Dün akşam üstü sevdiğim dostlarımla boğazın o muhteşem görüntüsü
eşliğinde, gene sık sık bir araya gelerek gene geleneksel hale
getirdiğimiz o koyu ve bir o kadar da keyifli sohbetlerimizin süre
geldiği toplantılarımızdan birini daha gerçekleştirdik. Sohbet, çay
ve kahve eşliğinde neredeyse gece yarısına kadar sürdü. Ülke
gündemimizi meşgul eden ve önemli malum olayları ele aldık... Dolar
ve evanjelizm konularını masaya yatırdık... Sohbet her zaman ki
gibi Doktor Uğur Hoca’nın (ayrıca İnternet Haber’de yazar) finans
analizleriyle başladı. Çok isabetli ve doğru bulduğum analizleri
gerçekten ufkumuzu aydınlatır nitelikte. Yine aynı masada
dinlemekten son derece keyif aldığımız İlahiyatçı Sami Hoca’dan,
evanjelizm ve mehdiyet üzerine ve gene evanjelizmin merkezi haline
gelmiş olan “Tanrıyı kıyamete zorlama” fikriyatını ele alıp bizleri
bilgilendirdi... Ayrıca masamızda ticaret erbabı Engin Özyenice ve
ticarete neredeyse 45 yılını vermiş ve Ticaretin Mentor’u haline
gelmiş Erol Aydemir’de, Türkiye’de ticaretin geldiği son durumu ve
deneyimlerini bizlerle paylaştı. Serhat ve Selahattin Turan
kardeşler de icra ettikleri film yapımcılığı, oyuncu menejerliği ve
Türkiye’nin dizi ve sinema sektöründe ki son gelişmeleri bizlerle
paylaştı…
Ben ise her zaman ki gibi, Küresel güçlerin dünya üzerinde ki
emmeleri üzerine ve ülkemize olan yansımaları hakkında
konuştum...
Bir kaç soru ile devam edelim.
1877-78 Osmanlı Rus Savaşında Yeşilköy’e kadar gelen bir güç,
Avrupa’nın diğer güçlerinin baskısı ile geri itilirken, neden aynı
güçler Birinci Dünya Savaşında karşımızda olmuşlardı?
Kurtuluş Savaşı öncesi çeşitli ülkelerce işgal
gerçekleştirilmişken neden bazı bölgelerde savaşmadan çekilmeler
olmuş ve savaş Türk-Yunan Savaşı olarak noktalanmıştı?
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin İkinci Dünya savaşına kadar
dünya kamuoyunda saygıdeğer seviyeye getirilmesi çabalarının
altında yatan gerçek neden neydi?
Neden Türkiye zaman zaman uluslararası arenalarda yalnız
bırakılmakta?
Sınır komşumuz olmadığı halde neden bu ülkeler bazen yanımızda
bazen de karşımızdadır?
Bütün bu soruların cevabı tek bir cümlede toplanırsa, buna
“Türkiye’nin Jeopolitik Kaderi” demek gerekir.
Bu jeopolitik değerin neticesi özetlenirse ortaya çıkan sonuç
şudur;
“Dünya hakimiyetini elinde bulunduranlar ve yahut aday olan
güçler ve gene kendi milli çıkarlarını bu güçlerin paralelinde
bulan ortakları, dünyanın bu kesiminde kendine yeterli ve güçlü bir
ülkenin oluşmasını istememektedir. Aynı güçler dünyanın bu
kesiminde tamamen zayıf ve her an karşıt gücün himayesine
girebilecek kadar güçsüz bir Türkiye de istememektedirler. O halde
bu topraklarda yaşayan millet, her yönü ile, kuvvetlendikçe
budanan, zayıfladıkça sulanan bir ağaç misali kendilerince kabul
edilen asgari ve azami limitler içinde kalmalıdır.”
Sonuç.
Bugün işte bu minvalde ülkemiz ekonomisine operasyon çekilmekte.
Tüm piyonlarını tarumar ettiğimiz ülkelerin patronlarıyla karşı
karşıyayız. Mesele sadece Papaz ile sınırlı değil. Onların çizdiği
rotadan ayrılmamız, planlarını alt üst ettiğimiz Küresel Sermaye
sahiplerinin ve yönettiği ülkelerin tüm planını bozmuş olmamız ve
buna ek olarak da “stratejik ortak” dediğimiz ülkeleri suç
mahallinde suç üstü sobelememiz. Bu hırsın, bu hırçınlığın, bu
cezalandırmanın arkasında yatan yegane sebebler bunlardır...