Hayvanların mahşerde hesaplaşması nasıl olacak? Vahşi hayvanların diğer hayvanlara zarar vermesi, Allah'ın rahmet ve merhametine uygun mudur? Canlıları zîhayat (canlı), zîruh (ruh sahibi) ve zîşuur (akıl ve şuur sahibi) olarak üçe ayırırsak, bitkiler sadece zîhayattır, canlılar içinde yer alır. Hayvanlar ise hem zîhayat, hem de zîruhturlar. İnsanlar, melekler ve cinler ise hem zîhayat, hem zîruh, hem de zîşuurdurlar. Ölünce de ya cennette veya cehenneme gireceklerdir. Hayvanlar ise, akıl ve şuur gibi kendilerine mesuliyet yükleyecek duygulardan mahrum olduklarından, günah-sevap, hayır-şer, cennet-cehennem gibi mefhumlar onlar için söz konusu değildir. Tek hücreli varlık olan amipten balinaya varıncaya kadar bütün hayvanlar ruh sahibidirler. Esas itibariyle ruhun kendisi bâkîdir, ölmez, yok olmaz, bozulmaz. Ruhun geçici olarak misafir olduğu vücut ise ölür, dağılır, gider. Kur’ân-ı Kerim'de de açıkça ifade edildiği gibi ruh Cenab-ı Hakk'ın emri, kudreti ve tasarrufu altındadır. Ruh üzerinde Allah’tan başka hiçbir varlık tasarrufta bulunamaz. Onu yaratmak Allah’a ait olduğu gibi, muhafaza etmek de Allah’a aittir. Mahşerdeki duruma gelince; esas olarak mahşerde iki sınıf mahlukat diriltilecek, hesaba çekildikten sonra ebedî yurdu belli olacaktır: Bunlar insanlar ve cinlerdir. Hayvanların durumu ise, tamamen farklıdır. Onlar da diriltilecek, mahşer yerine getirileceklerdir. Bu hususta iki âyet meâli şöyledir: “Vahşi hayvanlar bir araya toplandığında,..” (Tekvir, 81/5) “O öyle bir gündür ki, insan kendi eliyle işlediklerine bakar. Kâfir de, ‘Ne olurdu, ben bir toprak olsaydım.’ der.” (Nebe, 78/40) Bu âyetlerin tefsirinde Abdullah bin Ömer, Ebû Hüreyre ve İmam Mücahid’in rivayetlerine göre, Cenab-ı Hak mahşer gününde hayvanları da diriltip huzuruna getirecek, birbirlerinden haklarını alıp ödeştirecek, sonra da onlara, “Toprak olun.” buyuracak, sonunda onların hepsi de toprak olacaklardır. Hayvanların bu haline gıpta ile bakan kâfirler, Allah’tan, kendilerini de toprak yapmasını isteyeceklerdir. Fakat insanlar cezasını çekeceğinden hayvan gibi muamele görmeyecektir. Hayvanlar her ne kadar mükellef varlık olmasalar da, onlar da belli nisbette haklaştırılacaklardır. Nitekim bir hadiste Peygamber Efendimiz (asm), “Her hak sahibine hakkını vereceksiniz. Hatta boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan kısas sûretiyle hakkı alınacaktır.” buyurarak, âhirette hiçbir haksızlığın karşılıksız kalmayacağını bildirirler. Yine hadis âlimlerinin ifadesine göre, karınca karıncadan hakkını alacaktır. Peygamberimiz (a.s.m) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü Allah’ın adaleti öyle kapsamlı bir şekilde cereyan eder ki, boynuzsuz hayvanların boynuzlu olanlarından, hatta bir karınca ile diğer bir karınca arasında kısas uygulanır.” (bk. Mecmau’z-zevaid, 10/352; Elmalılı Hamdi Yazır. Hak Dini Kur'an Dili, VIII/5599) Bediüzzaman da bu meseleyi şöyle izah eder: “Gerçi cesetleri fena bulur, fakat ervahları (ruhları) bâki kalan hayvanat mâbeyninde (hayvanlar arasında) da onlara münasip bir tarzda dar-ı bekada mücâzat (ceza) ve mükâfat vardır.” (Osm. Lem'alar, s. 887) Evet, hayvanların ruhu bâki kalacak, Cenab-ı Hak onların ruhunu muhafaza edecektir. Fakat ruh Allah’ın emir ve iradesi altında bulunduğundan nasıl muhafaza edileceğini ancak O bilir. Şöyle bir soru akla gelebilir: "Mademki havyanlar mahşerde hesap verdikten sonra toprak olup yok olacaklar, buna göre onların hesap vermesinin onlara karşı yararı veya zararı ne olabilir?" Hayvanların mahşerdeki hesaplarını iki açıdan değerlendirmek mümkündür. a. Hayvanların kendi aralarında hesaplaşmaları. Bu hesaplaşma, Allah’ın her şeyi kuşatan adaletinin bir yansımasıdır. Bütün mahluklar, bu adaletin nasıl geniş bir yelpazede cereyan ettiğinin şahidi olacaktır. Bunu gören suçlular, kendilerine verilen cezayı hak ettiklerini vicdanlarında tamamen his etmiş olacaklardır. Mazlum hayvan da zalimden hakkı alındığı için Rabbine şükran borcunu idrak edecektir. Belki de hayvanların ruhları da baki olduğundan, cesetleri toprak olduktan sonra bile, bu ruhlar -kendi aralarındaki hak- hukuka göre bir saadetleri olacaktır. b. Hayvanların insanlarla olan hesaplaşmaları Bu hesaplaşma insanlar açısından önem arz etmektedir. Çünkü, hayvanlara iyi davranan kimseler sevap kazanacağı gibi, onlara kötülük yapanlar da ceza çekeceklerdir. Nitekim hadis-i şeriflerde şöyle ifade edilmiştir: “Bir kediyi aç bırakarak ölümüne sebep olan bir kadının bu yüzden cehenneme gittiği...”(Buhârî, Enbiyâ,50; Müslim, Bir,151) “Susuz kalmış bir köpeğe su içiren bir adamın da affedilip cennete gittiği...” (Buhârî, Şirb, 9,Vudu, 33; Müslim, selam,153; Ebu Dâvud, cihad,47) ifade edilmiştir. Hayvanların rızklarını elde etmeleri ve aralarındaki şiddetin hikmeti hakkında bilgi verir misiniz? Hayvanlar arasındaki zulümler cezasız mı kalacak? Hayvanlar ile ilgili belgeselleri izlediğimizde, hayvanların kendi aralarındaki rızklarının şiddet vasıtasıyla onlara verildiğini görüyoruz. Devamlı aralarında şiddet hüküm sürüyor, yani kim güçlü ise onun buyruğu hakim oluyor. Hayvanın rızkını aramada temel görevi zulüm. Allahu Teala hiçbir varlığa zulüm etmeyeceğini emir ediyor. Ancak diğer tarafta zihnimizi bulandıran şiddet görüntüleri mevcut. Birincisi bu zulüm olmuyor mu? Bundan asıl murat ne? İkincisi Rabbimiz buna niye rıza gösteriyor? Allah'ın Elçisi Peygamber Efendimiz (asm) konuyla ilgili şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü hak sahiplerine haklarını mutlaka eda edeceksiniz. Öyle ki kabış (boynuzsuz) koyun için, boynuzlu koyundan kısas alınacak, taşa (niye bir başka) taş üzerine yüklenip kaldığından; adamın adamı niye yaraladığından sorulacak." (Ebu Hureyre) der ki: "Biz şunu da işitirdik: "Kıyamet günü, kişiyi tanımadığı birisi yakalar ve der ki: "Sen beni hata ve günah işlerken görüyordun, fakat ondan beni sakındırmıyordun!" (bk. Müslim, Birr 6, (2582); Tirmizî, Kıyamet 2, (2422).) İmam Nevevî, hadisi açıklarken der ki: "Bu hadis, hayvanların da kıyamet günü haşredileceği ve tıpkı teklif ehli insanların, çocukların, delilerin ve kendilerine tebliğ ulaşmayanların iadesi (yeniden diriltilmesi) gibi, onların da iade edileceği hususunda bir açıklamadır. Bu konuda Kur'an ve sünnette deliller vardır. Ayet-i kerimede şöyle buyurulmuştur: "Vahşi hayvanlar haşredildiği zaman" (Tekvir 5). Ayet ve hadiste gelen bir kelimenin zahirini esas almaya aklî veya şer'î bir engel yoksa onu zahirine hamletmek gerekir. (bk. Şerhu Müslim, ilgili hadisin şerhi) Allah’ın iki şekilde kanunu, nizamı ve şeriatı vardır. Biri, kelam vasfından gelen; insanların inançlarını, itikatlarını, ahlak ve muamelatlarını tanzim eden Din, Kur’an dediğimiz meşhur şeriat.. Buna inana, itaat ve boyun eğene mümin veya müslim diyoruz. İnkar eden ve isyan edene ise kafir ve gayri müslim deniyor. Bu şeriata itaat eden veya etmeyen; mükafat ve mücazatını genellikle ahirette görür. Çünkü imtihanla ilgili bir konu olduğundan, şartları ve uygulama sebepleri vardır. Mesela; akıl ve baliğ olmak, sıhhatli olmak, insanlardan veya cinlerden olmak, imtihana girecek istidat ve kabiliyette olmak, neticesini dünyada değil ahirette beklemek, bu şeriatın ana şartlarından ve kaidelerindendir. Bu şart ve kurallara uygun ve müstait olmayanlar, bu şeriatın sınırından çıkar. Mesul ve sorumlu olmaz. Şartlara haiz olmayanlara bu şeriatın cezaları uygulanmaz, neticede ceza ve mükafat, adalet olmadığı gibi zülüm olarak da değerlendirilir. Allah ise mutlak adil olup zulümden münezzeh olduğundan; bu şartlara müstait olmayanları bu şeriatın tasarrufu altına almıyor. Onlara meşhur şeriatın tatbiki hikmet ve adalet- ilahiyeye muvafık olmayacağından dolayı onlar, İslamiyet , Kur’an ve dinin kaide ve kurallarından hariçtir ve mesuliyetleri yoktur. Fakat Cenab-ı Hakk’ın ikinci tip kanunu, nizamı ve şeriatı ise irade vasfından gelen; Fıtratı, kaide ve kural altına alan, kainatın nizam ve intizamını temin eden, alemi sevk ve idare cihetiyle ihata etmiş olan sünnetullah, adetullah kanunlarıdır. Yani ehl-i dünyanın doğa veya tabiat kanunları diye hakikatini keşfedip, fakat yanlış isimlendirdiği kanunlar yine adetullah ve sünnetulah kanunlarıdır. İşte bu da bir çeşit şeriat veya din veya büyük kainat kitabının uyulması icab eden kanunları, namusları ve meseleleridir. Bu ikinci kanunlar silsilesinin kelam sıfatından gelen İslamiyet ve Kur’an kanunlarından farkı ise: 1- Kainatı ihata etmesi, inanan veya inanmayan, ihtiyar veya çocuk , deli veya veli, hayvan veya insan, hiçbir nesnenin şümulünden hariç kalmadığı ve her şeye eşit münasebette olan, tatbikatında tefrik ve temyiz olmayan kitab-ı kebiri kainatın adetullah ve sünnetullah kanunlarıdır. Yani bu kanunlar şu veya bu kimse veya varlık farkı olmadan her şeyi içine alır. 2- Bu kanunlara itaat ve isyan olabilir. İtaat eden ve etmeyen manen Müslim ve gayri Müslim olarak değerlendirilebilir. Bu itaatte ve isyanda mükafat ve mücazat, kelamî şeriatta olduğu gibi ahirette değil, dünyada cezası peşin verilir. Mesela, sabreden zafere gider. İlaç kullanan şifa bulur. Yüksekten düşen ölür. Ateşe giren yanar. Mahlukat fanidir, ölür. Suyla temas eden ıslanır…..vs. Şimdi namaz kılmak, Kur’an’ın bir kanunu olup, mü’min olmak, akıl ve baliğ olmak şartına bağlıdır. Bu şartlara haiz olmayanlar dinin hükümlerinden ve namazdan mesul olmazlar. Fakat kitab-ı kebiri kainatın kanunları yani Allah’ın adetullah ve sünnetullah dediğimiz fıtratın kanunlarını uygulama ve tatbikatında şartlar aranmaz. Akıl baliğ olsun veya olmasın, inansın veya inanmasın hayvan veya insan olsun bu kanunlara dikkat etmeye, mucibince amel etmeye, acizlerin de sakınmaya ve korunmaya ihtiyaçları vardır. Mesela; ateş yakar. Bu kanun herkes için işler ve çalışır. Bunun gibi kanunların faydalarını elde etmek, zararlarından da sakınmak için insanlarda kalb, akıl ve his devreye girer. Hayvanatta his ile beraber sevk ve şevk duyguları harekete geçer. Nebatatta ise istidat ve kabiliyetlerin münasebet ve alakası vardır. Kur’an’ın hükümlerinin helal, haram ve diğer mertebeleri olduğu gibi fıtratın kanunlarının da bununu gibi helal, haram ve diğer mertebeleri vardır. Mesela; ateşe yaklaşmak haramdır, yakar. Su içmek hayat için helaldir ve farzdır. Aksi halde yaşanmaz. Yüksekten atlamanın meratibi vardır. Minare oldu mu öldürür, fakat keyf için lezzet için atlamanın helal mertebeleri vardır. Misaller çoğaltılabilir. Demek ki fıtratın kanunlarına karşı tedbir almak esastır. Bu kanunlara uygun veya aykırı hareket etmenin sonuçları dünyada hemen peşin olarak görülür. Hayvanatta akıl yok. Fakat; 1- His, 2- Sevk ve şevk duyguları, 3- Cüz-i bir cüz-i irade olduğundan akıl noktasındaki muamelattan hariçtirler ve sorumlu değillerdir. Fakat fıtratın kanunlarından mesul ve sorumludurlar. Mesela, bir hayvan aklı olmadığı halde mezkur his ve duygularıyla ateşe yaklaşmaz, düşmanından kendini korur, yüksekliğin hesabını yapar, hayatına lüzumlu levazımatı edinir, yavrularını terbiye eder, meskenini yapar ve özellikle de şefkat ve himaye noktasında çok hassastırlar, dikkatle davranırlar. Bu şefkat, himayet, hayat ve terbiye gibi fıtratın kanunları herkes için eşittir. Her mahluk için lüzumludur. Ve tamamının bunlardan hakkı ve hukuku vardır. Ateşe düşen hayvanın yandığı gibi şefkat, himaye, hayat vs.. gibi kanunları ve ortak hakları inciten hayvan kim olursa olsun hatta hayvan bile dahi olsa çarpılır, ceza görür, muhasebesi tutulur. Bu gün bilim; nebatatta bile bazı hislerin bulunduğunu tespit etmiştir. Hayvanlarda ise ruh olduğundan onlara ait hisler ve zevklerle beraber, kendi çaplarında cüz-i bir cüz-i iradeleri olduğundan kendilerine de bir pay çıkarttıkları için hayatları meşakkatli oluyor. Ve amelleri halisen livechillah olmuyor. Yani nebat gibi değiller. Cemadat ve nebatat hiç mesul değil, hayvanat özellikle vahşi olanları kendi çaplarında mesul, insanlar ve cinler ise tamamen mesul ve sorumludurlar. Hadis-i şerifte; “Boynuzsuz olan hayvan kıyamette boynuzlu olan hayvandan hakkını alır.” Buyruluyor. Üstad Bediüzzaman ise “Canavarların ve vahşi hayvanların helal rızıkları ölü hayvanlardır.” Sağ hayvanları parçalayıp rızık yapmak şeriat-ı fıtriyece haramdır. Yapsalar ceza görürler. Bir aslanın kendi öz evlatlarına olan şiddet-i şefkat ve himayeyi nazara almayarak, helal olan cenazeleri bırakıp, fıtri şeraitçe haram olan zavallı ceylanın yavrucuğunu parçalayıp, yavrularına rızık yaptığından, fıtratın şefkat ve himaye kanununu incitip kırdığından dolayı bir avcının tuzağına düşüp öldürülmesi aynı adalettir. Bu ceza dünyada görülmezse; ukbada görülür. Gerçi cesetleri fena olur, fakat ruhları baki olduğundan, hayvanlara arasında dahi bir muhasebe ve adalet mekanizması işleyecektir. Kim zerre kadar hayır işlese mükafatını, şer işlese de mücazatını görecektir, Ayet-i kerimesi de bu meseleye delil ve burhan olup, her şeye şümul ve ihatası vardır. Bu mevzuda; 1- Mutlak adalet amellerin zerre miskali bile ihmal edilmediğinden uygulanacağı. 2- Hayvanat arasındaki zulümlerin ve mazlumiyetlerin de hesaba girip hikmetlerinin olduğu, insanların zahire bakıp fikren aldanmamaları; şefkat ve rahmet noktasında da zaaf ve acze düşmemeleri icab eder. Hayvanlarda akıl olmadığından fıtratın kanunlarının onlara tatbiki ise; Fıtratın kanunları aklın düsturlarına tabi değildir. Cenab-ı Hak alemi, bizim hendesemize göre yapmadığından dolayı aklı olmayana da tatbik edilir. Bundan dolayı bir anne evladını ateşten ve tehlikeden nasıl koruyor ise; aynı ebeveyn aklı ermeyen çocukları şefkat ve himaye kanununa zarar vermekten de korumalıdır. Yani bir çocuk eline aldığı bir kuş veya sineği öldürse; Kur’an’ın kanuna göre akıl ve baliğ olmadığından dolayı mesul değildir. Her şeye şümulü olan fıtratın kanunlarından şefkate halel verdiğinden, düşse başı kırılsa müstahak olur. Bizim anlayamadığımız ve idrak edemediğimiz sabi çocukların ve mahlukatın başına gelen musibet ve muamelelerde bunun gibi nice ve maslahatlar mevcuttur. Bu sistem hayvanatta da aynen cereyan eder. Ateşten sakınan, yükseklikten korkan, menfaatin ve avlanmanın en iyisini bilen hayvanlar ve özellikle canavarlar, alemdeki hayat, şefkat, himaye ve terbiye kanununa itaat edip, hudutlarını aşmamalıdırlar. Aşsa ve taşsa vaziyeti ve mahiyeti itibariyle kim olursa olsun evvela dünyada, olmazsa ukbada mücazat ve mükafatları olacaktır. KAYNAK:BUGÜN