Ölüme adım adım yolculuk
Abone olBehçet Cantürk'ün ölüme adım adım giden yolculuğun tanıklığını yaptı. Onu yakından tanıyan muhabirin anlattıkları inanılmaz.
Ergenekon iddianamesi 1990'lı yılların karanlık geçmişine de
ışık tutuyor. İşadamı . Cantürk, o günlerde Kanal 6 Televizyonu'nda
muhabirlik yapan Sabah yazarı Mahmut Övür'e 'beni öldürecekler'
demiş.
Cantürk'ün ölümüne giden süreci adım adım izleyen Övür'ün
anlattıkları inanılır gibi değil. Onu yıllardır takip eden ve en
son iki ay önce konuşan Övür, köşesinde o günlere dair
çarpıcı tespitlerde bulunuyor.
-(...)Uzun yıllar "uyuşturucu kaçakçısı" suçlamasıyla cezaevinde
yatan Cantürk'le cezaevinden çıktıktan sonra tanışmıştım. Arada
görüşüyor, yeraltı dünyasında neler olup bittiğini öğrenmeye
çalışıyordum. O da tam aksine yeraltı dünyasıyla ilgili hiç
konuşmaz, daha çok siyasette neler olup bittiğini merak ederdi.
Bu ilişki 1993'ün ortalarına kadar sürdü. O tarihten sonra karşımda
kaygılı, tedirgin bir Cantürk vardı. O yılın mayıs ayında "Acele
görüşmemiz gerekiyor" deyince, hızla Mecidiyeköy'deki bürosuna
gittim.
İlk sözü şu oldu: "Beni öldürecekler..."
"Düşük yoğunluklu savaş"ın hüküm sürdüğü o günlerde bu söz
şaşırtıcı değildi ama insan yine de "Beni öldürecekler..." diyen
biri karşısında donup kalıyor.
Listenin başındaydı
O günler, dönemin başbakanı Tansu Çiller'in "Terörü destekleyen
Kürt işadamları listesi elimde" dediği günlerdi. Cantürk o listenin
en başında yer alıyordu.
Gazeteci olarak neden bana söylediğini, haber yapıp yapamayacağımı
sordum. Verdiği cevap çaresizliğini gösteriyordu:
"Sürekli sıkıştırılıyorum. Tehdit alıyorum. Bunu TV'de anlatsak
yararı olur mu?"
Doğrusu ben de çaresizdim. Sadece şunu diyebildim: "Elbette yararı
olur. En azından savcılar harekete geçer."
Çok inanmasam da böyle dedim. O görüşmeden sonra birkaç kez daha
görüştük. Hatta bir keresinde kamera da götürdüm. Ama her defasında
konuşmaktan vazgeçti.
Söylemedi ama büyük olasılıkla bu kadar göz göre göre
öldüremeyeceklerini düşündü.
O görüşmelerin birinde "Neden yurtdışına kaçmıyorsun?" diye sordum.
Verdiği cevabı hâlâ çözmüş değilim: "Ailemi ve çevremi yüzüstü
bırakamam..."
Cantürk bana böyle diyordu ama bir yandan da adının "tanıdıkları"
vasıtasıyla "ölüm listesi"nden silineceğini ümit ediyordu. Belki de
bu beklentiyle yurtdışına gitmiyordu.
Bu son konuşmamızdan yaklaşık iki ay sonra yine "tanıdığı" birinin
arabasını durdurmasıyla ölüm yolculuğuna çıkacaktı.
Ve 14 Ocak 1994 günü öldürüldü.
Susurluk skandalına giden bu karanlık süreç benzer onlarca
cinayetin işlenmesiyle oluştu. Gazeteci olarak öldürülenler kadar
çaresizdik. Bu çaresizliğimi paylaşmak için bir keresinde Aktüel
dergisinin başında olan rahmetli Ercan Arıklı'ya gittim.
Çeteleşmeleri, devletin mafya babalarıyla ilişkisini, faili meçhul
cinayetlerin engellenmek yerine desteklendiğini anlatıp gazeteciler
olarak ne yapmamız gerektiğini sordum.
Sohbetimiz çok kısa sürdü: "Yavrucuğum çok kötü bir dönemden
geçiyoruz. Sen de başını belaya sokma."