Ömer Lütfü Mete günah çıkarttı
Abone olİsmi Deli Yürek dizisiyle öne çıkan Ömer Lütfü Mete adeta günah çıkarttı. "TV dizilerini ciddiye almıyorum" diyen Mete, isminin Deli Yürek'le özdeşleşmesinden hoşnut değil
İsmi televizyon dizileriyle öne çıkan Sabah Gazetesi yazarı Ömer
Lütfü Mete, televizyon dizilerini ciddiye almadığını söyledi. Mete
isminin Deli Yürek'le anılmasından hiç de hoşnut değil. Aksiyon
Dergisi'nden Muhsin Öztürk, Ömer Lütfü Mete'yle konuştu:
Röportaj: Muhsin Öztürk
Kaynak: www.aksiyon.com.tr
“İtfaiye Yanıyor” isimli uzun hikaye ile derin devlet konusunu
biraz daha ‘derinleştiren’ Ömer Lütfi Mete, hiç istihbaratçı dostu
olmadığını; ‘derin’le ilgili en sağlam hikayeleri mafya ile düşüp
kalkmalarında öğrendiğini dile getiriyor. “TV dizilerine saygı
duymuyorum.” diyen Ömer Lütfi Mete’ye göre TV’de iyi bir şey
yapılamaz. Bu yüzden TV’de yapılan bir şeyi ciddiye almak da abes.
Zaten kendisi de senaryosunu yazdığı Deli Yürek’le anılmaktan
hoşnut değil.
Ağzı olanın konuştuğu artık neredeyse ‘sıkmaya’ başlayan bir mevzu
derin devlet. Gözümle görmediğime inanmam deyip materyalist olma
pahasına işin içinden sıyrılası geliyor insanın. Ama Türkiye’nin
‘özel şartları’, zaman zaman siyasilerin orta karar tutumları,
askerin yükselen sesi işlerin yine derine kaydığı hissini vermiyor
değil. Her ne kadar Deli Yürek’le hatırlanmaktan hoşnut olmasa da
bu dizinin senaristi olması hasebiyle her zaman derin devlet
konusunda bilgisi olduğu düşünülen Ömer Lütfi Mete, yeni bir ‘uzun
hikayesi’ ile konuyu biraz daha ‘derin’leştiriyor. “İtfaiye
Yanıyor” her şeyden önce, işi yangın söndürmek olan bir kurumun
yanmasını anlatıyor. Mete’nin itfaiyesi bildiğimiz itfaiye değil;
İstihbarat-tahkikat-fişleme-adalet-yuvarlaklaştırma-eritme’nin baş
harflerinden oluşuyor.
Bir köşe yazarı bir gün kendisine gelen davet üzerine devam ettiği
gizli bir seminerde birbirlerine muhalif hatta devlet hakkında atıp
tutan köşe yazarlarının İtfaiye’nin çatısı altında tek vücut haline
gelişlerine tanık olur. Bu köşe yazarı Ömer Lütfi Mete’nin fikri
çizgisine pek yakındır; devleti sever ama şeffaf olmamasını
eleştirir, ‘ebed müddet devlet’ fikrini benimser ama “devlet bu;
sever de döver de” demez. Biraz da gayesi etrafı gözlemlemek,
seminer işinin nereye gideceğini öğrenmektir. Seminere katılan
güzel bir kadının ortadan kaybolması, binayı saran alevler ve
ülkenin Yeni Dünya Cumhuriyeti’nin bir parçası olması kitabın az
sayıda aksiyonlarından olup, sessiz sedasız, Metal Fırtına benzeri
bir Türkiye işgali söz konusudur. Kitap, popüler bir uyarlamayla
“derin devletsiz kalma, sivil siyasetten de şaşma” demektedir.
-Hiç ‘derin’ bir seminere katıldınız mı?
Çağırmadılar. Çağırsalar da katılmazdım. Tabii ben de yoklandım.
Herkes yoklanır. Her zaman birileri gelir size birtakım, çarpıcı
bilgiler vermeye çalışır. Dolayısıyla bu tür deneylere biraz
kulağım kesikti ama... Ayrıca başka bir şey var. Benden bu
olamaz.
-Niye?
Ben ülkücü camia içerisinde yetişmiş bir insanım. Onları da aklımın
estiği gibi eleştirebiliyorum. Böyle biri bir projenin adamı
olamaz. Bunu bilirler. Gevezeyimdir ayrıca. Bildiğimi saklamam.
Buralarda biraz ketum olmak gerekiyor. İnandığım, düşündüğüm gibi
konuşuyorum. Ben bununla çok şey kaybettim, birilerinin adamı
olarak çok da iyi imkanlar içerisinde yaşayabilirdim. Ama hiçbir
projenin, grubun adamı olmadım. Ve bu ömrümün yarısını işsiz
geçirmeme yol açtı. Kimseye yar olmayan bir adam onların işine
yaramaz. Bu bana Allah’ın lütfudur. Her insan düşebilir; bir
şekilde satın alınabilir herkes için bu mümkündür. Büyük konuşulmaz
bu konuda. Beni kimse satın alamaz diyen adam Allah’a isyan
ediyordur. Öyle bir açmaz düşersin ki sağlık olur, can tehdidiyle
seni satın alabilirler, alınan çok kıymetli insanlar olduğunu
düşünüyorum. Dolayısıyla bir şekilde insanlar kullanılabilir, bunun
bir yolu bulunabilir.
-Biraz önce yokladılar dediniz...
Filancalar hakkında bir dosya. İstihbaratçıdır, askerdir, şudur,
budur. Derin devleti iyi bilmiyorum belki ama derin devlet hakkında
iyi düşüncelerim olmadığı için insanlara ilginç geliyor belki. Her
şeyi göğüslemeye hazırım. Deli Yürek’le ilgili bir bavul dolusu
belge indirildiğini söylediler. Bizim dizide yazdığımız bir çürük
birebir bir gazete haberiyle örtüştü. Tamamen tesadüftü. Deli
Yürek’te kullandığım bilgiler içerisinde ben kullanmadan önce
gazeteler ve televizyonlara haber olmamış bir tane veri yoktur. Bir
kısmı da mafya ile düşüp kalktığımda öğrendiğim hikayelerdir. Ne
kadar doğrudur bilmiyorum ama çok ilginç ve doğru geliyor bana.
Mafyacılar karanlık derin devlet ilişkilerinde bir şekilde içli
dışlı oldukları için bu alemi iyi bilirler.
-Mafyacılarla düşüp kalkmak...
Ben gazeteciyim. Herkesle görüşürüm. O âlemdeki insanları tanırım.
İçki içmem. Gece hayatım yok. Dolayısıyla bunlarla düşüp kalkacağım
yer oralar değildir. Onlar benim bulunduğum yere gelir. Onlarla
buluşabilirim. Onlarla bir şey konuşmak için istediğim zaman
giderim. Çünkü korkum yok, herkesle görüşebilirim. Her türlü
suçluyla da düşüp kalkabilirim. Ben gazetecilik yapan, senaryo ve
roman yazarlığı yapan bir kişiyim. Bu toplumun her insanının A’dan
Z’ye tanımak hakkımdır.
-Mafyanın diziye müdahale etmesi söz konusu
mu?
Sanmıyorum, Deli Yürek’te olmadı. Televizyon dizilerini çok ciddiye
alan bir toplum var, acıklı olan bu. Çünkü, hiçbir şekilde
televizyonda yayınlanan bir şey çok önemli olamaz. Çünkü insanlar
bunun karşılığında yeteri kadar saygılı değildir. Siz emek
verirsiniz, sanat yapıyorum dersiniz insanlar arkadaşıyla muhabbet
ederken, çay içerken, çocuğunu pışpışlarken öylece bakacak ona. Siz
bunu bildiğiniz için bir şeyi iki üç defa tekrarlayacaksınız, yoksa
kaçar çünkü. Çok basit anlatacaksınız ki herkes anlasın. Böyle
ölçüleri olan bir mecra televizyon. O yüzden, TV ürünlerine büyük
önem atfetmeyi çok garip buluyorum. Televizyonda iyi bir ürün, iyi
bir kültür ürünü olmaz, eğer olursa seyredilmez. O yüzden
televizyona insanlara zarar vermeyen, birebir canına, ruh sağlığına
olumsuz etki yapmayacak bir iş yapmışsan, çok mübarek bir iş
yapmışsındır.
-Fazla mütevazı değil misiniz?
Bir toplumun yüzde 80’nine yönelik eleştirim var. Kınıyorum pek çok
davranışlarını ve sonra o toplumun yüzde 80’inin oluşturduğu büyük
bir beğeniyle bir televizyon dizisinin bana getireceği şöhreti
önemsemem çok komik olur.
-Deli Yürek bağlamında mı?
Her şey için söylüyorum. Yani o dizide kuşçu karakteriyle mümkün
mertebe ilham verici bir tipleme oluşturmaya çalıştım. Deli Yürek
karakterini de olabildiğince düzgün yapmaya çalıştım. Pekçok insan
beni Deli Yürek’in yazarı diye tanıtmaya çalışıyor. Hiç de hoşnut
değilim bundan. Benim en iyi yaptığım iş Deli Yürek’i yazmak
değildir. Deli Yürek’teki birtakım karakterlerim, diyaloglarım
iyidir, buna bir itirazım yok. Ben televizyon dizilerine saygı
duymuyorum açıkçası. Yapmak istediğim televizyon dizileri de
olmuyor. Kafamdakileri de televizyonlar istemiyor.
Derin mevzular...
-Ülkeyi derin devlet yönetiyor söyleminden kim kazançlı
çıkıyor?
Bu konuda tutarlı bir fikr-i takip yok. Söylenenlerin herbirini
birer teori zinciri olarak ele alırsanız, birçok yerden kopuyor.
Atıyorum, diyelim ki derin devlete milliyetçiler bağlamında bakıp
milliyetçi ya da ulusalcı derin devlet diyorsanız, bu bir yerde
kopuyor. Ulusalcıyla, enternasyonalci ya da bölücü örgütçü,
kuyrukları birbirine değmiş insanlar farklı kulvarda bir başka
zaman milliyetçi denebilecek bir oluşum içinde karşınıza
çıkabiliyor. Sanıyorum bu kafa karışıklığını ve bu resmi birimlerin
dağınıklığını, birbirleriyle kavga eder hale gelmişliğini, resmi
kurumların kendi içlerinde birbirleriyle cebelleşir durumda
olmasını kullanan aklı başında gizli yabancı servisler var.
Dolayısıyla Türkiye’de düzenli stratejik bir tasarım doğrultusunda
Türkiye ya da bölgeye yönelik bir şeyler yapılıyorsa bunların
mimarları Türkiye’nin derin devleti değil Türkiye derin çetelerini
kullanan başka gizli servislerdir. Bu benim tamamen genel
okumalardan vardığım bir kanaat. Çok şükür hiçbir gün hiçbir
şekilde bir istihbaratçı dostu, bir güvenlikçi dostu olmayan -en
yakın güvenlikçi dostum Sadettin Tantan’dır- bir kişiyim. Bu yüzden
bugüne kadar resmi ya da gayr-i resmi, kendinden vazife çıkartanlar
ya da diğerleri tarafından görevlendirilen kişilerden veya
kurumlardan herhangi bir bilgi almış değilim. Bilgilerim tamamen
sivildir, bireyseldir ve test edilmemiştir. Yani bilimsel iddialar
değildir. Derin devlet olamaz diyorum çünkü derin devlet olsaydı
devlet olurdu.
-Derin devlet, devletin mütemmim cüz’ü mü ki?
Derin devlet nedir? En yakınından, komşularından başlayarak bütün
dünyada gözü kulağı olmayan devlet, devlet değildir. Olayların
yönlendirilmesine böyle bir devletin hiçbir dahli olamaz. Ben çok
devletçi bir adam değilim, dolayısıyla derin devletçi bir adam
değilim ama güneşlenecekseniz güneş yağı süreceksiniz. Devletiniz
olacaksa bunun derin bir ayağı olacak. Uzak yerleri tarassut
edebilen gizli bir gözü olacak. Derin devlet şu değil; birtakım
fırtınalar çıktığında, Ali’yi Veli’ye vurdurarak ya da birtakım
nifaklar sokarak, birtakım toplum mühendisliği deneyleri yaparak
yükselen ya da yükseltilen akımları, değerleri dizayn etmek
değildir derin devletin işi. Ayrıca bu derin devlet işini de meşru
sivil siyaset yapmalı. Eğer bir mühendislik işi varsa onu siyaset
yapmalıdır. Bu, mahrem meşru sistem içerisinde sağlıklı bir
hiyerarşi ile müteselsil sorumluluğun oluştuğu, takip edilebilir
bir sistem olmalıdır. Meşru irade devletin bir yerlerde ucunu
kaybediyorsa, ya da meşru siyasi erk bir yere gelip de derin
devletin işleri hakkında nihai kararları başka bir teknokrata
sözgelimi genelkurmay başkanına bırakıyorsa o da devlet değildir.
En büyüğünden en küçüğüne her türlü gelişmeden tarih önünde hesap
vermek durumunda bulunan kişi her kim ise kesinlikle derin
alanlarda faaliyet gösteren kadrolar ve birimler ona açık
olmalıdır. Ondan mahrem olmamalıdır. Türkiye’yi devlet olmaktan
çıkaran sorun budur. Atatürk’ün zamanını alın, bir gizli birim bir
iş yapacak Atatürk murad edecek ve bunu öğrenemeyecek. O yüzden
Atatürk’ten sonra Türkiye’de devlet yoktur diyorum ben.
İsmet Paşa bir Mustafa Kemal kazasıdır
-Ona bakarsanız demokrasiye geçişle birlikte Türkiye’de
durum böyle?
1938’den beri böyle. Devlet adamlığı çapı itibariyle İsmet paşa ile
Tansu Çiller arasında bir fark olduğunu düşünmüyorum. İsmet paşa
Atatürk’ün yanında ikinci adam olarak bir şeyler öğrenebilmiştir.
Harika bir ikinci adamdır. İtaatkardır, sadıktır. Bu yüzden ömrü
olduğu sürece bunu değerlendirmeye çalışmıştır. Atatürk’ün bana
göre en uzun ömürlü yanlışlarından biri de onu bir anlamda tarihen
vârisi kılacak şartları hazırlamasıdır. Bir anlamda, İsmet Paşa bir
Mustafa Kemal kazasıdır. Atatürk gitti, ertesi gün biz ayakta tek
başımıza duramayız diyerek ABD’nin, NATO’nun oyuncağı haline
getirdi Türkiye’yi.
-Biraz önce devletçi olmadığınızı söylediniz. Bunu biraz
açabilir miyiz?
Devlet bugünlerde aşılmış bir ihtiyaç değil. Devlet halen yerine
başka bir kurum geliştiremediğimiz bir ihtiyaçtır. Böyle olması
bunu kutsamayı gerektirmiyor. Kutsadığınız zaman her halûkarda
insanı küçültüyorsunuz. Amerika’da 11 Eylül’e rağmen kendi
vatandaşlarının çok büyük hakları vardır. Özellikle suç işlememe
konusunda duyarlı olan insanlara olağanüstü önem veriliyor. Devlet
onlara hizmetkârlık yapar. Alman devleti hiç ortalarda gözükmez,
Almanlar devlet edebiyatı yapmazlar. Biz çok devlet vurgusu
yapıyoruz da çok mu kuvvetli oluyoruz. Devletin çok üniformalı, çok
toplu tüfekli olması güçlü olduğunu göstermiyor. Devlet halkı
tarafından benimseniyorsa güçlüdür. Türkiye’de ise devlet sanki
vatandaşın hizmetinde değilmiş gibi. Türkler devlet çete, vatandaş
da suçlu olarak algılanır hep. Türkler ‘ihlal’lerde birbirini
kollar. Bir Alman vatandaşı gibi kuralları denetlemek yerine,
yoldan geçen hiç tanımadığı bir kişiye ileride ‘çevirme’nin
olduğunu hatırlatır. Türkler her an ‘ihlal’ üzerindedir. Türkler
ihlal üzerine doğar, ihlal üzere büyür, ihlal üzere gelişir, ihlal
üzere ölür. Yani sürekli ihlalde bulunan insanlardan oluşan bir
toplumun devlet hak etmesi de mümkün değil. Kendisi adil olmayan
bir toplumun adil bir devlet beklemesi de hak değildir.