Orhan Miroğlu: AK Parti Kürtleri kaybederse...
Abone olAK Parti Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu, çatışmalar durmasının erken seçimde AK Parti’ye gelecek Kürt oylarını arttıracağını söyledi.
AK Parti Mardin Milletvekili ve Star yazarı Orhan
Miroğlu, partisinin 7 Haziran'da büyük oranda kaybettiği Kürt
oylarını 1 Kasım'da kazanabileceğini savunarak "Başta sandık
güvenliği olmak üzere, birçok tedbirin alınması lazım. Çatışmaların
devam ettiği bir süreç, beklenmedik sonuçlar verebilir. Ama
çatışmalar bir şeklide durur ve güvenlik sağlanabilirse, AK
parti’ye gidecek oyların sayısı artar" diye konuştu.
Star'dan Fadime Özkan'a yaptığı açıklamalarda, HDP'li Leyla
Zana'nın çatışmalar durmazsa ölüm orucuna başlayacağını söylemesini
eleştiren Miroğlu, "Ölüm orucu çare değil. Leyla Hanım veya bir
başkası, böyle bir şeye kalkışsa, istismara açık bir alan daha
yaratmış olur sadece, o kadar" dedi.
"AK PARTİ KÜRTLERİ KAYBEDERSE BİR KAYBEDEN DE TÜRKİYE
OLUR...
"Kürt Kürt/Türk siyasi ilişkilerinin geleceği Doğu’da
da Batı’da büyük oranda, AK partinin siyasi kazanımları ve
belirleyeceği politikalarla alakalıdır. Kimse bu ilişkileri
korumaya ve geliştirmeye talip olmuyor bugün. CHP ve MHP’nin
esamisi okunmuyor. Kürtler, MHP’ye zaten hep mesafeliydiler. CHP
ise Kürt toplumu içinde siyasi hikâyesi bitmiş bir parti." diyen
Miroğlu, AK Parti'nin kimlik politikalarının ve demokrasi ile yeni
bir anayasa vaadinin sonucu olarak, bugün de Kürtlerle siyasi
ilişkisi en sağlam olan parti olduğunu belirtti. Buna rağmen her
şeyin çok kırılgan olduğuna dikkat çeken Miroğlu, " 13-14 yıllık
miras çok önemli ama bir yenilenmeye de ihtiyaç var. AK Parti
Kürtleri kaybederse, bir kaybeden de Türkiye olur. Bunun bir adım
sonrası siyasi kopuş, güvensizlik ve ayrılıkçı fikirlerim gündeme
oturmasıdır... Bu yüzden AK partinin Kürt toplumu içindeki siyasi
varlığı, Türkiye’nin üniter birliğinin de en önemli garantisidir."
diye konuştu.
AK PARTİ 7 HAZİRAN'DA KAYBETTİĞİ OYLARI 1 KASIM2DA GERİ
ALABİLİR Mİ?
AK Parti’nin kaybettiği oyları 1 Kasımda geri almasının mümkün
olduğunu belirten Miroğlu, sandık güvenliği başta olmak züere
tedbirin elden bırakılmamasına vurgu yaparak "Çatışmaların devam
ettiği bir süreç, beklenmedik sonuçlar verebilir. Ama çatışmalar
bir şeklide durur ve güvenlik sağlanabilirse, AK parti’ye gidecek
oyların sayısı artar. Yeni bir söylem ve ulusal çapta aktörlerin
bölgede aday gösterilmesi, dinamizm ve heyecan yaratır." dedi.
"PKK Türkiye’ye karşı verdiği silahlı mücadeleyi nasıl durdurur?" sorusuna, Miroğlu madde madde açıklama yaparak yanıt verdi:
1) PKK’ya istediğini, yani teritoryal bir bölgeyi
verirseniz silahları susturur diye düşünülebilir. Ama bu durumda
da, onu destekleyen güçlerle karşı karşıya gelir. Bu güçlerin
PKK’dan beklediği bu değildir çünkü.
2) PKK’ya karşı siyasi ve güvenlik ekseninde sürdürülen mücadele, zamanla PKK’yı zayıflatır ve bu zayıflık, normalleşen bir konjoktürle birleşirse, PKK silahları gömmek zorunda kalabilir.
3) Öcalan yeniden, ama az çok güçlendirilerek rol almaya başlarsa. Ki bu imkana çok yakın olunduğunu sanmıyorum.
4) Özellikle Kürtlerin çok güçlü bir şekilde ‘Edi Bese’ diyerek sokaklara çıkması.
5) 1 Kasım seçimlerinde HDP’ye oy verenlerin bu defa istikrarı sağlamaya aday bir siyasi sonucu tercih etmeleri ve bunu kolaylaştıracak bir oy tercihinde bulunması.
Kısacası, Türkiye’yi uzun yıllara yayılacak bir mücadele dönemi bekliyor. Şişe kırıldı ve parçaları toplamak kolay olmayacak.
İşte o açıklamalardan çarpıcı satırlar:
( "PKK 11 Temmuz’da neden ateşkesi bitirip 14 Temmuzda devrimci
halk savaşı ilan ederek yeniden silaha sarıldı?" sorusuna cevaben)
Birçok nedeni var bunun, ama en önemli neden, HDP’nin Haziran
seçimlerinde aldığı sonuçtur: 80 milletvekili ve 6 milyondan fazla
oy. Demokratik çözümün yolunu açacak yol bu yoldur.
"ÖCALAN'IN YEĞENİ BU YOLA GİRMİŞ, AMA KÜRT GENÇLERİ HALA
DAĞDA..."
90’lı yılların siyasi hafızasıyla meclise gelen Leyla Zana ve son
isyanın lideri Öcalan’ın yeğeni Dilek Öcalan, bu yola girmişler,
ama Kürt gençleri hala dağlardalar. Bundan daha büyük çelişki
olmaz. Eğer Leyla Zana ve Dilek Öcalan’ın yolu doğruysa, Kürt
gençleri hala neden dağlardalar ve neden bu kadar çok ölüyor ve
öldürüyorlar? Yok, eğer bu gençlerin yolu doğruysa, o zaman Leyla
Zana ve Dilek Öcalan’ın Mecliste ne işi var? Oysa HDP’nin meclis
yolu, ayrılıkçılığı değil, eğer istenir ve kullanılırsa, siyasi
entegrasyonu güçlendirecek olan yoldur. İşte bunu istemiyorlar.
Parlamentodan da vazgeçemiyorlar, ama parlamento aslında, Kürt
temsilci barındırdığı her dönemde başlarına belaydı. HDP,
Türkiyelileşmek dedi, Erdoğan için, seni Başkan yaptırmayacağız
dedi ve çözüm süreci zemininden uzaklaşarak, bu zemini ve Öcalan’ı
feda ederek, AK Parti ve Erdoğan muhaliflerinin desteğini aldı.
"TÜRKİYELİLEŞMEK SLOGANI, PKK İÇİN SİYASİ BİR
MANEVRAYDI"
Türkiyelileşmek sloganı, PKK için aslında siyasi bir manevraydı,
kendine Türk siyasi toplumu içinde bir alan açmak, bir tolerans
yaratmak istiyordu. Arz-talep kuralı işledi adeta. Selahattin
Bey’le sazlı-sözlü sıra geceleri düzenlediler. Onlarcası Kandil’e
taşındı durdu. Kandil’in havalarını İstanbul’un ortasında üfürüp
durdular. Ben altmış yıldır çok şükür Türkiye’de yaşıyorum, PKK’ya
neredeyse gönüllük temelinde bir desteğin ve hele bu ölçülerde
gösterildiği hiçbir dönemi hatırlamıyorum. Memleketin aydınları
öyle bir hale geldiler ki, ibretlik bir manzara var ortada! Duran
Kalkan’ın yazdığı makaleleri övüp altına imza atan Emre Kongar
gibi, Kemalist aydınlar mı dersiniz, Kürt gençlerinin ‘devletin
imtiyazlı şiddetine’ ortak olmak için savaştıklarını savunan
Boğaziçili akademisyenler mi dersiniz, sayın sayabildiğiniz kadar.
Entelektüel hayatı, düşünceyi zehirlediler.
"KEMALİSTLE RPKK'DAN MEDET UMUYOR"
Bence bu çevrelere ebedi olarak veya en azından ‘AK Parti ve
Erdoğan tarih sahnesinden silininceye kadar’ lazım olacak olan
örgüt HDP değil, PKK’dır. HDP’ye taktiksel bakıyorlar, ama PKK’ya
stratejik bakıyorlar. HDP’nin, bu kadar kalabalık bir grupla
meclise girmesi hem Kandil, hem aynı çevreler için oldukça riskli
bir durum yarattı. Çünkü PKK’nın Ortadoğu’da, Türkiye’de ve bir
bütün olarak Batı’da gördüğü teveccühün ve desteğin en önemli
sebebi, istendiğinde silaha sarılacak, iç siyaseti düzenlemede
silahları konuşturarak ve fayda sağlayacak olan ayrılıkçı bir
örgütün varlığını sürdürmesidir. Bu yüzden zaten, kurulduğu günden
bu yana hiç kimse PKK’nın bölünmesini istemedi. Bu bölünmelerin
yaşandığı dönemlerde Batılılar ve İranlılar, örgütün birlik ve
beraberliği için çok kanlı operasyonlara imza attılar. Avrupa’da,
Şam’da, Erbil’de ve Türkiye’de. İç infazlar dediğimiz infazların
gerçek sebebi budur. PKK’nın arkasında duran güçler, PKK’nın
fikirsel ve siyasi tercihler nedeniyle bölünmesini istemedikleri
gibi, HDP’nin ‘aşırı veya denetlenemeyecek kadar, meclise gelip
sisteme entegre olacak kadar ‘büyümesini istemezler.
"PKK BARIŞTAN KORKUYOR"
PKK, gelecekten korkan bir örgüt. Korktuğu için savaşan bir örgüt.
Bu türden örgütler, eğer doğup büyüdükleri ülkelerde, bir gün gelir
kendilerine ait bir gelecek olamayacağını düşünmeye başlarlarsa,
savaşmaktan başka çareleri kalmaz. PKK, geleceğini Türkiye’de
aramıyor artık. Suriye ve Irak’ta arıyor..Ama PKK,
kantonlaştırdığını düşündüğü Nusaybin ve Cizre gibi sınır ilçeleri
Rojava’ya benzetebileceğini veya o şeklide yönetebileceğini
düşünecek kadar da gerçeklerden kopmuş bir örgüt. PKK eğer kendisi
ve kaymakamlık, kanton başkanlığı, hatta valilik vaadinde bulunduğu
insanların, Türkiye’de bir geleceği olabileceğine inansaydı, başka
yollar denerdi, mesela yüzünü HDP’ye dönerdi, ama asla savaşmazdı.
Türkiye’de normalleşen siyasi süreç ve giderek güç kazanan
demokrasi, PKK’nın adapte olamayacağı bir halde bulunuyor ve PKK bu
demokratik sürecin bir parçası olmayı kabul etmeyecek kadar da
soğuk savaş yıllarından kalma bir örgüt.
'"ÖZERKLİK İLANLARI TAM BİR FİYASKO"
PKK’nın ve onu destekleyen, en azından sandıkta olumlayan halkın, hiçbir kazancının olmadığı muhakkak. PKK’nın bu manada bir halk desteği olduğu söylenemez. Ne Yüksekova’da ne Nusaybin’de ne Cizre’de, ikinci ‘devrimci halk savaşına’ bir destek yok. Halk oraları fırsat buldukça terk etmeye ve göçe başladı… Demokratik özerklik ilanları tam bir fiyasko. Sevinenlere gelince. Türkiye’nin Kürt/Türk ittifakı temelinde büyümesini istemeyenler, bugünkü tablodan oldukça memnundur. Seçimlere giden bir ülkede her gün onlarca şehit cenazesi… Tabutların üstüne kapaklanan genç kadınların ve anaları Kürtçe Türkçe yaktığı ağıtlar… Etnik hınç ve öfkenin büyüme ihtimali. Bunlar kimi sevindirir sizce. Tek kelimeyle Türkiye’nin tarihi düşmanlarını.. Anadolu topraklarını bile Türkiye’ye çok görenleri, bölünmemizi isteyenleri sevindirir elbette bu manzara. Daha derin bakıldığında, bu günü 1514’ün ve Lozan’ın rövanşı gibi de okumak mümkün.
Kandil’i yönetenler bunu böyle planlayabilir, silah tüccarları, uyuşturucu balonları daha çok kazansın diye Kürt gençlerini ölmeye öldürmeye güdüleyebilir. Ama sorun çözümü için Türkiye devleti ve toplumuyla çok önemli bir imkânı sunmuşken, eş başkan Demirtaş’ın gerekli oyu alabilseydi TC’ye cumhurbaşkanı dahi olabileceği genişlikte ve eminlikte siyasetin yolu Kürtlere de açıkken, PKK-HDP tabanı neden evladının okuyup doktor mühendis milletvekili cumhurbaşkanı olması için değil de ya katil ya ölü olacağını bile bile PKK’yı, YDGH’yı seçti?
"İDEOLOJİK BİR KÖRLÜK VAR"
Aslında bu tabanın ve gençlerin istediği bu değildir. Düşünsel bir
zehirlenme ve ideolojik bir körlük var. Öyle bir kuşak
yetiştirdiler ki, kendisi gibi görmediği ve kendisi gibi saymadığı
her şeyden ve herkesten nefret ediyor. Sorgulamayı, olgulara
eleştirel bakmayı bu gençler bilmiyor. Bu gençler hayata kendi
şiddetlerini meşrulaştırıp, bu şiddeti kutsayanların gözüyle
bakıyor. Sosyal dışlanmışlık yaşayan gençler bunlar. İçlerinde
HDP’li vekillerin ve belediye başkanlarının çocukları yok.
Yoksullar ve eğitim olanaklarından hakkıyla yararlanamıyorlar.
Kapalı kutu olmayı sürdürüyorlar. Geçmişin mağduriyetlerini de
hesaba katmak lazım. Bu mağduriyetler bir gün Uludere, bir gün
Kobani üzerinden her defasında ve yeniden inşa edilir. Uludere de,
Kobani de bu gençler için, sarılacak yeni hikâyeler anlamına
geliyor. Gençlerin başka kültürlerle tanışmalarının önünde büyük
engeller var. Devlet ve sivil toplumun ağır ihmalleri ise
cabası.
"KENDİMİZE OY VERİYORUZ SÖYLEMİ..."
Kürtlere siyasi temsil vaadinde bulunmak bence iyi sonuç veriyor. Kürt kimliğini savunarak belediye başkanı, milletvekili, muhtar olmak, HDP’nin karar organlarında ve merkezinde yer alma imkânı, cazip bir halde. Yaygın bir söylem olarak ‘kendimize oy veriyoruz’ söyleminin asıl sebebi bu. Kürtlerin bugün bağımsızlık talebi filan yok, ama siyasi tanınma ve temsil bence HDP’de olsun, diğer partilerde olsun, önemli bir talep haline geliyor. Kim bu talebi demokratik zeminde meşrulaştırır ve sahip çıkarsa, siyaseten kazanacak da odur. İstanbul’dan başlayarak, Hakkari’ye kadar durum bence bu..Kürtler geçen yüzyılı büyük mağduriyetlerle bitirdiler. Her şey paylaşılırken, devletler kurulurken paylarına bir şey düşmedi, inkârdan başka... Bu bir travma aslında. Bu yüzyıla şüphesiz geçen yüzyılın gözlükleriyle bakamayız, ama Kürt sorunu dediğimiz sorunun temelinde, bir kimliğin tanınması ve siyasi temsile dair tatminin giderilmesi var. Kimlik inkârı bugün yok, ama siyasi temsil için aynı şeyi söylemek o kadar kolay değil.
7 HAZİRAN'DA AK PARTİ'NİN BÖLGEDEKİ OY KAYBININ
SEBEBİ
( "7 Haziranda AK Parti bölgede neden dramatik bir oy kaybına
uğradı?" sorusuna yanıt olarak) Ana sebep, Kobani üzerinden, PKK;
Batı ve Türk medyasının el birliği ve ortak akılla inşa ettiği yeni
siyasi hikayenin, geniş kesimleri harekete geçirmesi ve
etkilemesidir. Kobani olmazsa, HDP/PKK’ya 80’li yıllardan bu yana
yaşanan ve kendini hep tekrarlayan söylemler, siyasi hikayeler
fazla fayda sağlamazdı. Kobani yeni ve hiçbir Kürd’ün kolay kolay
red edemeyeceği bir hikayenin yazılmasını mümkün kıldı. Bir tür
uyanan milliyetçilik. Bu seçimlerde muhafazakar-demokrat düşünceyle
bu milliyetçiliğin karşılaşmasına tanık olduk. Kobani
milliyetçiliği Diyarbakır’da yaşayan Kürdü de İstanbul’da yaşayan
Kürdü de aynı oranda etkiledi ve bu etkileme en çok ta dindar
Kürtler arasında yaşandı. Bunun dışında, AK Parti’ye bağlı sebepler
de oldukça fazlaydı. AK Parti bölgede ciddi bir kurumsallaşma
sorunu yaşıyor. Kuruluş yıllarındaki vaatler ve paradigma, değişen
sosyolojiyi kucaklamaya, Ortadoğu’da olup bitenleri anlamaya
yetmiyor artık. Partinin periferisinde yer alan bazı kurum ve
kuruluşlar, partinin gerçek manada bir siyasi kurum gibi çalışması
önünde ciddi bir engele dönüştü. Bu kurumlarla yeni bir hak hukuk
anlayışı üzerinde tartışmanın ve ilkeler belirlemenin zamanı geldi
de geçti bile. Şehirlerdeki yerel kadrolar, KCK’nın siyasi
mühendisliklerinin farkında değiller. Ve bu manada çok
korumasızlar. Bölgede ciddi bir siyasallaşma var, ama AK Parti,
yerelle çok fazla meşgul olan bir parti. Oysa yerel sorunların
sınırında kalınarak ve oyalanarak çözülebilecek bir sorun kalmadı o
bölgede. Çok daha fazla sayıda ulusal çapta aktörlere ihtiyaç var.
Yerel aktörleri rahatlatmak ve iç çatışmaları yatıştırmak için,
ulusal çapta aktörlerin Batı’ya kaydırılması fikri, partiye ilerde
çok zarar verebilecek bir fikirdir. Görebildiğim şu: KCK sistemine
karşı siyaset yapmak, yerel aktörleri önemli kılmakla beraber,
sadece yerel aktörlerle verilebilecek bir mücadele olmaktan çok
uzaktır. Bu seçimlerde partinin ulusal çapta aktörlerini Doğu’da
konumlandırması stratejik bir tercih olarak görülmelidir.
Unutulmaması lazım ki, Diyarbakır ve Mardin kazanılmadan, İstanbul
da kazanılamaz artık. Çünkü Diyarbakır’daki Kürt seçmenle,
İstanbul’daki Kürt seçmenin talepleri söz konusu olduğunda
aşılmayacak duvar kalmadı. Haziran seçimleri bunu açıkça
gösterdi.