Olan ile ölen arasındaki perdeler kalktığında hissetmiştik
aslında denge ile dengesizlik arasındaki duvarlarda oluşan
çatlakları. Sızıntıları hissetmediğimiz söylenemez ama
önemsediğimiz de söylenemez. Nedir ki dedik okyanusta damla.
Ağzımıza tutuşturulan türlü emziklerle oyalandık.
Sonra bir de baktık ki okyanus yok olmuş. Yerinde devasa ve
kirli bin damla. Okyanusun sakinleri de kirlenmişti üstelik.
Balıklar cıva biriktirmişti mesela kanatlarının altında. Köpek
balıklarının iletişim sistemlerinde bir şeyler aksıyordu. Balinalar
kıyılara vuruyordu yüzlerinde derin bir mutsuzlukla.
Ve toprak, suyun yeryüzü kardeşi, ne geldiyse aldı sudan ve
paylaştı olağan bir cömertlikle gövdesinde barınanlarla. Önce ağır
ağır sonra inanılmaz bir hızla değişti her şey. Çiçekler, ağaçlar,
sebzeler, meyveler ve elbette insanlar doğal olmayanın sınır
tanımazlığıyla.
Organik sebze ve meyvelerde bir çeşit
kurtarılmışlık vardı. Öyle hissediyorduk ve öyle yazılıp
çiziliyordu her yerde. Hastalıkların, savaşların, insanın insana
şiddetinin çılgınca arttığı bir dünyada kurtarılmak istiyorduk biz
de. Nasiplenmek istiyorduk organik kelimesinin saçtığı
ışıktan!
Derin ve korkunç bir kıstırılmışlık duygusu sardı hepimizi.
Hiçbir şeye güvenemiyorduk artık. Yediğimiz elmaya. Soluduğumuz
havaya. İzlediğimiz televizyonlara ve elimizin neredeyse doğal bir
uzantısı olmak üzere olan, iletişimden başka her işi görür
telefonlara.
Kaktüslerle donattık evlerimizi, ofislerimizi. Taşlar aldık renk
renk radyasyonu emmesi için. Çünkü öyle söylüyordu birtakım çok
bilgili insanlar. Aslında hiçbirimiz bilmiyorduk bu çok inanılası
fikirlerin kaynağı nereden geliyordu. Organik diye bir sıfat
eklendi sonra her şeyin başına. Önüne geldiği kelimeye ulvi bir
mana katıyordu, derin bir arınmışlık.
Organik sebze ve meyvelerde bir çeşit kurtarılmışlık vardı. Öyle
hissediyorduk ve öyle yazılıp çiziliyordu her yerde. Hastalıkların,
savaşların, insanın insana şiddetinin çılgınca arttığı bir dünyada
kurtarılmak istiyorduk biz de. Nasiplenmek istiyorduk organik
kelimesinin saçtığı ışıktan!
Anadolu’daki akrabalarımızı ziyaret ettiğimizde onların da
kayıtsız kalmadığını öğreniyorduk bu yeni kurtarıcılara.
Çiftçilerin çoğunun iki elma bahçesi vardı artık mesela ya da iki
portakal bahçesi. Birisi kimyasal ilaçlar, gübreler kullandığı,
diğeri yalnızca doğal gübre ile beslediği. Gittiğimizde bize
ilaçlanmamış olandan yani organik olanlardan ikram ediyorlardı
büyük bir gururla.
Oysa bilmiyorlardı, kuşatılmışlığımızı ve korkularımızı nasıl
derinleştirdiklerini. Organik korkular ediniyorduk, organik
elmalarımızı dişlerken kaçmış bir iştahla.