİTEM davası sahipsiz bir biçimde sürüyor.
Oraya giren insanlar; tanık olarak, mağdur olarak ifadesi alınacak
olan insanlar, o mahkeme salonlarına arkalarında herhangi bir
destek hissetmedikleri için korkuyla gidiyorlar ve çoğu kez dilleri
tutuluyor ifade veremiyorlar. Bunu okuduk birkaç kez."
"KÜRT SİYASETİ VE SOL KESİM CİDDİ BİR HESAP VERME DURUMUNDA
KALACAK"
AK Parti bu yüzleşme meselesinde Türkiye'nin güçlü bir geleneğinden
bir deneyiminden yola çıkarak bu işleri yapıyor değildi. Biraz da
yol yordamıyla sivil siyaseti bu muazzam tehlikelerden koruma
içgüdüsüyle hareket ediyordu, AK Parti ve kitlesi. Ama zamanla
yüzleşme konusunda, hakikatle, tarihle hesaplaşma konusunda AK
Parti ve onu destekleyen insanların İslami kesimin aydınıyla sivil
toplumuyla hatta seçmeniyle ciddi bir değişim yaşadığını
düşünüyorum. Ama hem Türkiye solu hem Kürt hareketi kendisini bu
ciddi değişimden azade etti. Politik nedenlerle oldu bu. AK
Parti'nin bir başarısı olarak Türkiye'nin tarihine yazılmasına razı
olmadı bu kesimler. Ama maliyetini sonuç olarak halk ödedi. Bu
davalara karşı ilgisiz davrandılar ve bence bu Türkiye kamuoyunun
ya da mağdurlarının hiçbir zaman affetmeyecekleri bir şeydir. Şimdi
yeteri kadar konuşulmuyor olabilir ama ben bir dönem geldiğinde bu
konuda hem Kürt siyasetinin hem de Türkiye'nin sol kesimini
oluşturan insanlarının ciddi bir hesap verme durumunda
kalacaklarını düşünüyorum."
"SON EYLEMLERDE PKK-ERGENEKON İŞBİRLİĞİ ÇOK
AÇIK"
Ergenekon-PKK bağlantısına ilişkin bir soruya ise Miroğlu, "Buna
savaşın hakikatleri diyorum. Reşadiye'den tutun Dağlıca'ya kadar,
en son Çukurca'ya kadar bütün bu hadiselerde Ergenekon'un önemli
bir rol oynadığını düşünüyorum. Başından beri bu ilişkilerin olup
olmadığına dair şahsen söyleyecek bir durumda değilim. Bu
istihbarat elemanlarının işidir. Ama bu son söylediğim eylemlerde
bu işbirliğinin çok açık bir biçimde olduğu ortadadır. Şimdi bu
tabi yinede PKK'nın kendi adına bağımsız bir pozisyonda durmadığını
ortaya koymuyor aslında. Her iki kesimin de Kürt hareketinin
Ergenekon dediğimiz yeni ittihatçı akımında temel hedefi AKP
iktidarından Türkiye'yi kurtarmaktı. Temel noktada birleşmek ama bu
temel noktada birleşmenin fiili olarak ne kadar hayata dönüştüğünü
ne kadar gerçekleştiğini ancak bu söylediğim eylemler söz konusu
olduğunda anlayabiliyoruz." diye konuştu.
"KÜRT AYDINLAR YETERİNCE SÜRECE KATKI
SAĞLAMADI"
Kürt aydınlarının da yeterince bu sürece katkı sağladığını
düşünmediğini ifade eden Miroğlu, daha aktif olan Kürt sivil
toplumunun da çok sağlıklı davrandığını yine düşünmediğini
belirtti.
Yaşanmış bir iç savaşı Kürdü ve Türküyle bir daha yaşamak istemeyen
bir topluma, sivil toplumun sunacağı şeyin devlete, "Operasyonları
sustur', sen de ateşkes yap." olmaması gerektiğini vurgulayan
Miroğlu, Kürt sivil toplumunun buradan çıkamadığını kaydetti.
Oysa buradan çıkıp şiddete karşı net bir tavır koymak gerektiğinin
altını çizen Miroğlu, "Bu tavrı hala Kürt sivil toplumu
gösterebilmiş değil. Özellikle BDP'nin güçlü olduğu yerlerde Kürt
sivil toplumu, BDP'nin yedek bir gücü gibi duruyor. Oysa bu gücün
tamda bu dönemde bağımsız bir duruşa ihtiyacı var. Hem devletin
şiddetine yönelik çok açık bir tutum takınması gerekir ama nihai
olarak da Kürt meselesinde şiddetin ve silahların susmasını talep
etmesi gerekir. Bugün artık PKK'dan silahları gömmesini talep
etmeliyiz. Her ateşkes sürecinin sonunda yaşadığımız savaşla ilgili
can kayıpları bize şunu açıkça gösterdi; Türkiye kamuoyu Kürdü ve
Türküyle artık ateşkes beklentisi içerisinde değildir. Net bir
biçimde Kürt hareketinin işte PKK BDP hattının silahlı mücadeleye
karşı net bir tavır koymasını beklemektedir. Çünkü her ateşkes
süreci aslında talepler karşılanmadığı zaman yeniden bir şiddet
döneminin başlayacağını da ima ediyor. Dolayısıyla bu ima artık çok
sarsıcı ve bir travmaya dönüşmüş durumda, Kürt ve Türk toplumu
açısından. Bundan sonra umarım hem Kürt aydınları hem de Kürt sivil
toplumu daha net bir tutum içerisine girmiş olsun." şeklinde
konuştu.
Miroğlu, Kürt meselesinde PKK'nın izlediği politika ne olursa olsun
devletin net, anlaşılabilir ve demokratik açılımlara uygun bir
politikayı sürekli Türkiye'nin gündeminde tutması gerektiğini
belirterek özellikle bu görevin birinci derecede hükümete ait
olduğunu söyledi.
"KÜRT MESELESİ BDP VE PKK'NIN ANLADIĞI GİBİ ÖZEL BİR STATÜ
MESELESİ DEĞİLDİR"
Türk ve Kürt kamuoyunun bütün haklar derken bu hakların başına
anadilde eğitimi koyduğunu ifade eden Miroğlu, Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç'ın "Kürtlere bütün haklarını vereceğiz."
açıklamasından da bunu anladığını kaydetti. Kürt meselesinin bugün
Türkiye'de BDP veya PKK'nın anladığı gibi özel bir statü meselesi
olmadığının altını çizen Miroğlu, Türkiye'nin bugün ne Türklere ne
başka bir gruba özel statüyü konuşabilecek siyasi bir iklime sahip
olmadığını belirtti. İnsanların temel şeyinin Anayasal yurttaşlığı,
herkese eşit yurttaşlığı konuşabilecek ve herkesin Türkiye
Cumhuriyeti yurttaşlığı ortak paydasında kendi kimliğini özgür bir
biçimde, dünyadaki örneklerinin gösterdiği gibi dilini ve kültürünü
rahat kullanabileceği bir iklimde yaşamak arzusu olduğunu dile
getiren Miroğlu, özel statü dendiği zaman tekrar çok geriye gitmek
zorunda kalınacağına dikkat çekti.
Arınç'ın sözlerinin özel statü niyetiyle söylenmiş olduğunu
düşünmediğini anlatan Miroğlu, "Fakat burda önemli olan şimdiye
kadar 'Bir söz söylensin yeter, bir söz duymak istiyoruz
Başbakan'dan veya hükümet çevrelerinden' diyen BDP'nin nasıl
davranacağıdır. Şimdiden Kürt medyasında bu açıklamayı
önemsizleştiren şeyler okuyoruz. BDP'nin Meclisteki tavrı
olumluydu, Sayın Arınç'ın bu sözleri alkış gördü BDP grubundan. Ama
ne yazık ki Kürt medyası aynı tutumun içerisinde olmadı. Eğer bu
böyle devam ederse Sayın Arınç'ın sözlerinin muhatabı pek
olmayacak. Ama bu çok fazlada önemsenmemelidir. Bu sözlerin
muhatabı sadece BDP ve PKK çevreleri değil bütün bir Kürt
toplumudur, bütün bir Türkiye toplumudur. Dolayısıyla son derece
yerinde söylenmiş sözlerdir. Uzun zamandır Çukurca saldırısı,
arkasından Kazan Vadisi'nde PKK'ya yönelik operasyonlar, hala devam
eden çatışmalardan sonra birçok kişi hükümetin demokratik zeminden
uzaklaştığını düşünüyordu. Şahsen bende böyle düşünenlerdendim.
Bunu tehlikeli birşey olarak görüyordum. Bu sözlerle Türkiye'nin
Kürt meselesinde tekrar demokratik zemine dönüşün güçlü sinyali
verilmiş oldu." ifadelerini kullandı. Miroğlu, sözlerin altının
doldurulması konusunda ise dil ile Avrupa yerel yönetimler
özerkliğin sağlanabileceğini ve bu özerkliğin BDP ve PKK'nın
anladığı demokratik özerklikten farklı birşey olduğunu
vurguladı.
"YENİ ANAYASA KONUSUNDA AK PARTİ'YE DUYDUĞUM SAMİMİYETİ,
CHP VE BDP'YE KARŞI DUYAMIYORUM"
Yeni anayasa konusunda Meclis açısından baktığında çok umutlu
olmadığını, ama topluma baktığı zaman son derece umutlu olduğunu
dile getiren Miroğlu, TÜSİAD'dan MÜSİAD'a kadar farklı toplum
kesimlerinin ortaya koyduğu Anayasanın üç aşağı beş yukarı son
derece olumlu göründüğünü ifade etti.
Meclis'in bu konudaki aritmetiğine çok fazla güvenemediğini
belirten Miroğlu, "Keşke güvenebilsem. AK Parti'nin anayasa
konusundaki samimiyetine inanıyorum. Ama aynı samimiyeti CHP ve
BDP'ye karşı duyamıyorum. Çünkü onların ortak Anayasadan öncelikli
siyasi öncelikleri var. Dersim konusunda bunu yaşadık. CHP'nin
tutumu temel paradigmasını bir türlü değişime uğratmak gibi bir
gayreti olmadı. Çünkü o paradigma Dersim konuşulduğu zaman ciddi
bir biçimde yara alıyor. Anayasa meselesinde de aynı şey olacaktır.
CHP'nin Kemalizm döneminden kalma o kurucu ilkelere baktığınız
zaman yeni anayasaya yönelik kırmızı çizgileriniz olacaktır
mutlaka. En önemlisi AK Parti eliyle Türkiye'nin 12 Eylül
darbesinden bu yana yaşadıklarının çıkarılması, CHP'nin çokta
benimseyebileceği bir şey gibi görünmüyor. Aynı şeyi BDP açısından
da düşünüyorum. Referanduma götürebilmek için 330'u tamamlayacak
milletvekili sayısına ulaşılabilir mi? CHP'de olsun BDP'de olsun
MHP'de olsun bu 4 kişinin daha ziyade belki MHP'den elde
edilebileceğini düşünüyorum. Bunu transfer anlamında söylemiyorum
ama mümkünse o da olabilirse bence hayırlı bir şey olur.
Referanduma götürülebilmesi için. Yoksa hem BDP'nin hem CHP'nin bu
şekilde süreci zora sokan aktif bir muhalefet, ama kendisini
iktidara da layık görmeyen sadece AK Parti'yi iktidardan düşürmeye
matuf, onunla tarif edebileceğimiz bir muhalefet pozisyonuyla karşı
karşıya kalmaları için bir sebep yoktu. Tersi olabilirdi." şeklinde
konuştu.