Ömer Çelik'in hiç dostu yokmuş
Abone olErdoğan'ın en yakınındaki isim olan Ömer Çelik, hergün bir gazetecinin eleştirisinden nasipleniyor. Akşam yazarı Nuray Başaran, duyduğu öfkeyi bugün köşesine taşıdı.
sözlerini referans alan Nuray Başaran'ın kaleminden dökülen cümleler hayli sert... Başaran'ın neden bu kadar öfkeli olduğunu bilmiyoruz. Ömer Çelik bir açıklama yaparsa, onu da yayınlarız.. Şimdi bakalım Nuray Başaran neden bu kadar Ömer Çelik'e öfkeli?
-Başbakan Erdoğan, Kızılcahamam toplantısı sırasında Hürriyet'ten Fatih Altaylı'ya verdiği mülakatta, 'Çin Seddi'nin mimarı bu adam' diye gösterdiği Ömer Çelik ile ilgili iddiada bulunanların 'ihaleci' gazeteciler olduğunu açıklamış... Mülakatın bir köşesi ne iliştirilen Ömer Çelik'in aynı yöndeki ifadelerine bakılınca; Başbakan'ın görüşlerinin kendisinin mi yoksa Ömer Çelik'in mi görüşleri olduğunu anlamakta zorlandım!..
Sayın Ömer Çelik, keskin manevrasıyla mülakata müdahale işini icra ederken, 'Küçük dağları yaratmakla yetinmeyip büyük dağları yaratan adam' olduğunu açıklamış. Sözleri her ne kadar sanki küçük dağları yaratan adam olmadığını ifade ediyor gibi görünse de, sanırım tam da büyük dağları yaratan adam olduğunu hatırlatmayı ortaya koyan cümleler gibi geldi bana...
Adana Milletvekili ve Başbakan Erdoğan'ın siyasi veya her konudaki danışmanı sıfatıyla tanıdığımız Sayın Ömer Çelik'in bu dağları yaratma kısmına gelmeden önce başka bir konuyu öncelikle açmak istiyorum:
Danışman Kavramı.
Türk siyasetinde ve devlet yönetiminde iştişare mekanizmasının ne kadar zayıf olduğu ve bundan dolayı birinden fikir almanın veya farklı fikirler üzerinde tartışarak karar oluşturma yapısının ne kadar zayıf olduğu hepimizin bildiği bir gerçektir.
Danışman, yani müşavir, belirli bir özel konuda veya yetenekleri kapsamında daha geniş konular üzerinde karar alıcının veya politika oluşturucunun fikirlerine başvurduğu hem strateji, hem taktik düzeyde katkılarını aldığı ve dolayısıyla 'karar alma ve politika oluşturma sürecinin bir parçası' olan kimsedir. Bu yüzden de ister politik hayatta olsun, ister bürokratik hayatta olsun, isterse de yaşamın diğer alanlarında olsun danışma mekanizması son derece önemlidir. Ve verimliliği artıran bir faktördür.
Türk siyasetinde her zaman bu rolde bulunan kişiler oldu. Olmaya da devam edecek. Ama malalesef çoğunlukla yeterli ve gerçekçi bir düzeyde konum bulamadı. Zaten devlet personel yapısında kadroları bulunan ve kadro karşılığında tanımları bulunan bir unsur olarak müşavirlik, yani danışmanlık Türkiye için kurumsal bir gelenektir. Ne yazık ki çoğunlukla kızak görev diye tanımlanan danışmanlığın, bir işlevsizliğin adresi olarak kullanıldığını ifade etmeden geçemeyeceğim.
Sayın Başbakan danışmanlık mekanizmasını, belediye başkanlığı döneminden itibaren etkin bir şekilde kullanan ve tıpkı batılı gelişmiş ülkelerdeki örneklerde olduğu gibi gereken önceliği veren bir siyaset adamı olarak görülmektedir.
Gerçi, danışmanların batılı ülkelerdeki meslektaşları gibi etkin ve kapsayıcı bilgilerle donanımlı olduğunu söylemek çok güç ama bunun iyi bir başlangıç olduğunu kabul etmek de gerekir diye düşünüyorum. Dolayısıyla Başbakan'ın danışmanlarla çalışması, olabilecek en doğru, en tutarlı bir yöntemdir. Ve bunu gönülden destekliyorum.. Ama bu destek, danışmanların tutum ve davranışlarını hatta bazı konulardaki bilgi(sizlik)lerini eleştirmemek anlamına gelmemektedir.
Sayın Ömer Çelik de, Başbakan'la birlikte çalışan çok sayıdaki danışmandan biridir. Ama kendisini basında çıkan her Başbakan fotoğrafının onda dokuzunda yer aldığını gördüğümüz zaman, en etkili ve en öndeki danışman olarak algılıyoruz. Veya öyle algılamamız gerektiğini anlıyoruz.
Danışman iki şeye hizmet etmelidir. Birincisi çalıştığı makamın ihtiyaçlarına. İkincisi o makamdaki kişinin en saygın ve en anlaşılır bir şekilde algılanmasına... Bu iki hizmet hem kamuoyu önünde olmalı, hem de kapalı kapılar ardındaki şahsi görüşmelerde de aynı dürüstlük içersinde devam etmelidir. Ayrıca danışmanlar, üç şeyi de yapmamalıdır diye düşünüyorum:
Birincisi, bilmediklerini biliyor havasına girmemeli. İkincisi bilgilerini gerçek ve somut verilere dayandırmalı. Üçüncüsü de, nefislerini her bakımdan kontrol altında tutmalıdırlar.
Hepiniz biliyorsunuz ama hatırlatayım istedim. Şeytan şöyle demişti:
'Kibir en sevdiğim günahtır'...