Ordunun yeni Başbuğu
Abone olBazılarına göre ülkenin uzun süredir beklediği "kodu mu oturtan" komutan, yakınlarına göre ise bambaşka biri..
İlker Başbuğ, dört ay sonra görevi Yaşar Büyükanıt’tan
devralacak. Kamuoyu onu ciddi yüz ifadesi ve konuşmalarında yaptığı
derin sosyolojik tahlillerle tanıdı.
Bazılarına göre ülkenin uzun süredir beklediği (!) ‘kodu mu
oturtan’ komutan. Yakınlarına göre ise bambaşka biri. Örneğin,
henüz Kuleli öğrencisiyken en yakın arkadaşları ‘cool görünümü’
nedeniyle ‘mareşal’ diye sesleniyordu.
İşte yeni Genelkurmay Başkanımızın bilinmeyen
yönleri
- Anne ve babası Makedonya’nın Manastır ilinden Afyon’a göç
etti
- Babası yedi yaşında vefat etti
- Dedesi, anneannesi, dayısı ve teyzeleriyle büyüdü
- Maddi gelirleri dedesinin emekli, annesinin dul aylığıydı
- Asker olmayı, Kulelili öğrencilerin fiyakası nedeniyle istedi
- Fenerbahçe taraftarı. İlk FB maçına dayısı götürdü
- 27 Mayıs ve 22 Şubat olayları, üzerinde derin izler bıraktı
- Annesine çok düşkündü. Şark hizmetinde bile annesi yanındaydı
- Alt rütbeliler, ‘Hocam’ derdi
- Felsefe ve sosyoloji düşkünü. Geniş bir klasik müzik arşivi
var
Makbule Hanım, Süleyman Bey’e akşam kahvesini sunduğunda, radyonun
lambası artık ısınmış, ajans saati de gelmişti. İkinci Dünya
Savaşı’nın son yıllarının yaşandığı o günlerde, spiker heyecansız
bir ses tonuyla gelişmeleri sıralıyordu. Türkiye’nin de savaşa
katılması için baskılar iyiden iyiye artmıştı. İngiltere Başbakanı
Winston Churchill, “Almanlara karşı topraklarınızda bize üs
açın” diyordu. Milli Şef verdiği beyanatta halkı sükûnete
çağırıyordu. Vatandaş kuyruklardan şikâyetçiydi, yağ bulamıyordu.
Verem hastalığının önüne geçilemiyordu.
Haberlerin sonuna yaklaşıldığında, Makbule Hanım kahvesinden bir
yudum daha aldı. Daralmıştı. Süleyman Bey’e döndü. Sessizce eşini
izledi. Oysa yeni hayatının henüz başındaydı.
İLKER İSMİNİ EBESİ VERDİ
Afyonkarahisar’da, oturuyorlardı. Makbule Hanım, Afyon’da doğmuştu,
ama kökenleri Makedonya’nın Manastır iline uzanıyordu. Güzel,
alımlı bir hanımdı. Ama yüzünde, suçiçeğinden kalma noktacıklar
vardı. Eşi Süleyman Bey, il özel idaresinde çalışıyordu. Manastır
doğumluydu. Zaten aileleri ‘suyun öteki tarafından’ tanışıktı. Önce
İzmir’e, sonra Afyon’a taşınmışlardı.
İlker bu dönemde, 29 Nisan 1943’te dünyaya geldi. Doğum evde
gerçekleşti. İsmini ebesi verdi. İlker, ailenin tek, baba
Süleyman Bey’in ise ikinci çocuğuydu. Çünkü Makbule Hanım, Süleyman
Bey’in ikinci eşiydi. İlk evliliğinden Melahat adlı bir
kızı vardı.
YAKIŞIKLI BİR ÇOCUKTU
İlker, ilkokula Afyonkarahisar’da Cumhuriyet İlkokulu’nda başladı.
Akranlarından daha uzun boylu, zayıfça ama yakışıklı bir
çocuktu. Babası Süleyman Bey, İlker henüz yedi yaşlarındayken,
verem nedeniyle vefat etti. Makbule Hanım, eşinin son
günlerinde sürekli yanında, hastanedeydi. Ama İlker’i babasının
yanına hiç götürmedi. Çünkü verem bulaşıcıydı.
Babasını kaybeden İlker, Afyon’da yalnız değildi. Anne Makbule
Hanım’ın babası Hasan, annesi İsmet ve iki kız kardeşi bu
şehirdeydi. Makbule Hanım’ın aslında beş kardeşi vardı. Ancak üçü
çeşitli nedenlerle Afyon dışındaydı. İlker, annesiyle birlikte
dedesinin evine yerleştiği için okulunu da değiştirmek zorunda
kaldı. 27 Ağustos İlkokulu’na kaydedildi ve buradan mezun oldu.
Ortaokul için Afyon Lisesi’ne gitmeye başladı. Bu lise, Türkiye
siyasi tarihinde önemli bir yere sahip. İki cumhurbaşkanı; Süleyman
Demirel ve Ahmet Necdet Sezer, bir Genelkurmay Başkanı; İsmail
Hakkı Karadayı mezunları arasında.
Baba Süleyman Bey’in ölümünün üzerinden yaklaşık beş yıl geçmişti.
Yıl 1955. Bu tarihte anneanne vefat etti. Bunun üzerine Hasan Dede,
Makbule Hanım, İlker ve küçük teyzesi İstanbul’a taşınma kararı
aldı. Büyük teyze Belkıs Hanım ve dayı Orhan Bey’in yanına
gideceklerdi.
KUZGUNCUK'TA YENİ HAYAT
İstanbul’daki adresleri Kuzguncuk’tu. Büyük teyze Belkıs Hanım,
çocukları ve heykeltıraş eşi Rahmi Artemiz bu semtte yaşıyorlardı.
Evin büyüğü Hasan Dede’ydi, memur emeklisiydi. Orhan Dayı, İlker’in
ağabeyi gibiydi. Orhan Dayı, Kuzguncuk’un popüler
delikanlılarındandı. Asker kökenliydi; Bursa Askeri Işıklar
Lisesi’ne girmiş, ama yarıda bırakıp hukuk okuyarak avukat
çıkmıştı. Ayrıca İlker’in Fenerbahçeliliği dayısından
kaynaklanıyordu. İlk FB maçına o götürmüştü.
BU EVDE 6-7 EYLÜL OLAYLARINA TANIK OLDU
İlker ve ailesinin Kuzguncuk’ta kalacağı ilk ev Berberoğlu
Sokak’taydı. Yıl 1955. İlker, bu evde otururken 6-7 Eylül
olaylarına tanık olacaktı…
Hatırlanacağı üzere 1955 yılında, “Atatürk’ün Selanik’te doğduğu
eve bomba atıldı” yalan haberiyle 6 Eylül’de başlayan olaylar
sonucu 16 Rum, bir Ermeni vatandaşı hayatını kaybetti. Bu olaylar
sonucunda Türkiye’de yaşayan binlerce Rum, Türkiye’den göç etti. Bu
kaos günlerinde İlker, Üsküdar’daki Fıstıkağacı Okulu’na kaydoldu.
Yani bugünkü Anadolu Lisesi statüsündeki Üsküdar Lisesi’ne… Bu
okul, öğretime ‘Kız Ortaokulu’ olarak başladı. Daha sonra liseye
çevrilerek karma eğitim verdi.
MADDİ DURUMLARI İYİ DEĞİLDİ
İstanbul’daki ilk evlerinde sadece bir yıl kaldılar. Ardından yine
aynı semtte Tahtalı Bostan Sokak’taki ahşap eve geçtiler. 1956’tan
1966’ya dek burada oturdular. Maddi durumları çok kötü
değilse de, o kadar da iyi değildi. Hasan Dede’nin emekli, anne
Makbule Hanım’ın da dul maaşı ile kıt kanaat
geçiniyorlardı…
HOLLYWOOD'LU YILLAR
Hatırlayanlara göre, 1950’li yılların Kuzguncuk nüfusu 950 kişiydi.
Bunun 760’ı Ermeni ve Rumdu. O yıllarda İstanbul’da denize
girilebiliyordu. Kuzguncuklu gençlerin gözdesi ise Çukuryalı ve
Cemilmolla sahilleriydi. Bir de Hollywood vardı. Burası
gençlerin buluşma noktasıydı. İlk kaçamak bakışlar burada
atılıyordu. Kuzguncuk’ta görüştüğümüz o yılların
delikanlıları, “Biz gitmezdik” diyor. Onlardan biri de Cemal Kunt.
Başbuğ’un karşı komşusu. Dönemi şöyle anlatıyor:
“O yıllarda piyasa yapılan iki cadde vardı. Biri Beyoğlu’ndaki
İstiklal, diğeri de Kuzguncuk’taki İcadiye Caddesi. Bizim
gibi o da Hollywood’a gitmezdi. Bizim evin olduğu binadan,
İlkerlerin olduğu binaya elektrik kablosu çeker, voleybol
oynardık.”
KIZLARLA AYNI VAPURDA
İlker, parlak bir öğrenciydi. 1957 yılına gelindiğinde yol ayrımına
geldi. Kuzguncuk, Kuleli Askeri Lisesi öğrencilerinin gezmeye
geldiği bir semtti. Üniformalarıyla dikkat çekiciydiler.
İlker’in en yakın arkadaşı. komşusu Tamer’di. Aynı
ortaokuldaydılar. İki kafadar, ‘asker’ olmak istiyordu.
Kuleli’nin sınavına girip, kazandılar. Böylece büyük dayı tabip
Muammer dışında, ailede bir asker daha olacaktı. Anne
Makbule Hanım, “Oğlum kurtuldu” diyerek dualar etti…
İlker Başbuğ, Kuzguncuk’a, annesinin yanına sadece hafta sonları
gelebiliyordu. Hafta içi Kuleli’deydi. Cumartesi günleri, okul
çıkışı İlker için oldukça heyecanlı geçiyordu. Okuldan çıkar çıkmaz
arkadaşlarıyla birlikte Çengelköy’e doğru koşmaya başlıyorlardı.
Kuzguncuk ve Kuleli’den arkadaşı olan emekli kara pilot Albay Suavi
Gökdel şöyle anlatıyor: “Kuzguncuk’a gidecek vapura
Kandilli Kız Lisesi öğrencileri de biniyordu.” Gökdel, “Hayır,
İlker de ben de yapmazdık” dese de, kızlarla uzaktan uzağa küçük
bakışlar atılıyordu, bu vapurda. İlker ve Suavi, dönüş
yolunda ise otobüsü tercih ederlerdi.
Sınıf Subayı Binbaşı İsmail öğretmen epey sertti. İsmail
Binbaşı’nın ardından sınıf subayı olan Sabri Demirbağ ise İlker’in
üzerinde derin izler bırakmıştı. Arkadaşlarının deyimiyle Demirbağ,
‘çok seçkin bir subaydı’. Nitekim daha sonra generalliğe yükseldi.
Beden eğitimi öğretmeni Ruhi Saralp, felsefe öğretmeni Ali Rıza
Koralp, İlker ve arkadaşlarının en sevdikleri öğretmenler
arasındaydı. İlker, belki de bu öğretmenin etkisiyle ileride
felsefe düşkünü olacaktı.
KENDİSİNE MAREŞEL DERDİM
Eski Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreter Yardımcısı emekli
Tümgeneral Erol Kırışoğlu, İlker Başbuğ’a nasıl seslendiğini şöyle
açıkladı: “Kuleli’deyken 13-14 yaşında çocuktuk. Ama İlker
öyle bir yapıya sahipti ki, hep cool’du. Ben daha o zamanlar
kendisine ‘mareşal’ derdim.”
OKULDA 22 ŞUBAT'I YAŞADILAR
1960 yılı İlker için bir kırılma noktasıydı. Kuleli Askeri
Lisesi’nden mezun olmuş, Ankara’daki Kara Harp Okulu’na başlamıştı.
Ancak ne var ki aynı yıl, Türkiye için de bir eşikti. Türkiye
Cumhuriyeti tarihinde ilk kez askeri müdahale gerçekleşmişti.
1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’nin ‘ülkeyi baskı rejimine ve
kardeş kavgasına götürdüğü’ gerekçesi ile Türk Silahlı Kuvvetleri
içinden bir grup subay, 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine el
koydu. İhtilalin etkisinin tüm yurtta hissedildiği günlerdi…
Başbuğ’un Kuleli ve Harp okullarından devre arkadaşı emekli
Tümgeneral Rıza Küçükoğlu, psikolojilerini şöyle anlatıyor:
“Harp Okulu’na geldiğimizde 27 Mayıs olmuştu. Kuleli’deyken
gelişmeleri sadece radyodan dinliyorduk. Zaten henüz çocuktuk. Okul
yönetimi tarafından ihtilalle ilgili hiçbir şey yansıtılmamıştı.
Harp okulunda ise iki akım arasında kalmıştık.”
Küçükoğlu’nun “Arada kaldık” dediği kutuplar
şunlardı: Harp Okulu Komutanı Albay Talat Aydemir ve arkadaşları,
ordu içindeki 27 Mayısçıların tasfiyesine kızıyordu. Direniş için
kimi genç subayları mevcut komutaya karşı örgütlüyorlardı. Sonuçta
Talat Aydemir ve arkadaşları tasfiye edildi. Bu gelişme, tarihe 22
Şubat olarak geçti.
İlker Başbuğ ve devre arkadaşları böyle bir keşmekeş arasındaydı…
Gerisini Rıza Küçüoğlu’ndan dinleyelim: “Harp Okulu’nda her gün
derslere hazır kıta; silahlı ve teçhizatla girerdik. 1960 ihtilali
dönemi bitmemişti. Politika okula yansımıştı. Derse bir gün
Alparslan Türkeş tarafı, diğer gün karşı taraf gelip konferans
verirdi. 22 Şubat’a gelecek olursak, o isyana tüm öğrenciler
katılmamıştı. Bir kadro hareketiydi. 22 Şubat’ın ardından sömestr
tatiline gönderildik. Ama dönüş için okul yönetiminin emrini
bekleyecektik. Geldiğimizde farklı bir Harp Okulu bulduk; eğitim
şekli ve yönetimi değişmişti. Talat Aydemir ve ekibi ayrılmıştı.
Mezun olduktan sonra kıtalarımıza gittik. Ama maalesef bir yıl
sonra (Talat Aydemir’in ikinci darbe girişimi) 21 Mayıs olayına
katıldıkları için bazı devre arkadaşlarımız teğmen rütbesindeyken
ordudan atıldı.” O günlerde Teğmen İlker Başbuğ, Maltepe 2. Zırhlı
Tugay’da görevliydi.
Bu arada İlker, Harp Okulu’nun popüler öğrencileri arasında
değildi. Ama derslerinde başarılıydı. Arkadaşları, “Pek ders
çalışmıyordu ama zekiydi” diyor. İlk kez bu dönemde alınan iki de
kız öğrenci vardı; Nusret Güzel ve Sezen Kavrar. Suavi Gökdel,
“Bizden farkları yoktu. Öyle bir eğitimden geçiyorduk ki, onlar da
erkek gibi olmuşlardı” diyor. 27 Mayıs ve 22 Şubat olayları, Harp
Okulu’ndan sonra Piyade Okulu’na devam eden İlker Başbuğ’da derin
izler bıraktı. Devre arkadaşı emekli Tümgeneral Rıza Küçükoğlu’na
göre, “1961 ve 1962 Kara Harp Okulu mezunları ihtilal kelimesine
bile hoş bakmadı. Hatta fobi olarak gelişti…”
BAŞBUŞ İÇİN "ANNE" VAZGEÇİLMEZ BİR FİGÜRDÜ
Babasızlığın ne demek olduğunu çok iyi bilen İlker Başbuğ için
anne, vazgeçilmez bir figürdü. Eşini erken kaybetmenin getirdiği
bir refleks olsa gerek, anne Makbule Hanım da oğluna çok düşkündü.
Öyle ki, Teğmen İlker Başbuğ’u şark hizmetinde bile yalnız
bırakmadı. Zaten Hasan Dede de aynı yıl vefat etmişti. Başbuğ,
1966’da Iğdır ile Doğubayazıt arasındaki Suveren mevkiine
atanmıştı. Burada Başbuğ ile aynı yerde görev yapan emekli
Korgeneral Hasan Kundakçı, anne Makbule Hanım’ı şöyle anlatıyor:
“Mükemmel biriydi. Herkes onunla konuşmak, hatta misafiri
olmak isterdi. Fikrine başvurulurdu.”
Erkek çocuğu, anne figürüyle eşini seçermiş. Bu söz İlker Başbuğ
için de geçerli. Çünkü Sevil Hanım da anne Makbule gibi ‘sözü
dinlenir’ bir kadın. Bu arada Sevil Başbuğ’un nüfus cüzdanındaki
adı Sevim.
Gelelim İlker Başbuğ’un evliliğine… Kuzguncuk’un en işlek caddesi
İcadiye’deki postanenin müdürü Sevim Hanım’ın dayısıydı. Zaten
Kuzguncuk küçük bir yer. Herkes gibi iki aile de birbirini tanıyor.
Sevil Hanım’ın karacı subay babası Rizeli, annesi ise Artvin
Arhavili… Aralık 1968’de, İlker Başbuğ’un şark hizmetinin ardından
dünya evine girdiler. Evlendiklerinde İlker Başbuğ’un tayini,
Ankara’daki Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’na çıktı. Feride, çiftin
ilk göz ağrısı. Kardeşi Murat ile aralarında 11 yaş var.
Yeni evli çiftin ilk evi, Muhafız Alayı’nda görev yapan subayların
kaldığı Çankaya Lojmanları’ydı. Sevil Hanım, Çankaya Köşkü’yle
bitişik olan lojmanlardaki Yelken Apartmanı’na gelin geldi. Tesadüf
şu ki, 40 yıl sonra bugün de Çankaya Köşkü’nün bitişiğindeki
konutlarda oturuyorlar.
KARA PİLOTU OLABİLİRDİ
İlker Başbuğ’un, yurtdışı deneyimi oldukça fazla. İngiltere
Kraliyet Harp Akademisi ve NATO Savunma Kolejini bitirdi.
Belçika/Brüksel’de NATO Uluslararası Askeri Karargâhı’nda Cari
İstihbarat Plan Subaylığı yaptı. General olduktan sonra
Belçika/Mons’ta Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargâhı’nda
(SHAPE) Lojistik ve Enformasyon Daire Başkanlığı görevini yürüttü.
Son olarak yine Mons’ta Milli Askeri Temsil Heyeti (NMR) Başkanlığı
görevinde bulundu.
Emekli Tümgeneral Rıza Küçükoğlu, Başbuğ’un yurtdışı görevleri için
şu yorumda bulundu: “Kara Harp Akademisi’nde yüzbaşı rütbesiyle
öğretim üyesiydi. Binbaşı olunca İngiltere’de Kraliyet Kurmay
Koleji’ne seçildi. O eğitim çok önemli. İngilizce akademik eserleri
rahatlıkla takip edebiliyor. Ayrıca değişik ordulardan komuta ve
kurmaylık konusunda deneyim kazandı.”
Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen ise şöyle değerlendiriyor: “Ona
diplomat general yeteneği kazandırmıştır.” Eski Milli Güvenlik
Kurulu Genel Sekreter Yardımcısı emekli Tümgeneral Erol Kırışlıoğlu
da Eslen’le aynı görüşte. Hatta “Başbuğ asker olmasaydı iyi bir
bilim adamı olabilirdi. ‘Bir daha dünyaya gelsem asker olmam’
sözünü ondan hiç duymadım” diyor.
Kırışlıoğlu, İlker Başbuğ’a yönelik ilginç bir anekdodu şöyle
aktardı: “İlker kara pilotluğunu kazandı. Kursta gayet iyi olmasına
rağmen kendi isteğiyle ayrıldı. Piyade olarak devam etti. Kurmay
olmayı tercih etti. Akademiye birlikte girdik. Birincilikle
bitirdi.” Bu arada anne Makbule Hanım, böbrek yetersizliği
nedeniyle, 1988’de vefat etti. İlker Başbuğ için bu kayıp, belki de
hayatının en büyük acısıydı.
Selin Ongun - Cemal Subaşı / TEMPO